bugün

DÜŞ kurup sigara dumanının halkalarında, hafiften hafiften dalga geçmek de ruhsal bir gereksinmedir bazen.
Örneğin Türkiye'nin dışına çıkmışsınız. Herkes ortak dil olarak ingilizce yerine Türkçe konuşuyor.
Büyük limanlarda Amerika, Alman, Fransız şilepleriyle transatlantikleri yerine; Türk şilepleriyle Türk transatlantikleri...
Nereye gitseniz benzin istasyonlarında Türk kumpanyalarının adı. En büyük oteller Türk firmalarının.
Her kadınlı kahvede, her bakkalda, her büyük mağazada Türk gazozları, Türk meyve suları, Türk içkileri...
***
Giriyorsunuz bir lokantaya:
- Bir ızgara köfte istiyorum, diyorsunuz.
Garson kendi şivesiyle de olsa, Türkçe:
- Emredersiniz beyim, diyor.
Sinemalarda bol bol Türk filmleri oynuyor. Kitapçı vitrinlerinde yığınla Türkçe kitap.
Caddelerde Türkiye'de yapılmış arabalar. Eczanelerde Türk ilaçları.
Tanımadığınız insanlar yanınıza yaklaşıp, aradıkları adresleri Türkçe soruyorlar. Değişik toplumların insanları, bir araya geldikleri zaman, anlaşabilmek için aralarında Türkçe konuşuyorlar.
Bütün ülkelerin okullarında özel olarak Türkçe öğretiliyor.
***
Dünyanın en ünlü doktorları Türkiye'de. Dünyanın en büyük hastaneleri Türkiye'de...
Yeryüzünün neresine gitseniz Türk malı otomobillere biniyor, Türk benzini alıyor, Türk otellerinde kalıyor; herkesle Türkçe konuşuyor, daima Türk uçaklarıyla uçuyor, okyanusları Türk gemileriyle aşıyorsunuz.
Dünya gazeteleriyle televizyonlarında Türk siyasetçilerinin adı önde geliyor. Amerikan barların adı Türk barı olmuş. Gece kulüplerinde Türkçe şarkılar söyleniyor.
***
Giriyorsunuz bir lüks Türk barına:
- Oğlum bana bir rakı...
Radyolarda ise Roma, Paris, Madrid, hangi istasyonu açsanız; ya Adanalı, ya Çakır Emine...
***
Harika bir rahatlık, harika bir üstünlük...
Siz sade elleriyle değil, ayaklarıyla da size bağlı fakir ülkelere, yardım yapıp yapmamakta egemensiniz... Önemli gereksinmelerini, sizin saptadığınız fiyatlarla, sizden alır; askeri uçaklarınıza üs de verilirse, yardımı artırabilirsiniz... Oralarda hoşunuza gitmeyen politikacıları kıyıya iter, hoşunuza gidenleri başa geçirebilirsiniz...
Dünyanın neresinde ne olup bitiyor, dakikası dakikasına, hatta saniyesi saniyesine hepsinden haberlisiniz.
Ve şöyle bir gerinerek kaykıldığınız zaman, dört bir yönden ılık bir türkü çalınıyor kulaklarınıza:
- Türkiye seni seviyorum...
***
Bireylerin yaşamı, akıl almaz bir tüketim içinde...
Binivermişsin ilk kalkan transatlantiğe... Tek başına ne vapurun, ne trenin, ne uçağın pek tadı çıkmaz...
Onun için bir de yanına ılık bakışlı, gönül ürperten kokulu, ipek saçlı, kıvıl kıvıl bir arkadaş almışsın... Esmerinden, yahut kumralından, yahut sarışınından... Alt tarafı düş kurmuyor musun, dilediğini seçersin...
Gözleri, içine ay ışığından damlalar düşmüş gibi menekşe, yahut anlamlı ve derinliğine siyah, yahut cıvıl cıvıl iri kahverengi... istersen lacivert, istersen yeşil, istersen bal rengi bile olur...
Sen fıkralar, anılar anlatıyorsun; o, yürekten gelen bir neşeyle gülüyor.
***
Deniz alabildiğine mavi, gök alabildiğine mavi, sadece üç-beş avuç beyaz bulut kümesi... Arkada geminin bıraktığı beyaz köpükler...
Geminin Türk barında içki şişeleri, kırmızılı, turunculu, çay rengi... Kristal kadehler şıngırtılı bir cümbüşte...
Kamara, telefonu, radyosu, televizyonu, banyosuyla hiç tadılmamış bir rahatlık düzeninde...
Allah be... öyle değil mi?
Tut ki, Capri'de bir ay dinlenmeye gidiyorsun... Yahut Cannes'da... Düşlerinin dizginlerini bollarsan, Florida kıyıları bile olur bu...
***
Bir kıvrak müzik çalıyor salonda...
Üstünde tiril tiril elbiseler. Denizin büyük boşluğunda ufka yaklaşan güneş...
Kadeh tokuşturarak gülüşler içinde konuştuğun, taranmış güzel saçlının dişimsi hafif parfümü...
Allah be... Ha?
Ayağında hafif mokasenler; barın uzun taburesinin alt çıtasına dayamışsın bir tanesinin topuğunu... Ötekinin burnu yere doğru sarkmış, keyiften kıpırdıyor.
Ne parasızlık, ne icra borcu, ne otobüs, yahut dolmuş kuyruklarında saatlerce bekleme.
Arada bir özlemlerle tutuşuverme el ele, yanındaki kadife yahut ışıklı lacivert gözüyle... Sonra çın diye birbirine vuran kadehler... Bir de tabaktan kürdanla alınan yeşil zeytin...
Allah be...
***
Düş kurmak da bir gereksinmedir insanoğlu için...
Ama ne çare ki düşlerde kalır... Ve sen ya tüpgaz, ya benzin, ya mazot kuyruğunda sıranı beklemek için; sönmüş sigaranı küllüğe bırakır, çıkıp yürürsün evden, sıcak bir rüzgârla genzini yakan çöp kokuları ortasında...

çetin altan
bir çeşit sevinme belirten söz öbeği. genellikle beklenmeyen olumlu bir sonucun meydana çıktığı durumlarda kullanılır.
örnek:
-abi, hoşlandığın kızın ağzını yokladım, o da sana boş değil miş.
-allah be!