bugün

entry'ler (205)

türkiye de meraklı yaşamak

türkiye'de meraklı yaşamanın bir özeti :

eğer nefes alıyorsan, konuşursun.
konuşursan, sorarsın.
sorarsan, cevap bulamazsın.
cevap bulamazsan,düşünürsün.
düşünürsen, suç işlersin.
suç işlersen, içeri girersin.
i̇çeri girersen, sorgularsın.
sorgularsan, yazarsın.
yazarsan, yasaklanırsın.
yasaklanırsan, araştırırsın.
araştırırsan, bulursun.
bulursan, anlarsın.
anlarsan, bilirsin.
bilirsen, daha fazla bilmek istersin.
daha fazla bilmek istersen,
öldürüleceksin demektir

ramazan muhabbetleri

sadece ramazan zamanı yaşanabilecek derecedeki,sınırdaki ve ilgideki konular üzerinde dönen konuşmalardır.

örneğin, bugün bendeniz yaz okulu finallerinin bitmesinin rahatlığını kutlamak üzere bakkala girip bir bira kaptım... Parasını verirken 'Carlsberg gelmiyor artık galiba ' deyiverdim. Bakkal amcamızın açıklamasından sonra yanlışlıkla şu cümleyi kurdum : ' bence iman içmemekle olmaz ' her ne kadar normal hayatta arkadaşlarımıza rahatlıkla söyleyebileceğimiz bu cümle ramazan vakti yanlış anlaşılır... maksadım 'sadece' içmemekle iman olmaz.

çek bakalım

yeteneklerin ortaya çıkmasını sağlayan güzel bir program ama söylemeden geçemeyeceğim katılımlar arasındaki kopyacı zihniyet dikkat çekiyor. 'yaratıcılık' söz konusuysa kopyalanmış işlerin bize gösterilmesinde bir mana göremedim. kısacası program güzel fakat kısa filmlerin elemesini her kim yapıyorsa ya ciddi anlamda bir mizah kırılması yaşıyor ya da katılım çok çok az... (yüzüklerin battalı deselermiş daha iyi olurmuş... * )

kafamdaki makina

neden küfür etmek istediğimizde ingilizceye sığınıyoruz? '' this fucking machine in my head '' örneğindki gibi. ''kahretsin'' olarak çevrildiği için mi acaba bu bilinç altı. dikkatimi çekti, tehlikeli bile olabilir...

bir öğretmen istiyorum

anlatmayayım, söylemeyeyim diyordum ama ...

geleceğimizi emanet edeceğimiz öğretmenlerimizin yetişmesine birinci gözden tanık olduğum şu zamanlarda ne yetişmiş olanlardan ne de yetişmekte olanlardan pek bir beklentim kalmamış olmasına karşın, gözlemlediğim hal ve hareketleri beni derinlemesine etkiledi.

öncelikle bir öğretmen adayımızın yapmış olduğu, ve yapmakta olduğu bir olayı paylaşayım... üniversitemizin akademik öğretileri bize eğitimde ve gelişimde neyin eksik veya neyin yanlış olduğunu öğretmektedir ( yanlış , yalnış değil çocuğum... ) . fakat üniversitenin bize öğretmediği, (veya öğretemediği diyelim) bu bilginin nasıl kullanılması gerektiğidir. öğretmen adayı arkadaşım, adayların ve hatta öğrenci çocukların eksikliklerini bir bir su yüzüne çıkarmaya başladığında tüylerim diken diken oldu... sanki akademik amaçlar üzerine yapılmış, sistemin yeni geliştirdiği bir tarz robot gibi davranıyordu. eksikliğin keşfi her ne kadar önemli olursa olsun, öğretmenlik denilen şey bu eksikliğin giderilmesinde yardımcı olmaktır. ama gel gelelim, aşırı çalışkan yüksek notlu bu tarz son model robotların çocuklarımıza pek de iyi bakabileceğini düşünmüyorum.

bir an için bu arkadaşımızın öğretmen olduğunu düşünelim. Her şeyin doğrusunu bilmesiyle bakışları bir kartal gibi sert ve çenesi bir o kadar havada duran bu bilgi yığını çocuklar ile bilgilerini paylaşırken hatalara karşı tutumu ile hem kendi dalını çocukların gözü önünde düşürecektir hem de ismini taşıdığı öğretmenliği tam anlamıyla yapabilecektir. Öğretmenlerin , çocukların hayatlarında en az bir ebeveyn veya bir arkadaş statüsü üstlendiği eğitimde , öğretmenin bu kadar moda mod, doğru/yanlış kıyaslaması yapması ne kadar doğrudur? Onun görevi öğrenciye bilgiye giden yolda destek çıkması ve bilgilerini paylaşması değil midir? Bir soru daha sorayım. Bir öğretmenin görevi, sadece ders ve bilgiler ile mi kısıtlıdır?

Bir çocuk hayal edin, lisede. Kolunda dümdüz bir yara görüyorsunuz [faça(?)]. Bu çocuk sorduğunuz her soruyu doğru cevaplıyor. Hadi diyelim ki bilgi terminatörümüz bu çocuğun sınıfın önünde olduğunu gördü ve onun gelişimi için ayrı çalışmalar yürüttü, onu bir adım bir adım bir adım daha öne taşıdı.. (Fakat genelde yapılan bu çocuğu sınıftan soyutlamaktır... Ne yazık ki sınıfın en parlak öğrencisi sınıftan çok ileride olduğu için genellikle göz ardı edilir.) Bu öğretmen için görevini %100 yapmış diyebilir miyiz? Yetiştirdiğimiz öğrenciler, yetişmekte olduğumuz sistemimizin bir kurbanı ise ''aydın'' olarak nitelendirebileceğimiz üniversite öğretmenlerimizi de bir düşünelim derim.

yetişmekte olan bilgi terminatörlerinin yanı sıra onları yetiştiren ayrı bir tür daha vardır ki bu onlardan çok daha tehlikelidir. Onlar üniversitede geniş odalarda, kitap kokusu içerisindeki bilgili abilerimiz, ablalarımızdır. onlar düşünmenizden haz almazlar. düşüncelerinizi açıkça beyan etmenizi, bir şeyler keşfetmenizi hiç ama hiç sevmezler. onlar yazılı olmayan hiç bir cümlenin doğruluğunu kabul etmeyenlerdir. Halbuki bir alandaki ilerleyişi bu düşünceler sağlamayacak mı? onların yetiştirmekte olduğu genç dimağlar bu alana yeni bilgiler katacak kişiler değiller mi? Tam tersine bu abilerimiz ve ablalarımız öyle bir düşünce yapısındadırlar ki herhangi bir kitapta yazılı bulamayacakları bir düşünce beyan ettiğinizde adınızın başında DOÇ veya PROF yazmaması dolayısı ile sizi göz ardı ederler. bir kaç yıl sonra savunduğunuz düşünce bir PROF tarafından yayımlandığında ise bu bilgiyi o ''aydın'' mizaçlarına bir makyaj gibi sürmek için bir an dahi tereddüt etmezler.

ben bir öğretmen istiyorum. dersindeki çocukların aksanlarıyla dalga geçip onları kameraya kaydetmesin, onları dövmesin. ben bir öğretmen istiyorum ki onun tek hazinesi bilgisi olmasın, kişiliği ve düşünceleri olsun. öğrencilerini düşündükleri için cezalandırmasın, aksine onları düşünmeye sevk etsin. Adaletli olsun, üretken dimağları yereceğine ödüllendirsin. Yeniliklere açık olsun. Sadece kitaplardaki bilgileri bilmenin yetersiz olacağını, hayatın kitaplardan çok daha büyük olduğunu öğretebilsin. idealleri olsun. Esnek olsun. Tabulerın arkasına saklanmasın. Kendisini geliştirsin.

Biliyorum, çok şey istiyorum. Sonuçta eğitim sistemimiz düşünceyi değil de düşünülmesini istediklerine değer veriyor. Düşünmenizi istedikleri her bilgiyi siz düşündükçe rahatlıkla geçer gidersiniz bu sistemin içinden. o halde neden canımı sıkayım, bir de düşünüp düşünüp kendimi yorayım diyebilirsiniz, haklısınız.

ben yine de düşünmekten vazgeçmeyeceğim.

ama vazgeçtiğim bir şey var... isteklerimin hepsini artık bir kenara bırakıyorum. Ben bir öğretmen istiyorum, ''sadece'' , en azından öğretmenliğin adını kirletmesin! çocuklarımız lekelemesin, robotlaştırmasın. onlar sussun biz onları adam sanalım...

içimde bir his var ya, galiba ben bunu isteyerek bile çok şey istiyorum!

gürer aykal

1988'den beri cumhurbaşkanlığı senfoni orkestrası’nın şefliğini yapmaktadır. ayrıca çok kibar, milliyetçi ve centilmen bir zattır.

sol frame i siyah bantla kapatmak

sayfayı veya sekmeyi kapatmak daha akıl karıdır.

bas gitarın son derece gereksiz bir alet olması

bas gitar ve sesi için bir müziğin bel kemiği diyebiliriz. bazı kulaklar bas gitarın düşük frekanstaki seslerini duyamasa da onun sesi olmadan müzik kulağa tırmalayıcı gelir. piyano çalınırken dahi, bas ve tiz sesler bir ahenk içinde çalınır ki müzik daha bütün bir şekilde çıksın. tabii bir başka çeşit insan vardır ki o da bas gitarı duyar ama onun elektro olduğunu sanar o ayrı bir konu.

(bkz: flea - red hot chili peppers)

şarap içerken dinlenilecek müzikler

(bkz: my dyind bride - my wine in silence)

(bkz: beethoven - moonlight sonata)

türklerin tahamülsüz ve ırkçı bir millet olması

türkiye cumhuriyeti nüfus cüzdanlarını cebinde taşırken türklüğü reddeden, karalayan ve kötüleyen toplulukların kısıtlandıklarını söyleyerek havlamalarının yarattığı bir sanrıdır. kimin üzerine o kadar giderseniz sert bir tepki alırsınız.

'türkler' , 'onlar' , 'türk olarak tanımlanan güruh' vb... söylemlerle kendini yabancılaştıran vatandaşlar birer maşa olduklarını, başkalarının çıkarlarına çalıştıklarını anlasalar böyle bir polemik olmaz. anlamazlarsa da ne yazık ki bu eğitim sisteminin bir eksiğidir. bu gibi insanların hayatlarını bir sanrı içerisinde geçirmelerine gerçekten üzülüyorum... yazık oluyor gençlere.

ayrıca türkiye sınırları içerisinde yaşayan tek azınlık olmamalarına rağmen, maşallah ağızlarından gam, tasa eksik olmayan biricik azınlık ah bir çark etse de anlasa kimler için anırıp kimler için öldüklerini sanırım o zaman pişmanlıklarından bırakın türk olmayı insan olurlar evvela.

(bkz: tahammül)
(bkz: türkçe)
(bkz: ne mutlu türküm diyene)

ingiltere isteseydi çanakkale boğazını geçerdi

ancak kojiro hyuga türündeki bir troll söylemi olabilecek nitelikteki yanlış bilgidir.

(bkz: beyinsiz kafalar)
(bkz: harcanmış gençlik)
(bkz: troll)

uludağ üniversitesi

bireysel düşüncelerin büyük ölçüde cezalandırıldığı, güzel türkiyem için koyun sürüsü yetiştirmeyi amaç edinmiş takıntılı ve misyonu dar kadrosuyla kurunun yanında yaşı da yakan üniversitedir. nice hocalar bu markanın altında harcanmaktadır, başka bir ismin altında çalışıyor olsalar türkiyede ismi duyulabilecek öğretmenler de öğrenciler gibi burda kurban edilir, kötülenir, karalanır. otomasyonu ayrı bir oluşumdur. genellikle anarşik, başına buyruk bir yapısı vardır, yıl kaybettirir, sinir krizi sebebidir bir elin parmaklarını geçmeyen bazı çalışanlar bu otomasyonun boynunu dik tutmak için cebelleşir.

üniversite

türkiye'de 'istisnalar' hariç, yüksek lisedir. liseden tek farkı artık hayatınızın 4-6 yılı bazı öğretmenlere yalakalık çekmedikçe kahrolan yıllardır. emeğin karşılığı genellikle alınamaz. bireysel düşünce ise sanki suçmuş gibi susturulur ve cezalandırılır. *

hüseyin üzmez

102. maddeden yararlanıp tahliye olan cinsel istismarcıdır.

dünyanın ekseninin 10 cm kayması

Yapılan açıklamalara göre dünyanın ekseninde ' 17 cm'lik ' bir kayma söz konusu. ayrıca bu değişiklik bir günün ~1.8 microsecond (saniyenin milyonda biri) kadar kısalmasına neden olmuştur, anlayacağınız dünya biraz daha hızlı dönüyor artık.

daha detaylı bilgi için *:

http://www.nasa.gov/topics/earth/features/japanquake/earth20110314.html

gecenin tek şarkılık özeti

black sabbath - black sabbath

dünyanın ekseninin 10 cm kayması

http://www.sabah.com.tr/Dunya/2011/03/12/dunyanin_ekseni_de_kaydi
eksen kaymasının bir tehlike teşkil edip etmediği henüz basında yer almıyor. belki de maya uygarlığı haklıydı, göreceğiz.

fatih erbakan

babadan aldığı yetki (!) ile, babasının tabutu başında “türkiye’deki ve tüm dünyadaki müslümanlara islam’ın sadece namaz kılmak, oruç tutmak değil, allah yolunda cihat etmek olduğunu ve tüm insanlığın saadeti için çalışmak olduğunu öğretti. '' , şeklindeki konuşmayı yapan şahıstır. müslümanlığın dünya medyasındaki, insanların gözündeki itibarını onaylarcasına her fırsatta dini bir savaşı zikreden insanlardan biri olma yolundadır. ayrıca açıklamasında yer alan '' cihat '' , '' insanlığın saadeti için çalışmak '' terimleri arasındaki tezatlık da çok dikkat çekmemiş olsa gerek ki medya tarafından bu açıklama sadece '' ben varım '' şeklinde yorumlanmaktadır.

sözlük yazarlarının en son okuduğu kitaplar

Birthright / scales of the serpent / the veiled prophet , Richard A. knaak. ve* Chuck Palahniuk, Günce.

yaşanılamamışlıklara bir ağıt

bugün bir dostumun sözü tetikledi her şeyi : ''yarın diye bir şey yok!'' . düşündükçe, düşündükçe, ve düşünmeye devam ettikçe bir çıkar yol bulamıyor insan. evet, ölüm geri dönüşü olmayan bir yol ve - hani derler ya ateş düştüğü yeri yakar diye - ateşin düşmediği yerdekiler maalesef ölüme bir bebeğin dünyaya olan yabancılığı kadar uzak.

size yakın birini kaybettiğinizde, sanki onu görünmez bir el hayatınızdan söküp almış, yaşadıklarınızı ve yaşayacaklarınızı çalmış gibi hissedersiniz. nihayetinde hepimiz bir gün ölmek için yaşarız. bahsi geçen büyük test bu değil miydi? Lakin hayatın kendisinin eksikliği ve yaşanılamamışlıkların baskısı altında, kifayetsiz bir döngüye girer arda kalanlar. attığı her adımın, konuştuklarının, yaşadıklarının, kahkahalarının ve hatta acılarının bile eksik olması sızlatır kalbi.

'' bir kemin yitişini zikretti, yüce savaşçı.
bir kederli şarkı söyledi, meduseld'in ozanı:
''o artık yitti en sevgili efendi,
hısmımızın yüce yarı'' diye... bir kem... ''

hiç bir zaman unutulmaz o acı, yalnız üstünü örter insan. anılar ile örtmeye çabalar yaşanılamamış anların. hayatın onsuz devam etmesine baş kaldırır, boş ama yersiz olmayan isyanlar haykırır ruh... ama dünya üzerindeki hiçbir şey bu yaraya merhem olamaz. Sonuçta hiç birimizin yarını yoktur. adilliği sorgulanabilecek, ve hiç bir zaman değiştirilemeyecek bir kanunun altında parçalarına bölünür can. Büyük bir bencillikten, belki elinden çalınanın yerinin asla doldurulamayacağından, belki de eksik kalmış bir gelecekten... Dünyanın kendisi alevler içerisinde yanarken, gökyüzü yırtılırken, sessiz haykırışlarınız arzı titretirken, '' nasıl?! '' dersiniz, nasıl devam ediyor hayat hiç bir şey olmamışcasına? şair bunun cevabını bulmuşa benziyor:

''ölüm acılarını gördü tatlı can,
koyuldu işte böyle ağlamaya.
olanlar oldu, gitti dostum benim.
şu dünya bir altüst olsa, ağlasa yeri var.
öylesine topraklar altında kalmışım..''