bugün

entry'ler (20)

charles baudelaire

"Asla...asla bulamayacağı şeyi kaybedenlere. "

Baudelaire
görsel

pier paolo pasolini

diri diri yakılan,
bir kamyon lastiği altında ezilen
çocuklar tarafından bir incir ağacına asılan
ama hala alınacak yedi, sekiz canı bulunan
bir kedi gibiyim.
çünkü ölüm,
başkalarıyla iletişimde bulunamamak değil, anlaşılamamaktır başka insanlar tarafından.

Pier Paolo Pasolini

neruda

ÇOĞUZ

Bir sürü insanın içinde kimim ben, biz kimiz,
karar kılamıyorum birinde:
kaybolmuşlar giysilerimin altında,
başka şehre taşınmışlar.

Tam sırası gelmişken
akıllı olduğumu göstermenin
ağzımdan alıyor sözü
içimdeki gizli aptal

Gün oluyor, uyukluyorum
seçkinler meclisinde,
tam cesaretimi toplarken
hiç tanımadığım bir korkak
sarıp sarmalıyor iskeletimi
bin tane ince önlemle

Alevler sarmışken görkemli konağı
ben çağırıyorum itfaiyeci yerine,
kundakçının biri fırlıyor sahneye,
o benim. Bir şey gelmiyor elimden.
Nasıl seçip ayırsam kendimi?
Nasıl bir araya getirsem?

Okuduğum bütün kitaplar
göklere çıkarıyor kahramanları
her zaman kendine güvenen:
ölüyorum kıskançlıktan;
rüzgarlı, kurşunlu filmlerde
kıskanıyorum kovboyları,
atları bile alkışlıyorum.

Ama ne zaman çağırsam atılgan yanımı
çıkıp geliyor gene eski tembelliğim,
bilmiyorum asla kimim ben,
kaç kişiyim, kaç kişi olacağım.
Bir çana dokunup da
çağırabilseydim gerçek kendimi,
gerekliysem çünkü kendime
yok olmamalıyım ben.

Çok uzaklardayım yazaken
döndüğümde çoktan gitmişim:
görmek isterdim aynı şey
geliyor mu başkalarının başına,
benim gibi daha çok var mı,
onlara da aynı şeyler mi oluyor;
bunu keşfettiğim zaman
öyle iyi belleyeceğim ki her şeyi
sorunlarımı açıklarken
coğrafyadan konuşacağım.

Pablo Neruda

(Çeviri: Alova)

milan kundera

"Çok sayıda kadının peşinde koşan erkekleri rahatlıkla iki kategoriye ayırabiliriz. Bazıları bütün kadınlarda kendi öznel ve değişmez kadın düşlerinin gerçekleşmesini beklerler. Ötekiler ise nesnel kadın dünyasının sonsuz çeşitliliğini ele geçirme isteğiyle davranırlar.

Birincilerin saplantısı "lirik"tir; kadınlarda aradıkları şey kendileri, kendi idealleridir ve bir ideal tanımsal olarak hiçbir zaman bulunamayacak bir şey olduğuna göre, tekrar tekrar hayal kırıklığına uğrarlar. Onları kadından kadına sürükleyen şey, kararsızlıklarına bir tür romantik özür sağlar; öyle ki birçok duygusal kadın onların bu gemi azıya almış çapkınlıklarında dokunaklı bir yan bulur.

ikincilerin saplantısı "epik"tir ve kadınlar bunda en ufak bir dokunaklı yan görmezler; erkek, kadınlara öznel bir ideal yansıtmaz ve onun için her şey ilginç olduğundan, hiçbir şey onu hayal kırıklığına uğratamaz. Bu hayal kırıklığına uğrayamama özelliğinde rezilce bir yan vardır. Epik çapkının saplantısında kefaret yanının -hayal kırıklığı yoluyla ödenen kefaret- eksik olması insanların gözüne batar.

Lirik çapkın hep aynı tip kadının peşinden koştuğu için, bir sevgiliyi ötekinden ayıranın ne olduğunu görmeyiz bile. Dostları sürekli olarak onun sevgililerini birbirleriyle karıştırıp aynı adla çağırarak yanlış anlamalara neden olurlar.

Bilginin peşinde olan epik çapkınlar ise çarçabuk bıktıkları alışılmış kadın güzelliğinden yüz çevirirler ve kaçınılmaz olarak birer garabet koleksiyoncusu olup çıkarlar. Bunun farkındadırlar ve biraz da utanırlar bu durumdan; öyle ki dostlarını zor durumda bırakmamak için sevgilileriyle insan içine çıkmaktan kaçınırlar."

Milan Kundera

cesar vallejo

KÖTÜLÜĞE iNAN, KÖTÜYE DEĞiL / César Vallejo

Kötülüğe inan, kötüye değil;
bardağa inan, asla liköre değil;
cesede inan, insana değil
ve yalnız kendine, yalnız kendine, yalnız kendine.

Çoğuna inan, içinden birine değil;
vadiye inan, akan suya değil;
paçalara inan, bacaklara değil
ve yalnız kendine, yalnız kendine, yalnız kendine.

Pencereye inan, kapıya değil;
anneye inan, ama dokuz aya değil;
kadere inan, iyi zara değil,
ve yalnız kendine, yalnız kendine, yalnız kendine.

cioran

"Bütün aşağılanmalarımız açlıktan ölmeye karar veremememizden gelir.
Bu ödlekliğin bedelini pahalıya öderiz. insanlara bağlı olarak, dilencilik kabiliyeti olmadan yaşamak! Şişinen şanslılar, şu giyimli maymunlar önünde alçalmak! Yazgınızın, hor görülmeye bile layık olmayan şu karikatürlerin insafına kalması!...
Toplum bir dert değil bir felakettir: içinde yaşayabilmemiz ne enayi bir mucize!"

Cioran / Çürümenin Ķitabı

bireysellik yitimi

Bazen insanlar bir kalabalık içinde kendilerini kaybederler ve yalnızken olabileceğinden daha farklı davranırlar.

Böylesi kalabalık davranışlarını nasıl açıklayabiliriz? 19.yüzyıl Fransız sosyoloğu Gustave Le Bon, kalabalıklar içinde bir kişinin heyecan ve coşkularının gruba yayıldığına işaret etti. Bir kişi bir şey yaptığında herkes aynısını yapmak eğilimindedir. Yapılan şey diğerlerinin büyük çoğunluğu için kabul edilemez bile olsa bu böyledir.

Le Bon (1896) buna toplumsal bulaşma adını verdi. Kalabalık davranışı 1. sınıftaki çocuklara bulaşan grip salgını gibi bulaşıcıdır. Le Bon toplumsal bulaşmayı normal kontrol mekanizmalarının bozulmasıyla açıklıyordu.

Davranışlarımız genellikle büyürken öğrendiğimiz değerler, ahlaksal ve toplumsal kurallar tarafından kontrol edilir. Ancak kalabalık durumlarında bazen davranışlarımız için sorumluluk duygusunu kaybederiz, kendi kontrol sistemimiz zayıflar. Sosyal psikologlar bireysellik yitimi adı verdikleri bu olguyu araştırmışlardır.

Bireysellik yitimi etkisinin doğalcı bir gösterimi evlerden şeker toplayan çocuklar üzerinde olmuştur. Çocukların yaşadıkları semtlerdeki evlerde konumlandırılan araştırmacılar çocuklar kapıya geldiklerinde evdeki yetişkinler tarafından bazılarının adları soruldu bazılarınınki sorulmadı. Sonra bütün çocuklara evde yetişkin yokken fazladan şeker çalma fırsatı verildi. Bütün durumlarda yakalanma olasılığının sıfır olmasına karşın adı sorulan çocuklarda çalma eğilimi daha düşüktü.

Bir başka deney bireysellik yitimini laboratuvarda göstermiştir. (Zimbardo 1974) Genç kadınlardan oluşan gruplar yabancılara empatik tepkiler veren bir sözde çalışmaya katılacaklardır. Bir koşulda katılımcılar isimleri söylenerek karşılandılar. isim kartları taşıdılar ve hepsi kolayca kimliklenebiliyorlardı. Diğer bir koşulda denekler kendilerine büyük gelen beyaz laboratuvar önlükleri ve şapkaları giyiyorlardı. Hiçbir zaman adlarıyla çağırmadılar ve kimliklenebilmeleri zordu. Bütün gruplarda ki bireylere gruptaki birisine elektrik şoku verme fırsatı tanındı. (Gerçekte şoklar sadece görünüşte şoktu ve kurban bir yalancı değnekti) Kimliklenebilmeleri zor olan denekler diğerlerinin yaklaşık iki katı daha fazla şok veriyorlardı.

dunning kruger sendromu

"Boş teneke çok ses çıkarır. "

Dunning-Kruger etkisi .

Justin Kruger ve David Dunning isimli psikologlara atalarımızın binlerce yıl önce yaptıkları saptamayı deneysel olarak ispatladıkları için 2000 yılında psikoloji dalında Ig Nobel Ödülü verilmişti.

Etrafımıza şöyle bir bakalım. Vasatlar hayatın her alanında sığlıklarının getirdiği öz güvenleri ve hırsları sayesinde her zaman daha ön plandalar.

Yüzeysellik özgüveni ve deha çekingenliği arasındaki paradoks...

Tanıdığımız bir çok yazar,düşünür hayattayken yazdıklarının bir satırını bile yayımlatamamışlardır.

işbirliğine ve süregelen bu monogamiye yanaşmayanlar ancak öldükten sonra kıymete binerler. Ölüler zararsızdır çünkü...içi boş aykırılığın ve marjinalliğin adeta günah çıkartır gibi kutsanması boşuna değildir.Vasat, en çok vasat olmayanda aranacaktır.Çirkinde güzel...

assos felsefe okulu

Assos'un felsefe dünyasında özel bir yeri var. Dünyanın en önemli filozoflarından biri olan Aristotales hayatının 3 yılını Assos'da geçirmiş ve M.Ö. 347-344 yılları arasında burada bir felsefe okulu kurmuş.

Okulun kuruluş hikayesi şöyle:
Assos Kentinin yönetimini eline geçiren banker Eubulos bağımsızlığını ilan eder. Onun ölümünden sonra yönetimi kölesi olan Hermenias el alır. Eubulos zamanında felsefe eğitimi için Platon'un Atina'daki okulu Akademi'ye gitmiş olan Hermenias, orada tanıştığı Aristo'yu Assos'a davet eder. Hermenias, Platon'un ünlü eseri Devlet'de anlattığı ideal devlet yönetimini uygulama hevesindedir.

Aristo, hocası Platon'un ölümünden sonra M.Ö. 347'de Assos kentine gider. Burada Hermias'ın siyasî danışmanı ve dostu olur. Aynı esnada, özgünlüğünü daha o zamandan belli eden bir okul kurar. Bu okuldaki girişimleri arasında yaşambilim üzerine çalışmaları yer alır. Hermenias'ın yeğeni Pythias ile evlenir. Okulda geçirdiği 3 seneden sonra M.Ö. 344 yılında, komşu Lesbos (Midilli) adasının Doğu kıyısındaki Mytilene (Midilli) kentine varır.

Oğlu iskender (Büyük iskender) için iyi bir öğretmen arayan II. Philip, görevi, Assos'taki okulun yöneticisi olan Aristo'ya önerir ve o da bu öneriyi seve seve kabul ederek, II. Philip'in oturmakta olduğu Pella'ya gider.
Dostu Hermenias'ın Persler tarafından çarmıha gerilerek öldürüldüğünü Pella'da öğrenir ve M.Ö. 343'de onun adına bir kaside yazar.

Bir rivayete gore ; Assos Kralı Hermias'ın kız kardesi Pythias 'ın guzelligi dillere destandır. Pythias'ı gorenler onu bir daha akıllarından çıkaramamaktadırlar.Ünlü düşünür,Hermias'ın okul arkadasıdır. Hermias ,Aristo'yu Assos 'a davet eder,bu daveti karsılıksız bırakmayan Aristo da, bir yemekte Pythias'ı görür görmez aşık olur ve yemekten içmekten kesilir,bunun uzerine Hermias,Assos'ta bir okul açtıgı takdirde kız kardesini Aristo'ya verecegini vaat eder. Ve hikaye mutlu sonla biter, Aristo ile Pythias evlenir ve Felsefe Okulu Kurulur. M.Ö348-345 yılları arasında Aristo burada Erdem'e Övgü isimli eserini hazırlamıştır.

harem de goethe

Son islâm Halifesi Abdülmecid Efendi'nin Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nde bulunan yağlıboya tablosu. Resimde elinde Alman yazar Goethe’nin bir kitabını tutan kadın, ilk eşi Şehsüvar Başkadın Efendi 'dir. Abdülmecid 1898’de meydana getirdiği eser üstünde 1917’de yeniden çalışıp son halini vermiştir. Asıl adı Mütala’a olan eser, 1918’deki Viyana Sergisi’nde Haremde Goethe adıyla sergilenmiştir.

o vitam misero longam felici brevem

"Yaşam mutsuza uzun, mutluya kısa gelir." Publilius Syrus

denis diderot

"Kadın üzeɾine yazı yazaɾken; kalemi gökkuşağına batıɾıp,
müɾekkebi kelebek kanatlaɾının tozu ile kuɾulayacaksınız," demiştir üstad.

evlilik üzerine

bir adam ve bir kadın, birbirleriyle ne yapacaklarını bilemedikleri için evlenirler," diyen çehov haklı olabilir mi?

örneğin joyce çifti. nora, kocasının yazdığı tek bir sayfayı bile okumamış, ulysses romanının tanıştıkları günün anısına 16 haziran 1904’te geçtiğinden bile habersiz bu dünyadan göçüp gitmiştir. (buradan nora'nın sadece james joyce’un vakıf olduğu çok özel yeteneklere sahip olduğunu tahmin edebiliyoruz)

tolstoy çiftinde ise durum tam tersidir. savaş ve barış’ı kocası için tam yedi kez temize çeken ve romanın tüm yazım sancılarına bizzat şahit olan sofya tolstoy bir süre sonra romanın kendisine ait olduğunu bile iddia etmeye başlayacak; çiftin bu tartışması her ikisinin günlüklerine dahi yansıyacaktır. şöyle yazar sofya tolstoy :"42 yıl lev ile birlikte yaşadım, hayatı paylaştım. ama nasıl bir adam olduğunu hala anlamış değilim!"

(Adnan Açıkbaş, Zürafa'nın Uykusu)

hayatın yoruculuğu üzerine

-HAYATIN YORUCULUĞU ÜZERiNE-

Hayat sandığımızdan çok daha fazla yorucudur. O kadar yorucu olmasa hergün 8 saat uyur muyduk ? Hiçbir bilimsel veriye sahip değilim ama bu konuda bir araştırma yapılsa insanların son iki yüzyılda giderek eskisinden daha fazla uyuduklarının bulunacağına eminim.

Bir gün gelecek insanlar 1 saat yaşayıp 23 saat uyuyacaklar.

(Adnan Açıkbaş, Zürafa'nın Uykusu)

sadık hidayet

-SADIK HiDAYET-
Dünyanın en sessiz uçan kuşlarıdır baykuşlar...Hiçbir kuşta bulunmayacak ölçüde yüksek işitme yeteneğine sahip kulaklarını uçuş esnasında tüm seslere kapatırlar... Ve öyle süzülürler gecenin karanlığında.
Göz kapakları yukarıdan aşağıya doğru değil, aşağıdan yukarıya doğru kapanır baykuşun... Başlarını gövdelerinin üzerinde180 derece çevirebilirler...Bilgeliğin sembolüdür baykuş, tarih boyunca.
Breton’un başyapıt olarak nitelediği unutulmaz eseri Kör Baykuş’ta: "Anladım, elden geldiğince susmam gerek, elden geldiğince düşüncelerimi kendime saklamalıyım. Ve şimdi yazmaya karar vermişsem, bunun tek nedeni, kendimi gölgeme tanıtmak isteğidir,” diyor Sadık Hidayet.
Hüznün ve acının tarihidir aslında insanlık tarihi. Ve mutsuz aşkın tarihidir aşkın tarihi...
Sadık Hidayet 9 Nisan 1951 günü Paris’te kendi isteğiyle yaşama veda etti. Dostları cansız bedeninin yanında küle dönüşmüş el yazmalarını buldular.
Mollalar tarafından kitapları yakılan, eserleri yıllarca yasaklanan iran Edebiyatının en büyük yazarlarından Sadık Hidayet’in, Doğu'nun Kafka’sı olarak anılması boşuna değildir elbet.
Hep susmak ve yazmak arasında çarmıha gerili bir yaşam arasında gelip gider... Sislerle kaplı, büyülü ama ona göre her daim sığ yaşam ırmağında ilerleyebilmek için, bir sandalcının sırığı gibi kullanır kalemini...
Dünyanın en sessiz uçan kuşlarıdır baykuşlar...Hiçbir kuşta bulunmayacak ölçüde yüksek işitme yeteneğine sahip kulaklarını uçuş esnasında tüm seslere kapatırlar...Ve öyle süzülürler gecenin karanlığında.
O ise kendisini, aşık olduğu denizin, tükenir korkusuyla suyunu içmeyerek susuzluktan ölen Pers Efsanelerinin mitolojik kuşu 'Butimar’a benzetir bir keresinde.
"Suyu tükenir diye içmeye kıyamadığı, denize aşık Butimar Kuşu’na."

(Adnan Açıkbaş, Zürafa'nın Uykusu)

titanic

gemiler sanıldığı gibi öyle bir anda batmazlar. su almaya başlayan bir geminin batması saatler, bazen günler alabilir. yavaş yavaş havaya yükselmeye başlar geminin bir tarafı. gemiyle su yüzeyi arasında 90 derecelik bir açı oluşuncaya kadar sürer bu havaya yükseliş.
90 derecelik açıya ulaşılmasıyla birlikte saniyeler içinde büyük bir gürültüye sulara gömülüverir koca gemi..
resmi rakamlara göre 20 milyon kişi icra takibinde ve bu sayı her geçen gün artıyor. terörün can almadığı gün yok gibi. saldırı sonrası atatürk havalimanından uzaklaşmak isteyenlerden kişi başı 200 dolar isteyen taksiciler... mecliste saldırıyı anlatırken " önce -keleşle- taramışlar sonra bombayı patlatmışlar' diyen adalet bakanı... kuruyan dereler, göller, yok edilen ormanlar. suyu çekilmiş toprak... 1.200 lira maaşla geçinip yükselen ekonomiden bahseden emekli...

bertrand russell

"öğretmeye değmeyecek bilgilere sahip olan, bu bigileri de öğretme yeteneği bulunmayan eğitim uzmanları, gençlerin yaradılışları gereği, eğitimden dehşet duydukları sanısına kapılmışlardır; bu yanlış sanıya da kendi eksiklikerini görememeleri yüzünden düşmüşlerdir.
çehov'un bir kedi yavrusuna fare tutmayı öğretmeye çalışan bir adamı konu alan hoş bir öyküsü vardır. yavru kedi, farelerin peşinden koşmayınca adam onu dövermiş. sonunda yetişkin bir kedi olduğunda, her fare gördüğünde korkuyla siner olmuş. çehov şunu ekler: "bana latince öğreten de bu adamdı." kediler de yavrularına fare yakalamayı öğretirler; ancak bunun için onların içgüdülerinin uyanmasını beklerler. o zaman yavrular bilginin elde edilmeye değer olduğu bir zamanda annelerine katılırlar; böylece disipline gerek kalmaz."
(bertrand russell, sorgulayan denemeler)

aykü

Ülkelerin ortalama IQ düzeylerinde bir puanlık bir değişim, kişi başına gelirde %6’lık bir artışa denk gelirken, kişisel IQ daki bir puanlık artışın kişiye getirisi ise % 1'lik bir artışmış... Toplumsal IQ daha önemli demekki.

unutulmaz kitap sözleri

Bir Çin atasözü şöyle der: "Kılıçlar pas tutup beller parladığı zaman, hapishaneler boşalıp tavan araları dolduğu zaman, mahkeme avlularını otlar bürüyüp dindarlar tapınak basamaklarını aşındırdığı zaman, hekimler yayan giderken, fırıncılar at bindikleri zaman, imparatorluk iyi yönetiliyor demektir."
(Jules Verne, Çin'de Bir Çinli'nin Başına Gelenler)

kaplumbağa terbiyecisi

Osman Hamdi Bey 1907 tarihli Kaplumbağa Terbiyecisi isimli tablosunu yaparken 1869'da Tour du Monde isimli dergide yayınlanan Charmeur de tortues isimli gravürden etkilendiği neredeyse kesindir. Gravürde elinde tef benzeri bir çalgıyla kaplumbağaları eğiten yaşlı bir adam görülür. Osman Hamdi Bey, 13 Temmuz 1869'da Bağdat'tan, aslen Sakız Adası Rumlarından olan babası Osmanlı sadrazamı ibrahim Ethem Paşa’ya gönderdiği mektupta, "Bana yollamış olduğunuz Tour du Monde'u okudum," diye yazmış... Sanatta etkilenmek doğaldır.