bugün

bugünün anlamı

Bir gün..
iki gün...
Üç gün ve nihayetinde, yedisi, kırkı, elli ikisi, senesi derken, yitip giden öldüğü günden itibaren yeni yaşı, yeni adı ile anılır.

günlerde böyledir. güneş doğar ve batar prensibiyle hareket ederler. aslında ayrıntıların bir önemi yoktur. eninde sonunda günler biter ve yeniden başlar. bir döngüdür bu. kısır da olsa bir döngü.

mesela bugünün adı pazartesi yarın salı sonraki gün çarşamba ondan sonra ki gün perşembe tek tek ağır geçer günler. hepsi birbirine benzer.

fakat günler ağır geçerken nasıl oluyorda yıllar su gibi akıp geçiyor, bunun hala çözebilmiş değilim.

çözsem ne yazar çözmesem ne yazar?

eskiden kelimesini sık kullanır oldum ama hoşuma gidiyor eskiden kelimesini kullanmak. hoşuma giden şeyleri kimse beni alıkoyamaz hele ki alıkoymaya çalışşın ona giovanni guareschi'den girer morris west'ten çıkarak gününü gösteririm ve bu suretle geri kalan ömürünü kendini yara bandı sanarak geçirir.

eskiden oyuncak araba koleksiyonum vardı. model model arabalar dizi dizi masamın üzerine koyar onlarla çebelleşirdim. hatta herbirinin teknik özelliklerini uğraşa didine internetsiz zamanlarda edinmiş bir dosya yapmıştım. sonra ilgimi kaybettim yerine başka başka hobiler geçti. o koleksiyon ise ayvayı yedi. o dosya allah bilir nerdedir. belki de hurda kağıt olaraktan yeniden dönüşüm evresini geçirmiş ve kül olarak atmosferin neresinde seyir eylemektedir pek aklım ermiyor.

gerçi koleksiyonumla çebelleşmememin en büyük nedenlerinden biri kazık kadar oldun oyuncaklarla ne işin var korosunun katkısı var galiba. hatta babamdan o çok sevdiğim 115 kasa mercedesin modeli için para istediğimde cüzdanından bir tomar para çıkartıp para burda almasını bileceksin demesi ve nasıl alacağımı bilememem etkisi olmamış değildir hani.

üstüne üstlük seneler sonra charlie chaplin'in şahne ışıkları kitabından arakladığını farkettiğimde bana ufak çapta dumur yaşatan cümleyi de sarf etmişti;

'en büyük oyuncak kafatasının içindekidir'

bunlar geldi geçti gitti. koleksiyondan kala kala hangi piç kurusunun parçaladığı bilinmez bir adet cadillac eldorado biatriz modeli bir solido kırmızı araba kaldı. motor kapağı allah bilir nerde, tavan desen yok ortada zaten, kırk dökük birşey olmuş ama hala cami yıkılmış mihrap yerinde deyimi üzerine çuk oturuyor.

where are those happy days, they seem so hard to find
i tried to reach for you, but you have closed your mind
whatever happened? i wish i understood
it used to be so nice, it used to be so good

whatever...

ama şunun farkındayım ki geçmiş bir avuç külden başka birşey değildir. dünle bu günü barıştırmak zor, çünkü baki kalan değişimdir.

mesela daha düne kadar bütün haşmetiyle dikilen beşiktaş daimi pazarının yerinde şimdi yeller esiyor yerineyse boktan bir park arz-ı endam etmiş. üstüne bildiğin merdaneli çamasır makinesinin çirkinliği ile bir anıt özentisi hurda yığını var mesela.

oysa o daimi pazar ne anılar saklanmıştı, ama o anıların sahipliğini yapan yer gitti bir daha geri gelmemek üzere.

insanlara bağlı mutluluğa pek inananlardan değilim, zaten mutluluk diye birşey yoktur sadece huzur vardır. hadi insanı geçtim ama nesneler gıdım gıdım değiştikçe totalde durumlar biraz hazin oluyor hani.

gelenler gelir, gidenler zamanı gelince gider, elde var bir.

i don't wanna talk
about the things we've gone through
though it's hurting me
now it's history
nothing more to say
no more ace to play

bir bilge dostum vardı, şimdi ne haltlar karıştıyordur allah bilir?, 'insan ne zaman ölür biliyor musun?' derdi 'insan daha geleceğini pek umursamadığı vakit ve gelecekten beklentisi kalmadığında ölmeye başlar' demişti.

gerçekten haklydı. şöyle bir düşününce, ne düşüneceğim yaf, apaçık bir gerçek bu. zaten bunu söyleyen kişi haydi eyvallah diyip pasaportunu alıp atına atlayıp başka diyarlar dıgıdık dıgıdık gitti.

hakikat buydu. gelişmezsen yavaş yavaş bir zombiye dönüşürsün oysa bir çok kişi bilmeden yahut farketmeden veya bile bile lades diyerek gelecek için ı don't care demek zorunda kalıyor. ama mühim değil. çünkü yaşadığımız bu tepinme kültürünün başat gittiği çağda kişi kendi sınırlarını korumak zorundadır. bir nevi ulus devlet modeli yaşamalıdır yoksa alamanlar kabak gibi oyulduğu için biz de kabak gibi oyulacağız hakikati adamın suratına şlap diye çarpar.

fakat bu işin kolay tarafıdır kolaya kaçmak taktir edersiniz ki kısa vadede kazandırır. ama iş uzun vadeye gelince kişiyi şap diye şapa oturtur sanki karaya oturmuş panama bandıralı kuru yük gemileri gibi.

ama zor olanı yapmak için bazen maça yemez bazen bezginlik sarar hertarafı yahut düpedüz bir nedeni yoktur müzik gibi.

yazıyı fazla uzatmayacağım. gerek yok zaten, ciddi ciddi buralarda yazı yazacak eşiği çoktan geçtim ben. ama bazen sıtma nöbetinin tutması gibi burda ciddi yazı yazma dürtüm nüksediyor.

eninde sonunda insanoğlu denilen mahlukat bir takım zayıflıkları olan kendini bir bok zanneder mahlukat değil midir ey kariyun u kiram? üstüne üstlük bu mahlukat kendini değil bir bok bazı bazı iki bok zannediyor hatta bazı vakkalarda özellikle makam sahipleri kendini 41,5 bok zannediyor.

biz bu pozisyona bullshit diyelim geçelim.

the stranger sang a theme
from someone else's dream
the leaves began to fall
and no one spoke at all
but i can't seem to recall
when you came along
ingenue

belki de ait olduğum kuşak bir ara model kuşağıdır. Ya dünyaya çok erken gelir, Ya zamanından çok geç. iki arada bir derede kalmışlık kuşağıdır. analog koşullanmalarda dijital çağda güç bela ayakta kalmaya çalışıyorlar. şaşmaktan ve hayret etmekten bıkılmış ve ne şaşabilmek ve ne de hayret edebilecek kudret kalmış ne de mecal.

en büyük felaketler bile sanki sarhoş geçen bir gecenin sabahındaki iett otobüslerinin garguruna mukabele edilirmiş gibi edilir, sadece doktor bu ne dermiş gibi bıkkınlıkla...

i go out most nights
attracted by the lights
listen to the jazz in harry's bar
and i know it won't be long
before they play that song
do you know how wonderful you are

it's a sentimental sound
make me wanna fool around
with somebody who is wishing on a star

ama mühim değil.

eninde sonunda bu da diğer günler gibi sıradan bir gün işte.

gelen gelir giden gider elde var bir.

meğer mazi pembeymiş, yarın belki mor olur....