ağlamamak

"experimental sen yapma bari" dedi, kocaman gözlükleri ağlamaktan buğulanmış sınıf arkadaşım. orta okul son sınıftaydık ve başka bir sınıf arkadaşımızın cenaze törenindeydik. sınıfımızın kimseye bulaşmayan, ölmeden önce de herkes tarafından sevilen bir kızı, bir sabah, sınavımız olmamasına rağmen sınıfa gelmemiş, ve sonrasında sabah bir araba tarafından ezildiğini öğrenmiştik. haber gelir gelmez, bütün sınıf ağlamaya başlamıştı, ama birinin birşeyler yapması gerekiyordu, en iyi arkadaşının yanına gittim, hastaneye gidelim dedim, komadaydı, birlikte ufak bir ekip kurduk, gerekli izinleri aldık, hastaneye gittik. herkes ağlıyordu hastanede, en iyi arkadaşına, komadaki arkadaşımızın annesinin yanına gitmesini söyledim, ben babasının yanına gidip yapabileceğimiz bir şey olup olmadığını sordum, herkes ağlıyordu, işlerin aksamaması gerekiyordu, ağlamak hiç bir sorunu çözmezdi. sonra ölüm haberini aldık, birinin cenazeye katılımı, okulda insanların yakalarına takması için resimleri, okulda yapılacak töreni organize etmesi gerekiyordu, herkes ağlıyordu, ben yaptım. işte cenazede arkadaşım o yüzden "sen yapma bari" demişti, ilk defa gözümde yaş gördüğünde.

henüz ortaokulda, bana biçilen bu soğukkanlı adam rolü, ömrüm boyunca devam etti, hani akrabalarınızdan, ailenizden birini kaybettiğinizde, biri vardır, cenazeyi teslim alır, mezarlıkta yer ayarlar, imamı bulur, namazı organize eder, minibüs kiralar, mezar taşı yaptırır, cenazeyi yıkatır, yemek işlerini organize eder, hayır dağıttırır, işte o bendim. herkes ağlıyorsa, birinin birşeyler yapması gerekiyordu, benim görevim buydu. hiç ağlamadım cenazelerde, zaten yapılacak işler varsa, buz keserdim, duygularım giderdi, doğam buydu. sonradan öğrendim ki bunun adı kriz yönetimiydi.

yıllarca hastalıklarla uğraştık ailece, öyle aile büyüklerinin ilerleyen yaş hastalıkları değil, çaresiz olanları, yıllarca sürenleri, herkesin ağladığı zamanlar oldu, ben sadece yapılması gerekenleri düşündüm, zira ağlamakla bir iş halledilmezdi, şu doktora'da gidelim dedim, götürdüm, yurtdışında baktıralım dedim, götürdüm, değişik ilaçlar buldum, hayatı kolaylaştırıcı çözümler, ama ağlamadım, hasta olanların morallerini daha fazla bozmak olmazdı. birinin bir şeyleri çözmesi gerekiyordu. ani hastalıklarda yaşadık, günlerce hastanelerde kaldım, refakatçi, gelen ağlıyordu, giden ağlıyordu, ben mesleğinin farkında olmayan doktor'ların peşinde koşuyordum, onlara house md'den espriler yapıp, onları tavlamaya çalışıyordum, birilerinin hastamızla ilgilenmesi gerekiyordu, serumlar buluyordum, gelenlere yemek yediriyordum, ağlamaya vakit yoktu, gelen gelip bir saat ağlayıp gidiyordu, ben yirmi dört saat oradaydm, ağlamaya vaktim yoktu.

sınavım çok kötü geçti, kalacağım diyip ağlayanları teselli ettim, onlara çalışma planları yaptım, gerekiyorsa çalıştırdım, ailesiyle kavgalı artık herşeyden bıktım diye ağlayan insanları teselli ettim, onların diyaloglarını kolaylaştıracak çözümler buldum, şirkette direktörü bağırdı diye ağlayan insanlara, çözüm önerileri sundum, kahve içelim dedim, orada onlara olaya farklı açılardan bakmaları gerektiğini söyledim, parasızlıktan, çaresizlikten ağlayan insanlara elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım, insanlara iş buldum, harcama planları yaptım, borç verdim, benim de parasızlık dönemlerim oldu, bulaşık yıkayarak para kazandığım dönemler, ama ne dert yandım, ne de pes ettim, çözmeye çalıştım hep dertlerimi.

peki ben ağlamadım mı? ağladım tabi, sözlükle de dertleştim bu nadir ağlamalarımı; *****, anlattıkça rahatlattım, cümlelere sığar hale getirerek yaşanmışlıklarımı kurtuldum onlardan.

hayat bir mücadeleydi, bazıları çabuk pes eder, ağlardı sürekli, bazıları için ise ağlamak sadece arada soluklanılan anlardı.

sözlük ise benim hayatım değil, sadece hayatın yoğun temposunda soluklandığım bir duraktı.

hüngürhüngüredit: ağlak adam edebiyatı nasıl bir tanımdır yahu, ağlak adam edebiyatı nedir.. hocu bu cehalet ne pis bir şeymiş !