bugün
- kızımın kiminle yatıp kalktığıyla ilgilenmezdim9
- şehirler arası aşk yaşamak8
- arkadaşlar sizden bir şey rica edebilir miyim13
- sabah aç karnına içilen bira12
- alınan en güzel iltifat13
- ağaç gövdesi gibi bacakları olan kadın11
- sözlük kızından gelin olmaz13
- ayça tilki10
- 170 boyunda olduğum için hep reddedildim22
- vatandaşlık farkı alan otel21
- sözlükte ateist gibi takılan yahudiler9
- cumaya gidenlerin çok azalması16
- bik bik'in balona binmesi34
- anın görüntüsü14
- 1 m dolara bu bebeğe sertçe tokat atar mısınız11
- bir kadının yemek ısmarlaması14
- ideal duş alma sıklığı14
- türkiyede çok abartılan arabalar8
- futbolcu ismiyle nick almak10
- diyanet işleri başkanına audi 6 tahsis edilmesi15
- icardi190524
- artificialintelligence15
- icardi1905 silik olsun kampanyası17
- kız mı erkek mi belli olmayan yazarlar8
- adanada polisin saldırganın ayağına sıkması14
- icardiyi tokat manyağı yapmak12
- yol bitimindeki kuytu mekan8
- suriyeliler suriye'ye dönsün9
- erkeğe ne hediye alınır31
- sırtınızı bir sözlük kızına dayar mısınız17
- uzağı göremeyen insan10
- millet açsa neden kafeler tıklım tıklım18
- 27 nisan 2024 fenerbahçe beşiktaş maçı24
- 26 nisan 2024 adana demirspor galatasaray maçı15
- kültürlü entelektüel alçak gönüllü güzel kadın13
- nickini google da aratınca çıkan ilk görsel8
- seni seviyoruz insan olmaya çeyrek kala8
- bik bik moderatör olunca bana kız ayarlar mı10
- antalya'ya abartılmış şehir diyen göt11
- nervio'nun ellerinde cenneti koklamak9
"türklerin ürettiği, üretimi ile tüketimi arasında en çok vakit geçen ürün nedir?" diye sordu, çok tepelerde, ceo olmasına ramak kalmış bir yöneticimiz, şarap yüzünden hafiften çakırkeyf olmaya başladığım iş yemeğinde, benim de bulunduğum yuvarlak masaya. hepimiz düşünmeye başladık, "pastırma" dedi biri, biri "kımız" olduğunu iddia etti, "turşu" diyen oldu, "kurutulmuş domates" cevabını veren ertesi gün işten çıkarıldı. düşündüm, olsa olsa bir içki olabilirdi bu, "şarap" dedim. elini sırtıma götürdü, "hem doğru, hem yanlış" dedi. kafam karıştı, "şimdi işten mi atılıyorum, yoksa terfi mi ediyorum" diye düşündüm. "biz türkler uzun vadeli plan yapamıyoruz" dedi, "bunu düzeltmemiz lazım", konuyu açmasını isteyenler oldu masadan, güldü "düşünün bunun üstüne" dedi.
düşündüm, haklıydı gerçekten, ingiliz mesela bir viski üretiyordu, "bunu 40 yıl meşe fıçıda bekleteyim, sonra içeyim" diyordu, ya da üretimciyse, "oğullarım satar" diyordu. ünlü enstrüman üreticileri, ahşap alıyor, onu bekletmeye başlıyor, 100-200 sene sonra ondan enstrüman yapıyordu, bunu planlarken diyordu ki, "şimdi şu kadar ton ağaç koysam, torunum, bunlardan şu kadar keman üretir". oysa biz öyle miydik, ağacı daha keserken, telleri geçirip çalmaya başlıyorduk sazımızı. deli dolu bi millettik, plansız, programsızdık. zaten başımıza ne geldiyse yıllardır bu yüzden geldi. ortadoğu planları vardı diğer ülkelerin, boru hattı planları, zeitgeist'ta anlatılan büyük planları ya da, oysa biz çılgın türklerdik.
bu konuşma aslında, proje yönetimi ve planlama konulu bir tartışma sırasında patlamıştı, proje planına neden uyulamıyordu, neden türkiye'den başarılı proje yöneticileri çıkmıyordu, bunlar tartışılıyordu. ama ben artık içtiğim süpersonik şarabında etkisiyle çok başka şeyler düşünmeye başlamıştım.
ilişkilerimde hep aşırı planlı olduğum için eleştrilmiş ve bir çok tartışma yaşamıştım. hayatı çılgıncasına plansız ve anlık yaşamak gerekiyordu. ama ben bunu beceremiyordum. tamam, dağıtıyordum ben de arada, ama bir şekilde kontrolümü kaybetmiyordum, bu muydu suçum.
üniversite'de bir kız arkadaşım, "o kağıt ne" diye sormuştu, saklamaya çalıştım, fakat olduğundan daha kötü bir şey sanar diye, verdim en sonunda, evet o benim günlük planımdı;
08:45-10:45 : kontrol sistemleri
10:45-12:30 : mekatronik çalış (kütüphane)
12:30-14:45 : pelin (yemek..vs.)
14:45-16:45 : akustik
16:45-18:00 : topluluğa uğra
19:00-21:00 : stüdyo
21:30-23:30 : geb oku
23:30-24:00 : pelin (telefon)
benim için çok normal olan, bu günlük planımda adını görmek onu delirtti, yırtmaya başladı kağıdı, "beni ne zaman arayacağını önceden mi belirliyorsun?" dedi, onu ilk defa bu kadar sinirli görüyordum, "vesaire ne experimental, vesaire ne" diye bağırıyordu, çimlerde herkes bize bakıyordu, saat 14:00'dü ve 45 dakika sonra derse gitmem gerekiyordu, kafamdan "demek ki 45 dakika içinde onu sakinleştirmem lazım" diye geçirdim, "canım" dedim, "uzun konuşuyorsun ama telefonda sen, ben de zevk alıyorum senle konuşmaktan ama başka zaman arasam işlerim aksayacak" dedim. bunun onu sakinleştireceğini sandım, ama tersi bir etki yaptı, "uzun mu konuşuyorum ben telefonda" dedi, zıçmıştım. açtı ağzını, yumdu gözünü, saat 14:25 olmuştu, bölüme yürümek 5 dakikaydı, demek ki onu teselli etmek için 15 dakikam kalmıştı. teselli edemedim, dersi kaçırdım, şehre indik, bir bara gittik, topluluğa uğrayamadım, stüdyo'ya gidemedim, eve döndüğümde sarhoştum, geb okuyamadım.
tüm hayatım boyunca, hep vakti olan adam oldum ben, hatta bu yüzden insanlar "boş gezenin boş kalfası" olduğumu düşündü, bu kadar çok şeyi nasıl yaptığıma inanamadı hiç bir zaman, ne de olsa biz, "ben kafama estiğine göre yaşarım hocu" toplumuyduk. herkesin ağzında aynı bahaneler vardı, "vaktim yok", "vakit bulamadım", "çok meşgulüm", "uyuyakalmışım", "ya tam evden çıkıyordum, şu oldu, bu oldu". halbuki hayat kısaydı, vakit gerçekten azdı, daha okunacak çok kitap, izlenecek çok film, dinlenecek çok şarkı, gezilecek çok sergi, tadılacak çok yemek, yazılacak çok yazı, tanışılacak bir sürü insan ve yaşanılması gereken bir çok yaşanmışlık vardı. ben bunları ancak o küçük planlarımla takip edebiliyordum, hayata bu şekilde tutunabiliyordum, ama o planlar da beni sıkıcı biri yapıyordu. sanıyorum yine bir yerlerde yanlış yapıyordum. zaten neyi düzgün yapabilmiştim ki.
şarabım biterken, "viski üretimine girmeli hocu" diye düşündüm, "boring's bourbon" koyardım şirketin adını "BB - dünyanın en sıkıcı viskisi", belki seveni çıkardı.
planör planedit : saat 10:30, artık başlığımızı açabiliriz.
planör planedit 2 : vesaire ne hakkatten hocu ya, kız yine iyi dayanmış bana.
düşündüm, haklıydı gerçekten, ingiliz mesela bir viski üretiyordu, "bunu 40 yıl meşe fıçıda bekleteyim, sonra içeyim" diyordu, ya da üretimciyse, "oğullarım satar" diyordu. ünlü enstrüman üreticileri, ahşap alıyor, onu bekletmeye başlıyor, 100-200 sene sonra ondan enstrüman yapıyordu, bunu planlarken diyordu ki, "şimdi şu kadar ton ağaç koysam, torunum, bunlardan şu kadar keman üretir". oysa biz öyle miydik, ağacı daha keserken, telleri geçirip çalmaya başlıyorduk sazımızı. deli dolu bi millettik, plansız, programsızdık. zaten başımıza ne geldiyse yıllardır bu yüzden geldi. ortadoğu planları vardı diğer ülkelerin, boru hattı planları, zeitgeist'ta anlatılan büyük planları ya da, oysa biz çılgın türklerdik.
bu konuşma aslında, proje yönetimi ve planlama konulu bir tartışma sırasında patlamıştı, proje planına neden uyulamıyordu, neden türkiye'den başarılı proje yöneticileri çıkmıyordu, bunlar tartışılıyordu. ama ben artık içtiğim süpersonik şarabında etkisiyle çok başka şeyler düşünmeye başlamıştım.
ilişkilerimde hep aşırı planlı olduğum için eleştrilmiş ve bir çok tartışma yaşamıştım. hayatı çılgıncasına plansız ve anlık yaşamak gerekiyordu. ama ben bunu beceremiyordum. tamam, dağıtıyordum ben de arada, ama bir şekilde kontrolümü kaybetmiyordum, bu muydu suçum.
üniversite'de bir kız arkadaşım, "o kağıt ne" diye sormuştu, saklamaya çalıştım, fakat olduğundan daha kötü bir şey sanar diye, verdim en sonunda, evet o benim günlük planımdı;
08:45-10:45 : kontrol sistemleri
10:45-12:30 : mekatronik çalış (kütüphane)
12:30-14:45 : pelin (yemek..vs.)
14:45-16:45 : akustik
16:45-18:00 : topluluğa uğra
19:00-21:00 : stüdyo
21:30-23:30 : geb oku
23:30-24:00 : pelin (telefon)
benim için çok normal olan, bu günlük planımda adını görmek onu delirtti, yırtmaya başladı kağıdı, "beni ne zaman arayacağını önceden mi belirliyorsun?" dedi, onu ilk defa bu kadar sinirli görüyordum, "vesaire ne experimental, vesaire ne" diye bağırıyordu, çimlerde herkes bize bakıyordu, saat 14:00'dü ve 45 dakika sonra derse gitmem gerekiyordu, kafamdan "demek ki 45 dakika içinde onu sakinleştirmem lazım" diye geçirdim, "canım" dedim, "uzun konuşuyorsun ama telefonda sen, ben de zevk alıyorum senle konuşmaktan ama başka zaman arasam işlerim aksayacak" dedim. bunun onu sakinleştireceğini sandım, ama tersi bir etki yaptı, "uzun mu konuşuyorum ben telefonda" dedi, zıçmıştım. açtı ağzını, yumdu gözünü, saat 14:25 olmuştu, bölüme yürümek 5 dakikaydı, demek ki onu teselli etmek için 15 dakikam kalmıştı. teselli edemedim, dersi kaçırdım, şehre indik, bir bara gittik, topluluğa uğrayamadım, stüdyo'ya gidemedim, eve döndüğümde sarhoştum, geb okuyamadım.
tüm hayatım boyunca, hep vakti olan adam oldum ben, hatta bu yüzden insanlar "boş gezenin boş kalfası" olduğumu düşündü, bu kadar çok şeyi nasıl yaptığıma inanamadı hiç bir zaman, ne de olsa biz, "ben kafama estiğine göre yaşarım hocu" toplumuyduk. herkesin ağzında aynı bahaneler vardı, "vaktim yok", "vakit bulamadım", "çok meşgulüm", "uyuyakalmışım", "ya tam evden çıkıyordum, şu oldu, bu oldu". halbuki hayat kısaydı, vakit gerçekten azdı, daha okunacak çok kitap, izlenecek çok film, dinlenecek çok şarkı, gezilecek çok sergi, tadılacak çok yemek, yazılacak çok yazı, tanışılacak bir sürü insan ve yaşanılması gereken bir çok yaşanmışlık vardı. ben bunları ancak o küçük planlarımla takip edebiliyordum, hayata bu şekilde tutunabiliyordum, ama o planlar da beni sıkıcı biri yapıyordu. sanıyorum yine bir yerlerde yanlış yapıyordum. zaten neyi düzgün yapabilmiştim ki.
şarabım biterken, "viski üretimine girmeli hocu" diye düşündüm, "boring's bourbon" koyardım şirketin adını "BB - dünyanın en sıkıcı viskisi", belki seveni çıkardı.
planör planedit : saat 10:30, artık başlığımızı açabiliriz.
planör planedit 2 : vesaire ne hakkatten hocu ya, kız yine iyi dayanmış bana.
güncel Önemli Başlıklar