hayaletin hayali

Hayaletin hayali yokluğundan bihabermiş, ama en mutlusu da o imiş. Aslında gerçekten de var olan kendisiymiş;
Ne kendini ispatlama kaygısı ne de hayatta kalma mücadelesi.
Bir salıncak kurmuş yüz yıllık efsanevi çınar ağacına; sallanmış bir sağına, bir soluna, yetinmemiş, itelemiş kendisini bir önüne ve de bir arkasına. Etmiş mi sana dünya çeperinde bir sergüzeşt macera?..

Hayaletin hayali içki kazanına düşmüş; her nefeslik can alma halvetinde, hevaperest işgüzar ruhuna yenik düşmüş. Ayık gezmemesi bundanmış aslında çokça. Soranlara da yanıtı yokmuş aslında.
Ayık olduğunda çektiği acıları nasıl anlatırmış karşısında olana, ona karşı durana? Doğru yolu gösterene inanmak ne kadar akıllıca?

Hayaletin hayali girift bir hikaye peşine düşmüş dünyayı aldırmaz hislerle; elinde kendi gibi deli defteri ve susmak bilmez kalemiyle...
Yazıp yazıp silmiş haliyle; gel zaman git zaman, çok şeyler inşa etmiş kapanıverdiği fil dişi kulesi dünyasının debdebesiyle. Berduşluğuna söylenenlere değil de, en çok meczupluğuna dillenenlere içerlemiş içten içe. Demişlerdi oysa ona, bu dünya da iki kere iki dört eder diye.

Hayaletin hayali düşmüş mü bir çıkmaz sokaklı aşka?
Ee, şimdi ne edecek kendi acımasına, içinin yanmasına? Perilerle etmiş bir pazarlık, ruhunu sattırmaya karşı gelen tavrının ödün veren korunmasızlığıyla. Bir kere de bunun için yıkılmaya değmez miydi diye düşündü aklınca. Saymış içinden pervasızca:
"bir, iki, üç, dört, beş, altı, ye..."
Zorlamadı bundan gayri kendisini, koy verdi kendini aşkın hesapsızlığına...

Hayaletin hayali, sıkışmış bir mengeneye. Dön bir o duvara, dön bir bu duvara. Umudu tükenmez onun kale surlarında; amma canı da yanarmış devşirilmeye çalışılan insan suretli canavara!
Size demiş miydim, hayaletin hayali haresinde yakılmış, yok olmuş diye. Artık insan vücudunda ve mantığında gezermiş o kapı senin bu kapı benim macerasıyla...