bugün

depeyi

kız kardeşi için "anne baba yataginda pazar sabahi gidiklasmalari" başlığına yazdığı şiir ile bu yaşımda şiir sevmeme vesile olmuş, içinde bir gram kötülük taşımayan, kompleksten arınmış, hayatımda gördüğüm en dertten uzaklaştıran yazar. yaşamayı seven, sevdiren insan.

kız kardeş anlamsız bir pazar günü baba evine bu kadar güzel mi davet edilir, seni yetiştiren anne babaya bu kadar mı güzel teşekkür edilir?

--spoiler--
süpermen değil benim babam,
upuzun pelerini yok ki!
ama bir çantası var kocaman,
biliyor musunuz siz?
nerden bileceksiniz?
içine girip onla işe gitmeyi istemediniz ki hiç!

sabahlardan bir sabah
ben yine yuvaya gitmicem diye salya sümük zırlayıp,
kendimi temiz bir babanne dayağına hazırlayıp,
salonun ortasına,
daha geçen gün tutamayıp patır patır sıçtığım yere oturmuş,
bu yalancı ağlamayı yuvaya gönderilmemem için daha ne kadar sürdürmem gerektiğini kestirmeye çalışırken
ansızın o çantanın içinde kendimi buluverdim!
tuttu elimden babam beni, "ofis"e götürdü
işte ben o gün biraz küçük prens, biraz daltonlardan joe
ama en çok devler ülkesindeki güliver'dim.

yüksek masalara erişemeyen boyum
bilgisayarda bana açılan birkaç sıkıcı oyun
ve kadın kucaklarında yanağımın mıncırılmasıyla geçen yarım günün ardından
biz babamla teneke tepsilerde makarna ve biber dolması yedik
dolmanın kabuklarını bıraktım,makarnamın hepsini bitirdim
bi de cola içip geğirdim;kadınlar, yine yanaklarımı sıktılar
osursam bile yanağımı sıkacaklar!
sonra dönüp ofise, önüme koyulan yalnızca 3 renk tükenmez kalemle
-kırmızı, siyah ve lacivert-
bir dağ,bir güneş ve bir nehir çizdim
anlatmaya çalıştığım,
güneş karardığı zaman nehirlerin kırmızı akacağı,
ve karşı masada lacivert don giymiş ablanın
dağ gibi memeleriyle çok canlar yakacağı
olduğu halde,
masaların altına girdiğimde eteklerine baktığımı söyleyemediğimden açıklayamadım resmimi.
başlamadan bitti resim heykel kariyerim
onlarsa,
yanaklarımı sıktılar.

akşam oldu, ışıklar söndü, dondurmacının dondurması bitti
eve döndük biz de.
hemen yatağa yatırdı annem beni
çişim gelmiş gibi yapıp kalktım bir sefer
bir sefer de "süt istedi benim canım" diye kandırdım
ardından susadım
ardından midem bulandı dedim
ardından...annem masal okudu sanırım,uyumuşum.
belki yarın da annem götürür hayali kurdum ama
ertesi sabah hiçbir bahanemi kabul etmeyip,yuvaya yolladılar beni.

temel sorunum,
yuvanın bir grup gerizekalı tarafından işgal edilmiş oluşuydu;
her uyku saatinde benim çarşafa işediğimi ispiyonlayan bir murat,
sürekli ağlayan bir tuğçe,
en çok da yanına yaklaştığım anda kafama patapata diye lego parçaları fırlatmaya başlayan bir adet boğaç!
ki kendisi ütü baskısı yaptığımız gün,
öğretmenin elinden kapıp ütüyü
gösterip içindeki kötüyü
ayşe'nin suratına bastırmıştı..
18 yaşını geçip, "ameliyata elverişlidir" olurunu alınca anca,
estetikle kazıdılar kızın yanağındaki "rowenta" yazısını...

işte bu bir grup gerizekalı arasında, annemi günde sadece 1 saat
babamıysa yalnızca pazar sabahları horlarken görebilen ben
hiç de mutlu değildim!
çıkıp yuvadaki masaya,
öğretmeni yanıma çağırıp kulağına eğildim
sordum fısıldayarak, aldığım cevap çok şaşırtmıştı beni
yine de bir denemeye karar verdim...

pazar günü geldi
sabah çizgi filmlerini her nedense hayatımın en önemli şeyiymişcesine bellemiş olan ben
erkenden kalktım
televizyonu açtım
bir kulağım yatak odasında...
horlama kesinlikce uyandı demektir babam!
kesildi horlama ve fırladım yerimden
yatakta bir minicik boşluk kalmış anne denen perimden
sığışıverdim,aralarına girmemeye dikkat ederek

önce bir gözünü açtı babam
ve annem hemen ardından
biraz uykulu,bolca yorgun ve minicik boşluktan kendilerine bakan ben'i tanımaya çalışan bu iki çift göz,
bu dört zeytin tanesi,
bu dört kömür karası,
ve biraz ıslak sanırım bacaklarımın arası...
yine işemiş olmalıyım uyurken..

tam olarak uyandıklarına emin olunca
"sarılın" dedim, "birbirinize"
önce anlamsızca suratıma bakıp,
belki çalışmaktan belki benim yüzümden
bir süredir unuttukları o yarı utangaç,yarı romantik gülümsemeyle sokuldular
sarıldılar...
sarıldılar...
sarıldılar...

hiçbir şey olmadı!

kandırılmıştım!

ve ağlamaya başladım
babam aldı kucağına
başımı gömdüm annemin sıcağına
anlattım:
"ben" dedim, "öğretmenime sordum"
"kardeş nasıl olur diye"
"öğretmenim sırıtıp dedi ki,
annenle babam sarılsın, kardeş olsun sana hediye!"
gülmeye başladılar!
evet evet! ağlamama hiiiç aldırış etmeden!
utanmadan gülüp durdular!

ben daha ağlardım ya, gıdıklamaya başladı annem beni
çıkıp tepelerine avaz avaz bağırıp direnmeye çalışınca da
babam boğuştu benle!
"demek kardeş" istiyorsun dedi, "işimiz var o zaman senle!"
aralarına yattım
ellerimi enseme attım
bir dilek tuttum
kardeş diledim de...
"hemen olsun!" demeyi unuttum

aradan geçen -ama geçmek bilmeyen-
annemin canının erik çektiği
ve "hayır annenin göbeğinin üzerinde zıplayamazsın!" yasaklı
yaklaşık bir dokuz aydan sonra kardeşim oldu!
ya da durun açık söyliyim:
"aman bu ne be kırış buruş bişi çıktı çıka çıka!"m oldu bir tane..

***

şimdi sen şu monitöre o iki zeytin gözle bakan kırışım, sen buruşum,
şimdi sen, cevizli kurabiyem (evet annanemin yaptığından) ve ılık sütüm,
anne baba yataginda pazar sabahi gidiklasmalarinın anlamı olan sen,
koskoca, güpgüzel bi kızsın..
ne bugün doğum günün, ne de uzaktayız birbirimizden
ne kavga ettik yakınlarda, ne de küsüştük
bir anlamsız 24 mayıs çarşamba bugün...

ve ben seni, bu bir anlamsız 24 mayıs çarşamba günü...çok seviyorum!

benimle bir anlamsız 28 mayıs pazarında uyanıp...annemleri gıdıklamaya gelir misin?
(depeyi, 24.05.2006 17:53)
--spoiler--