amerikan mallarını boykot etmek

Murat Bardakçı'dan alıntıdır:

Esmeye başlayan boykot rüzgárları, bana bundan önceki ilk millî boykotumuzu hatırlattı: 1908'de Avusturya'ya karşı başlattığımız ‘‘fes’’ boykotunu ve hazin bir öyküyü...

ÖZGÜRLÜK HiSTERiSi

Tahtta Sultan Abdülhamid vardı, iktidarının otuz ikinci yılıydı ve memleket karmakarışık, herşey birbirine girmiş haldeydi.

Hükümdar Jöntürkler'den, Rumeli'deki askerlerden, içeriden ve dışarıdan gelen baskılara nihayet boyun eğdi, 23 Temmuz günü seneler önce kapattığı Meclis'in yeniden açılmasına izin verdi. Bu hadise, tarihlere ‘‘ikinci Meşrutiyet’’ olarak geçti.

Abdülhamid'in 32 senelik mutlakiyeti birkaç gün içinde yerini aşırı bir serbestliğe bıraktı. Söylenmesi yahut yapılması yasak olan ne varsa yazılıp konuşulur oldu, vakti zamanında sürgüne yollanan muhalifler peşpeşe istanbul'a döndüler, sansür kalktı ve memlekette hürriyet rüzgárları esmeye başladı. ittihad ve Terakki Cemiyeti'nden artık ‘‘Mukaddes Cemiyet’’, ittihadçıların merkezi Selanik'ten ‘‘hürriyetin beşiği’’, diye bahsedilmedeydi.

Hürriyet rüzgárları, birkaç hafta sonra şiddetli bir fırtınaya döndü. Jöntürkler ve ittihadçılar duruma hakim gibi görünüyorlardı ama memlekette kimin sözünün geçtiği pek belli değildi ve bu karmaşa başkalarına yaradı: Türkiye'yle araları o zamanlarda da pek iyi olmayan ve Babıali ile devamlı didişen komşularımıza...

ilk atağı Avusturya yaptı ve imparator François-Joseph, 1908'in 5 Ekim'inde yayınladığı bir kararnameyle, káğıt üzerinde de olsa Türk toprağı sayılan Bosna-Hersek'i ilhak ettiklerini açıkladı. Babıali, Viyana'nın yarattığı şaşkınlıkla mahmur bir haldeyken, aynı gün bu defa Sofya'dan da bir haber geldi: O zamana kadar yine káğıt üzerinde Osmanlı toprağı sayılan ama apayrı bir prenslik olan Bulgaristan artık ‘‘bağımsız bir krallık’’ olduğunu ilán etti. Bütün bunların üstüne de, Yunanistan, hemen ertesi günü Girit adasını topraklarına kattığını duyuruverdi.

O devrin hükümet merkezi Babıali'nin, bütün bu oldu-bittilere protesto dışında bir karşılık vermeye ne gücü, ne de háli vardı. Viyana'ya, Atina'ya ve Sofya'ya gönderilen telgraflarla Osmanlı topraklarına yapılan bu tecavüzler kınandı ama bu arada herkesi şaşırtan bir de karar alındı: Avusturya'yla yapılan her türlü ticareti boykot edildi ve ithalát durduruldu.

Türkiye'nin Avusturya'dan yaptığı ithalátın büyük kısmında, eski giyimimizin belki de en önemli parçası olan fes vardı. Gerçi istanbul'da bir ‘‘Feshane’’ faaliyetteydi, işe özel sektör de el atmıştı ama yerli üretim ihtiyacın çok altındaydı ve kullanılan feslerin yüzde yetmişe yakını Avusturya malıydı. Bütün çabalarını devlete tek başlarına hakim olmaya sarfeden ittihadçılar, işlerine gelecek bir galeyan havası yaratabilmek için boykotu var güçleriyle desteklediler.

YiNE BiZ KAYBETTiK

Partili konuşmacılar istanbul'un hemen her meydanında nutuklar çekmede, halkı Avusturya malı fesleri kullanmamaya ve daha önceden satın aldıklarını da parçalayıp atmaya çağırmadaydılar.

Boykota katılanların sayısı gün geçtikçe arttı, Avusturya'dan gelen fesler satılmaz oldu, fesin yerini kalpağı andıran serpuşlar aldı ama bu milli galeyan sadece dört ay devam edebildi: Viyana ile masaya oturan Babıali, 26 Şubat'ta imzaladığı bir anlaşmayla Bosna-Hersek'in Avusturya toprağı olduğunu kabul edip bütün haklarından feragat etti. Birkaç hafta sonra da Sofya ile anlaştı ve bu defa da 5 milyon ingiliz altını tazminat karşılığında Bulgaristan'ın bağımsızlığını kabul etmek zorunda kaldı.

Ama değil 5 milyon, tek bir altın bile alamadık, zira Bulgaristan ödeyecek parası olmadığı bahanesiyle Rusya'yı devreye soktu, Ruslar tazminatı garanti ettiklerini ama Türkiye'nin kendilerine önceden kalma savaş tazminatı borcu bulunduğunu ve sözkonusu 5 milyon altının bu tazminata mahsup edildiğini söyleyip hiçbir ödeme yapmayacaklarını açıkladılar. Fes boykotu da bu arada kaynadı, gitti...

Bundan 83 yıl önceki ilk milli boykotumuzun öyküsü, kısaca işte böyle.