bugün

sözlük yazarlarının otobiyografileri

Bin dokuz yüz kırk yılının kasım ayı yirmi yedinci günü, dünyanın gelmiş geçmiş en iyi yakın dövüş ustası Bruce Lee Amerika’nın San Francisco eyaletinde dünyaya gelmiş…Bu bilgiyi öğrendiğimde, benden kırk iki sene önce doğmuş bu adamla aynı gün dünyaya gelmiş olmaktan dolayı garip bir heyecana kapılmıştım. Sanki aynı gün doğunca, onun kadar başarılı bir sporcu olacakmışım gibi hissettiğimi dün gibi hatırlıyorum…
Bin dokuz yüz seksen iki yılının kasım ayı yirmi yedinci günü, Bursa’nın Teleferik kazasında tek katlı bir evde sabah namazından birkaç saat önce bütün mahalleyi uyandıran bir ses duyulmuş…rahmetli halamın Londra’dan kalkıp sırf benim doğumum için geldiği evimizin tüm duvarlarında çınlamış, popoma yediğim tokadın acısıyla ağlayışım…ebe hemşire olan halamın ismini yıllar sonra doğacak kızıma vermeyi sanırım o gün düşünmüş olmalıyım…
Bursa’da yaşadığım yılları neredeyse hiç hatırlamıyorum, annem bin dokuz yüz seksen üç yılının ağustos ayında tekrar gebe kalınca, bizimkiler istanbul’a taşınmaya karar vermişler ve bin dokuz yüz seksen dört yılının nisan ayında evdeki hükümdarlığım son bularak kardeşim dünyaya geldi…hayatımın en değerli varlığı olması gerekirken, aramızdaki düşük yaş farkından dolayı beni hiçbir zaman ağabey olarak görmedi ve tüm çocukluğumla gençliğimin içine büyük bir özenle sıçtı…
Yedi sekiz yaşlarındayken içimde gelişen yegane istek; istanbul’dan, bu aileden, bu kardeşten kaçmak…onlardan çok uzaklarda yaşamak…bir daha bu eve asla geri dönmemek, onların olmadığı bir hayat kurup o hayatı yaşamaktı…Bu hayalimi iki bin yılının eylülünden beri yaşıyorum…
Çok matah bir çocukluğum olmadı, istanbul Bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesine bisikletle on beş dakikalık mesafede oturduğumuz için bütün çocukluğum hastanenin bahçesinde tek başıma oyun oynayarak geçti. En yakın arkadaşlarım “deli” denen o mükemmel insanlardı. Zaman zaman birilerinin erik ağacına dalar, etrafta kimse yoksa -sırf olaya heyecan katmak için- “eriğe dalan var” diye avazım çıktığı kadar bağırırdım…çocukluk işte…şimdi olsa, eriği topladıktan sonra bağırırım…
Ailem, doksanlı yılların başında izmir’in küçük bir balıkçı kasabası olan Mordoğan beldesinde bir ev aldı ve buranın “yazlık” olduğunu söylediler. işte çocukluk dediğiniz o mükemmel dönemi bu “yazlık” denen yerde dibine kadar yaşadım…öylesine özgür, öylesine sonsuz ve bakir bir beldede herkesin tanıdığı ve hiç kimsenin zarar vermeye cesaret edemediği o mükemmel çocukluk…en büyük zevkim ise, ilaçlama arabasının peşinden koşmaktı…
ilk aşkımla da burada tanıştım, ilk defa bu küçük beldede bir kadının dudaklarına değdi dudaklarım…ellerim ilk defa burada bir kadının ellerini tuttu…gözlerim ilk defa burada bir kadının gözlerinde kayboldu ve kalbim, ilk defa bir başkası için burada çarpmaya başladı…tüm bunları yaşadığımda artık çocuk değildim, on altı yaşında ergenliğinin dibinde bir oğlandım…ancak kader buymuş bu aşk fazla uzun sürmedi…iki sene sonra bir kurban bayramı arifesinde, hayatımı anlamlı hale getiren o güzel insanı trafik kazasında kaybettim…travmatik ruh halim o günden beri devam ediyor ve ben ölene kadar da bitecek gibi görünmüyor.
Eğitim öğretim hayatımda çok başarılı bir öğrenci olmayı hiçbir zaman başaramadım, aklım hep bir karış havadaydı, orta okul sıralarında piyesler yazar, sınıf arkadaşlarıma zorla oynatırdım…bu çocuk ya tiyatrocu olacak ya da sinemacı derlerdi…hiç biri olamadım…şişman ve çekingen bir çocuk olduğum için okulun kabadayısı mustafa tarafından orta ikinci sınıfta başlayan ve bitmek tükenmek bilmeyen fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldım. Bu şiddetten kurtulmanın tek yolu ise sınıfta kalıp okul değiştirmeye ailemi ikna etmekten geçiyordu…nitekim öyle yaptım ve okul değiştirdim. Yeni okuluma hiç alışamadım, tiyatro sevdası da bu yeni okulla birlikte tarih oldu…ama yeni bir sevda başlamıştı yüreğimde, müzik…o yıllarda türk sanat müziğine ilgi duymaya başladım ve keman eğitimi aldım, tam dört yıl boyunca keman çalmayı öğrendim ta ki farklı bir enstürman ve müzik türü kalbimi işgal edinceye kadar…
iki bin yılında Kütahya dumlupınar üniversitesi maliye bölümünü kazandım, idealim rehberlik psikolojik danışmanlık okuyup pedagoji eğitimi almak ve pedagog olmaktı ama kafa o kadar çalışmıyordu…tam yedi senede bitirebildiğim okuldan bir şekilde mezun oldum. Kütahya’da türk halk müziği ile tanıştım, elimdeki kemanı bırakıp onun yerine bağlama aldım ve o günden beri de elimden hiç bırakmadım…üni yıllarında, yerel bir radyoda program yine yerel bir tv kanalında canlı yayın yaptım. Bir dönem gece hayatının içinde olmaya karar verip barmenlik öğrendim, bu kesmedi yazın otellerde çalıştım, Muğla’nın Fethiye beldesinde tam yedi sezon boyunca animatörlük yaptım…hayatımın en keyifli işi buydu…
Sonra askerlik ve eve dönüş….dokuz yaşımdan beri ailemle yaşamak istemiyordum, bir şekilde iş bulup ailemin yanından taşındım, iki üç ay bile olsa onlarla yaşamak işkence gibiydi…izmir’e yerleşmeye karar verdim ve iki bin sekiz yılında izmir’e yerleştim.
Üni döneminden arkadaşım olan izmir’li bir kıza yıllar sonra aşık oldum, iki bin on yılının kasım ayında ise bu kızı benimle evlenmeye ikna ettim…iki bin on üç yılında ise kızımız dünyaya geldi…
Aşık olduğum kadın tarafından artık istenmediğimi öğrendiğimde tarih iki bin on yedi yılının temmuz ayını gösteriyordu…boşandık…O günden beri hayatın zorluklarını tek başıma üstlenmeye devam ediyorum…
Aslında yazacak daha tonla şey var ama bunu bile okuyacak inşaların sayısının bir elin parmaklarını geçmeyeceğini çok iyi biliyorum…okuyanlara teşekkür ederim.