kendi kendine konuşmak

yedi yaşında iken evde 6 saat yalnız kalmak zorunda olan ben, bu sıralarda edindim bu alışkanlığı. yani 15 senedir kendi kendime konuşmaktayım, tabi ben buna bu ismi vermiyorum. aklımdan geçenleri sesli olarak kendimle paylaşıyorum ve kendimle tartışıyorum, benim tanımım bu. bir fikri bu şekilde değerlendiriyor, bir öyküyü bu şekilde yazıyorum ben. kendi kendine sohbet etmek bu aslında. dolayısı ile kendinizi bir anda kahkahalarla gülerken bulabiliyorsunuz boş bir odada. veya kendinizden, sanki bir başkası gibi söz edip onu eleştirirken birden irkiliyorsunuz. ve kendi açımdan bu hep böyleydi, hiçbir zaman kendim dışında biri ile konuşmadım. ne tanrıyla, ne pinokyoyla. bir nevi yankılarla sohbet bu. son birkaç yıldır ise insanların bu durumumu iyice garip bulduğunu farkedip bunu sessizce, kafamın içinde yapmaya çalışmaktaydım. ama olmuyor, o sesi duymaya ihtiyacım var. çok küçük yaşımdan beri kronik yalnızlık ve anlaşılamamaktan/paylaşamamaktan muzdarip bünyemin tek sadık arkadaşı, dinleyicisi ve fikri süzgeci yine kendisi. bu durumu tamamiyle kabul ediyorum ve kendi sesimi duymak beni mutlu kılıyor. bu hem yalnız olduğumu hem de olmadığımı hatırlatıyor bana. tek gerçek evimin, kafatasımın içi olduğunu da.
kendi kendine konuşmak, bana başka çok az insanın sahip olduğu sınırsız bir zihinsel özgürlük ve bunun getirdiği sonsuz sıkıntılar verdi. ama ben tüm bunları içtenlikle, bir armağan olarak görüyorum. ben hep kendimi dinledim, yalancıları, az bilip çok konuşanları, komşuları veya başka insanları değil. kendime karşı dürüstlüğün bu şekilde ortaya çıktığını düşünüyorum. ve artık bunun ne kadar garip bulunduğumu umurumda değil. bu, beni yaratan zorunlu ve garip bir araç sadece.