bugün

tutunamayanlar

--spoiler--
dört kere okumaya başlayıp üçünde yarım bıraktığım tuğla gibi kitaptır. şu günlerde dördüncü kere okumaya başladım ve nihayet 300. sayfaya kadar geldim. Kitabın o kadar methini duydum ki beklentim çok üst düzeydeydi. Şu ana kadar beklentimi karşılayamadı fakat kitabın sonunda bu görüşümün değişeceğine muhakkak gözüyle bakıyorum.

kitaba gelirsek şuan okuduğum bölüme kadar diyebilirim ki turgut özben, selim ışıktan daha sorunlu bi insan gibi. Özellikle pavyondan geneleve gitmeye karar verilen sahneyi anlatırken bi anda yaptığı iç konuşma, insanı vurur, derin düşüncelere iter .

"sen, selim ışık, genelevin salonunda ne arıyorsun?

şu karşında oturan adamlara bak. onların arasında senin ne işin var? büfenin üstündeki aynada kendini hiç seyretmedin mi?

hangi rüzgâr seni buraya attı iki gözüm? bu ahmak metin için mi? bak karıyla nasıl dansediyor. nasıl yılışık bir gülümsemeyle konuşuyor.

orada, kenarına iliştiğin kanepede, bir sığıntı gibi oturuyordun. nereden geldin, nereye gidiyordun selim işık? kim bilir bu soruyu orada, öyle büzülmüş otururken kaç kere sormuşsundur kendine?

çık dışarı selim işık! temiz hava al biraz.

insan, kötü şeylerle ne kadar az karşılaşırsa o kadar iyi olur.

hayat tecrübesi mi?

sanmam. bak karşındaki adam nasıl bir kravat takmış; ceketinin yeşiline bak. sen hiç öyle ceket giydin mi?

neden odandan çıkmak diye bir mesele attın ortaya? neden, dünyaya, yaşamaya karışmak gibi bir mesele çıkardın? sen konsomosyon yapabilir misin?

in oradan aşağı. kapıdaki gözetleme yerinden içersini seyretmek isteyen kalabalığa, onlardan birine, bir sözünü anlatabilir misin?

siz de, selim’in çevresini saran yaratıklar, kiminle birlikte olduğunuzun farkında mısınız? hayatınızda bir daha belki hiç görmeyeceğiniz bu adamın sizi hiç unutmayacağını biliyor musunuz? siz onun yanında kim oluyorsunuz? böyle bir adamın yanında bir daha oturabilecek misiniz bakalım? onun bütün arkadaşları şimdi paşa oldu. sizde hiç utanma yok mu? yer verin biraz. siz, biraz kenara çekilin. sen de rahatsız etme çocuğu, memelerini sallayıp. arkadaşını bekliyor işte: görmüyor musunuz? siz de kapının önünde birikip durmayın. başka yapacak işiniz yok mu? çocuk sıkılıyor işte. bir saattir, parmaklarını birbirine değdiriyor, sigara içiyor, duvardaki yazıları okuyor, biri bir şey sormasın diye yerinden kalkamıyor.

peki, siz de onun gibi, buraya gelmeden önce, günlerce uykusuz kalarak, yalnız buraya gelmeyi düşündünüz mü? buraya gelmenin ne demek olduğu, sizin de aklınıza takılıp kaldı mı?

haydi metin! sen de şeyini çabuk tut biraz.

metin’e baktı: herifin danstan başını kaldırdığı yok. hiç oturmayacak bu gidişle.

masaya bir yumruk vurdu: “metin!”

“sarhoş oldunuz galiba.”

“metin! buraya gel metin!”

metin, biraz şaşırarak yaklaştı. metin’inki de içkiye devam edileceğini umarak turgut’unkinin içtiğiyle arasındaki farkı kapatmak hırsı içinde hemen masaya oturdu.

“gidiyoruz metin.”

“gidiyor muyuz? nereye?”

kendininkine, göz ucuyla, biraz mahzun baktı.

“meselenin kaynağına gidiyoruz metin!”

“kaynağına mı? neresi...”

turgut ayağa kalktı. kahramanca sallanıyordu.

“meselenin dibine gidiyoruz. kaynağına gidiyoruz."

elleriyle masaya dayandı. dişlerini sıktı:

“hayatın kucağına gidiyoruz metin.”

“peki, nereye?”

“kerhaneye!”

herkes sustu. turgut bağırdı: “hesap. palto. araba.”

kapıya koştu. şoföre bağırdı: “yürü!”

“nereye beyim?”

“kerhaneye!”

metin, başını arabanın arkalığına dayamış, sabit gülümsüyordu." *
--spoiler--