bugün

nazım hikmet ran şiirleri

çok dikkatli okunması gereken şiirlerdir. içerdiği anlam ve tasvirlerle öne çıkar ve bazen hiç anlaşılmayan bir anda sarsıverir insanı.
aşağıdaki şiiri önyargılarından kurtulamayan canlı türleri okumasa iyi olur...

yaldızlı meşin kabı
parçalanmış kitabı
ay altında dün gece
deli bir derviş gibi
mumu sönmüş rahlesi yere devrilmiş gibi
okudum saatlerce.

yaldızlı meşin kabın
parçalanmış koynunda uyuklayan kitabın
çevirdikçe küf kokan her sarı yaprağını
sandım ki eşiyorum bir mezar toprağını...

ince el yazıları canlandı birer birer
masallarda çizilen yüzleri gösterdiler
iblis bir yılan oldu, adem havvaya kandı
kardeşini öldüren lanetli ruhu gördüm
koca yahta bir gemi ummanlarda çalkandı
ufuklardan güvercin bekleyen nuh'u gördüm
ismail'in topuğu kumdan çıkardı zemzem
tur-u sina da musa kaldırdı kollarını
asasını vurunca yarıldı bahr-i kulzem
buldu ben-i israil kudüs'ün yollarını..

zekeriya zikrini
bir sonsuz aha verdi
doğdu isa bikrini
meryem allah'a verdi
kureyş-i muhammed'e kucak açtı medine
bir ateş mezar oldu kerbela hüseyin'e

sayfalar döndükçe bunlar hep birer birer
doğrulup devrildiler
ay battı güneş doğdu
kalbimde ateş doğdu
yaldızlı meşin kabı
parçalanmış kitabı
varsın gömülsün diye bir ebedi uykuya
attım kör bir kuyuya

yazık yazık bize ki asırlarca aldandık
karanlıkta çizilen izleri görmek için
görüp yüz sürmek için
yazık yazık bize ki bir çırağ gibi yandık
ne gökten necat geldi ne bir parça merhamet
çalışan esirlere isa, musa, muhammet
sade bir satır dua bir tütsü buhur verdi
masal cennetlerinin yollarını gösterdi

ne beş vaktin ezanı ne anjelüs çanları
zincirden kurtarmadı yoksul çalışanları
yine biz köleleriz efendilerimiz var
yine her melun taşı yosunlanmış bir duvar
esir efendi diye koymuş da adlarını
iki bahta ayırmış arzın evlatlarını

efendi işletiyor esir işliyor gene
yine efendilerin gümüşlü sofrasından
kar gibi ekmeğinden şarap dolu tasından
kırıntı artık bile düşmüyor işleyene
yine biz esir geçen her günün akşamında
eve sade bir lokma ekmek getiriyoruz
gece yağmur inlerken evimizin damında
ısınabilmek için güneşi bekler gibi
birbirine sokulan hasta köpekler gibi
yırtık yorganımızın altında titriyoruz

çiftimiz balyozumuz sonsuz çalışmamızla
asırlardır bağrında inleyen kazmamızla
heyecana geldi de kara toprağın kalbi
kendini teslim eden taze bir kadın gibi
çiçeklerle donandı dünya isimli ağaç
biz bu ağacımızın dibinde ölürken aç
efendiler gösterip sırıtan dişlerini
birer birer topluyor bütün yemişlerini

efendiler ağalar evliyalar keşişler
ebedi karanlığın boğulsun kollarında
artık temiz ruhların aydınlık yollarında
sade bir din bir hak bir kanun varsa
o da işleyen dişliler...