bugün

kurtuluş cephesi

devamı..

En genç yaşta evlendirilen, üreyen ve türeyen "islami kadın", "zarif ve cazibeli" oluşuyla erkekleri "ürperterek" "hürmet" görecektir! Doğduğu andan itibaren sürekli horlanmış, iteklenmiş, dövülmüş, hizmetçi gibi kullanılmış yoksul kadınların, böylesi bir "hürmet"i ("cennet") vaad edenlere yönelmelerine de şaşırmamak gerekir. Onlardan istenen tek şey, tesettüre girip, olabilecek en moda tesettür giysileri alarak, her türlü makyaj malzemesini kullanarak "zarif ve cazibeli" olmaya çalışmaktır. Gerisi şeriatçı toplulukların içine girmekten ibarettir. Bu topluluk içinde "yeni hayat" ve "hayat tarzı" (ve "cennet") onları beklemektedir.
işte ÖD Partisi'nin "insanlara yenisi gerekli" dediği "ütopya" da böylece oluşmuş bulunmaktadır.
Bu Necip Fazıl Kısakürek'in "Büyük Doğu" hikayesi, radikal "başörtücüler"in "başörtüsü yasağı da neymiş" dedikleri "islam inkılâbı"nın bir parçasıdır. Bütünü ise, aileden kadına, bireyden topluma her kesimin ve her alanın doğrudan "islami devlet" tarafından "müdahale" edildiği, "islami devlet"in "toplum mühendisliğı"ni yaptığı bir toplumsal düzendir. "Globalizm" yandaşı, ekonomide, toplumsa ilişkilerde ve politikada liberalizm taraftarı küçük-burjuva "medyatikler"inin radikal biçimde destekledikleri "başörtüsü"nün gerçekliği budur.
Onlar, Jakoben Fransa'sından gelen, "katı bir ideoloji" olarak tanımladıkları laikliğe karşı çıkarken, "liberal türbancılar"ı kendilerinin "doğal müttefiki" olarak düşünmektedirler. Bu "doğal müttefikler", kaçınılmaz olarak "katı ideoloji"nin "kemalizm" olduğunda birleşmektedirler. Böylece "türban", "başörtüsü" ya da tesettür "sorunu", giderek "kemalizm" sorununa dönüştürülmektedir. Bu dönüştürmede en büyük araç ise, "kemalizm"in bir ideoloji olduğu, "resmi ideoloji" olduğu, devletin ideolojisi olduğu saptırmasıdır. Bu "ideoloji"den kurtulduklarında varılacak yer ise muhteliftir:

"Büyük Doğu"nun kafasında, bir Mebuslar Meclisi değil, bir 'Yüceler Kurultayı' yaşamakta; ve bu 'Yüceler Kurultayı'nın kürsüsünde 'Hâkimiyet milletindir' levhası yerine 'Hâkimiyet hakkındır' düsturu ışıldamaktadır."[5*]

Böylece mevcut devletin ideolojisi olarak ilan edilen "kemalizm"in yerine "şeriatçılık" bir alternatifken, radikal "başörtücüler" için "globalizm" ve "kozmopolitizm" alternatif olarak sunulmaya çalışılmaktadır.
Her iki kesim de kendisinin "akıllı" olduğuna inanır. "Akıllı" oldukları için de, "diğer tarafı" kendi amaçları doğrultusunda kullandıklarını düşünürler. Yaptıkları ise, "düşmanımın düşmanı dostumdur" politikasından başka birşey değildir.
"Türban" ya da "globalist" küçük-burjuvanın "başörtüsü" dediği sorunun "kemalizm" sorunu haline dönüştürülmesi basit bir demagoji ya da saptırma değildir. Onlar, "kemalizm"i ideoloji olarak sunarken, gerçek hedefleri laikliktir, onların deyişiyle "Jakoben laiklik"tir.
Laiklik, dini kişisel bir soruna indirgeyerek, devlet ve politika alanının dışına çıkartmaktır. Yüzlerce yıl hukuktan eğitime, sanattan edebiyata kadar toplumsal yaşamın her alanını etkilemiş ve şekillendirmiş olan dinin "kamusal alan"dan uzaklaştırılması, aynı zamanda bu alanların yeniden biçimlenmesi demektir. Bu yönüyle laiklik, tüm toplumsal ve siyasal yaşamı değiştirici özelliğe sahiptir. Karşı olunan laiklik kendine özgü bir yaşam biçimi oluşturmaktadır ve feodal, ataerkil ilişkilerin tasfiyesi demektir.
Şeriatçıların laikliğe karşı oluşları kolayca anlaşılabilecek birşeydir. Ülkemizde en çok kafaları karıştıran ise, "globalist", "uygarlık projesi" AB yandaşı olduklarını ilan eden radikal "başörtücü" köşe yazarlarının ve küçük-burjuva entelektüellerinin, laiklik karşıtı oluşlarıdır. Bu öylesine bir karşıtlıktır ki, AKP'nin "belli alanlarda başörtüsü yasağının kaldırılması" istemine karşı, "tümüyle serbest bırakılması" istemini ortaya atabilecek büyüklüktedir.
Şeriatçılar gibi "globalist" küçük-burjuva entelektüelleri de amaçlarına "evrimci" bir politika izleyerek ulaşmaya çalışmaktadırlar. Bu nedenle, daha geniş bir kitleyi etkileyebileceklerini ve harekete geçirebileceklerini düşündükleri sorunları ve konuları öne çıkarırlar. Bu alanlarda sağlanacak "ilerlemeler"le amaçlarına daha kolay ve emin adımlarla ilerleyeceklerini hesaplarlar.
Aynı kesimler 1980'lerde "kemalist devletçilik"in oluşturmuş olduğu bürokratik ve hukuki yapıyı değiştirebilmek için, devletçiliği "ithal ikameci sanayileşme" olarak sunmuşlar ve yaşanan ekonomik bunalımın tüm sorumluluğunu bu sanayileşme "modeli"ne yüklemişlerdir. Buna alternatif olarak ise "ihracata yönelik sanayileşme" "modeli" sunulmuştur. Bu yolla gümrük tarifeleri "liberalize" edilmiş, "Türk Parasını Koruma Kanunu" iptal edilmiş ve her türlü emperyalist ülke mallarının ithalatı için koşullar hazırlanmıştır. Bugün de benzer bir "sol gösterip sağ vurma" yolu izlenmektedir.
Radikal "başörtücü" "globalist" küçük-burjuvaların amacı, eski ve gelenekselleşmiş işbirlikçi burjuvazi "kastı"nı dağıtmak ve yerine "dinamik, işbitirici, çağdaş, global" küçük-burjuvaları yeni işbirlikçi olarak geçirmektir. Amerikan emperyalizminin yeni-sömürgecilik yöntemleriyle geliştirdiği işbirlikçi burjuvazinin giderek "pahalıya" malolması karşısında "daha ucuz işbirlikçi" arayışının desteğini almaya çalışan bu yeni işbirlikçi adayları, hizmetler sektöründeki etkinliklerine eşdeğer siyasal güç peşine düşmüşlerdir. Cem Boyner'in YDH'sı ile ilk çıkışını yapan bu küçük-burjuvalar, olağan yollarla, yani seçim yoluyla siyasal güce ulaşamayacaklarını görmüşlerdir. Son bir çabayla, Kemal Derviş cilasıyla oluşturmaya çalıştıkları ismail Cem'li "rüya timi" operasyonuna girişmişlerse de başarılı olamamışlardır. Böylece son ve tek çıkar yol olarak, devleti "yöneten" bürokrasiye (sivil ve askeri) "kendi adamlarını", daha tam ifadeyle kendilerini yerleştirmeye yönelmişlerdir. Bu ise, mevcut hukuki ve hiyerarşik yapı içinde gerçekleştirilemeyecek niteliktedir. Bu yüzden, sivil ve askeri bürokratik hiyerarşiyi "delmek" için, onun üstünde yükseldiği hukuki yapının değiştirilmesi gerekmektedir. Devlet bir kamu gücü olduğu için de, "kamusal alan" gündemin ilk sırasına yükselmektedir.
Bu işbirlikçi adayı küçük-burjuvalar, her durumda "devletin küçültülmesi" propagandası yaparlar. Bilmektedirler ki, bu devletin ve onun bürokrasisinin (sivil ve askeri) "yumuşak karnı" "türban"dır. "Türban sorunu" karşısında uzun süre dayanamayacaklarını varsaydıklarından, hukuki yapının değiştirilmesi için bu sorunu sürekli gündemde tutmaktadırlar.
Onlara göre, hukuki yapı ("kemalist ideoloji"ye dayanan bir yapıdır) değişimine karşı sivil ve askeri bürokrasiden gelen direniş, tümüyle psikolojiktir. Eğer "türban" konusunda "serbestlik" sağlanır ve "dünya yıkılmazsa", istedikleri düzenlemeleri daha kolay kabul ettireceklerine inanmışlardır. T. Özal mantığıyla, "anayasayı birkez delmekle birşey olmaz"ı gösterebildikleri oranda ilerleme sağlayacaklarını düşünmektedirler.
Bu, onların şeriatçılığı "tehlike" olarak görmedikleri anlamına gelmemektedir. Onların düşüncesine göre, "türban" konusunda yapılacak yeni bir düzenleme, bürokrasinin "kendini koruma içgüdüsü" ile şeriatçılığa karşı yeni önlemleri de beraberinde getirecektir. Ancak bunun fazlaca önemi yoktur. Ertuğrul Özkök'ün deyişiyle, "ne de olsa ordu var!". içinde yer alacaklarını varsaydıkları devlet, "o gün geldiğinde gereğini yapacaktır"!
Bunlar uzun vadeli hesaplardır. O zamana kadar da, "başörtüsü" konusunda radikal tutum sergileyerek, küçük-büyük bir takım ticari avantajlar sağlamak peşindedirler. AKP dalkavukluğu bu kesimlerin kısa vadeli ticari çıkar hesaplarının ürünüdür.[6*] %5'ci E. Özkök bu çıkar hesaplarının en tipik temsilcisidir. Murat Yetkin'den Cengiz Çandar'a, Ertuğrul Özkök'ten M. Ali Birand'a, ismet Berkan'dan Cüneyt Ülsever'e kadar uzanan bir zincir oluşturmuşlardır. Aydın Doğan'ın "medya holdingi"ni oluşturan Hürriyet, Milliyet ve Radikal gazeteleri, yeni işbirlikçi adayı küçük-burjuvalar ile bunlara dayanarak büyümeye çalışan patronlarının savaş araçlarıdır. Cengiz Çandar yazılı basında Nazlı Ilıcak saflarında bu savaşa katılırken, Yağmur Atsız gibi "titreyerek" soldan "aslına rücu" edenler Türk-islam sentezcisi gazetelerden savaşa katkı yapmaktadırlar.