bugün
- allah'ın bizi yobazlarla imtihan ettiği gerçeği15
- üstteki yazar hakkında fikrini söyle8
- arkadaşlar sizce bu bana yakışır mı9
- saraca silsüpüroğlu14
- tatvan belediyesinde rte'nin resminin indirilmesi36
- mustafa kemal atatürk8
- en ilginç bilgiler14
- aktroll yazarları donuzlayıp umursamamak11
- herkesle iyi geçinmek12
- islam8
- küresel ıkınmanın yahudi olması gerçeği10
- savaştaki ülkelerden daha fazla enflasyon olması15
- haysenin1211
- jose mourinho18
- amerikan film klişeleri9
- gideon reid morgan jj25
- bizi tanrı değil bilim kurtaracak9
- namaz kılmayan türk değildir17
- esma bint mervan15
- fenerbahçe12
- atatürk'ün yabancılarla evliliği desteklememesi11
- anın görüntüsü15
- meral akşener13
- aziz yıldırım ve ali koç'un canlı yayına çıkması43
- dursun özbek'in aziz yıldırım'a verdiği ayar9
- erkek sünnetine 18 yaş sınırı getirilmesi23
- maca sekiz8
- erkek erkeği siker mi15
- yazarların bira içme rekorları13
- bik bik'in gece kapısına gidip serenat yapmak14
- tezgahtarlık yapan doktora mezunu27
- aziz yıldırım12
- bir hafızın ateiste karşı müthiş açıklamaları9
- 9 haziran 2024 fenerbahçe başkan seçimi11
- kürt milliyetçiliğinin çok komik olması16
- irem derici'nin erkek sevdası12
- akp nin iktidardan düştüğü gün13
- sözlükten hatun kaldırmak8
- ankarayı sel aldı21
- iskilipli atıf hoca8
- ali koç ve aziz yıldırım başkanlık seçimi8
- giden gider9
- kemalist rejimin astığı hocalar8
- vallahi de kemal'in düşmanıyım10
- dünyanın en güzel kızıyla karşılaşmak10
- kıza iğne batıran türbanlı14
- kendini bir görsel ile anlat22
- uludağ sözlük köpek avlama timi18
- hafta içi avm kafelerinde oturan menopoz karılar13
- kızılcık şerbeti 2 nci sezon finali11
Taksimden Beşiktaşa yürürken söylemişti bunu. Bu, iki aydır düşündüğü cümleyi. O sırada Mucit, bir şeylere katlanıyormuş gibi hissediyordu. Ceketinin yakalarını bir hırsla kaldırdı. Birileri ona merhametsizce eziyet ederken o, bu acı günlerin sona ermesini bekliyordu. Üstelik sözünü ettiği zalimler, en sevdiğini öldürmüşlerdi sanki. Onunsa ölmeye bile hakkı yoktu. Bu acıyı hissederek yaşamalıydı. Susup dinledi Dallası.
iskeleye doğru ağır ağır yürüyorlardı. Maça gidenlerin telaşı arasında inatla yavaş kalıyorlardı. Ve sakin. Uzun boylu arkadaşı, konuşmaya devam ediyordu. Öyle işte Mucidim Etrafındaki her şey ona bir şeyler işaret ediyordu. Yanından geçerken gözlerine bakmaktan çekinmediği insanlar, yokuş aşağı inerkenki o muğlâklık hali, gökteki koyu mavi-gri arası renk Sen sıkma da canını. Ancak, ne denildiğini, nereye bakması ve neyi görmesi gerektiğini anlayamıyordu bir türlü Bisigara ver hele, dostluğumuz pekişsin . Kendi yüzündeki hüznü bir türlü hayra yoramıyordu.
***
Haydarpaşa manzarasını izlemek niyetiyle gittiği, fakat yapılmakta olan yeraltı treni inşaatının iş makineleri yüzünden denizi bile göremediği bir kafenin terasında oturuyordu şimdi. Bulunduğu masa dışında üç masa daha doluydu. ikisinde genç çiftler manzaranın tadına varıyorlardı, hemen yanında olan diğerinde ise iki ihtiyar adam muhabbet ediyorlardı. Şehrin ışıkları yanmış, öte yandan kendi kendine de yetiyordu. Güneşin son çırpınmaları yardımıyla deniz, iyi rolü yapan bir vampiri andırıyordu. O gedik gülüşünün ardından, sivriltmeye başlamıştı parıldayan dişlerini. istanbulda, hele böylesi yakınken onlara, martılardan bahsetmezse olur muydu? Buralara kadar gelip de kendini var edememiş, istanbula bir türlü kendini sevdirememiş Mucite homurdanarak uçuşuyorlardı. Bir felaketin haberciliğini ediyorlardı, kimsenin bilmediği bir dilde.
Mango aromalı çayından bir yudum aldı. Aromalı çayı, küçük bir demlikte getiriyorlardı ve iki tam fincan çay içebiliyordu Mucit. Üstelik iki aromasız çay fincanına ödediği paradan daha az para ödeyerek daha fazla kalabiliyordu burada. Ve yazmaya ediyordu. Çirkinleşen yazısına aldırış etmeden yazıyordu. Aklına ne gelirse... Çalakalem satırlarının arasına bir yerlere Evde şarrap da var, hem de iki şişe. gibi cümleler atıveriyordu. Aynen, insanların sohbet anında ağzından dökülen özensiz kelimeler misali. Aslında tam da kendisiyle sohbet etmekti yaptığı. Ne zaman? diye yazıverdi uzun boyuyla o gün boyu kadar uzun konuşan arkadaşını düşünerek. Yakında mı? Yarın mı? Ev sahipliği ettiğini anladığı herif, ihtiyar misafirine soruyordu: Mukaddes ne zaman gelecek? Bilmiyorum. yazdı Mucit. Ben de Mukaddesi bekliyorum. Buraya sık sık gelerek, tek başıma dört kişilik bir masayı işgal ediyorum. Mango aromalı sipariş ederken söylemekte zorluk çekiyordu.- çay söyleyip iki fincan mutsuzluk içiyorum. Bir de, her sabah uyandığımda yorgunluktan başka bir şey hissetmiyorum. Ben yorgun doğmuşum Bir fincan çay sonra, ihtiyar misafir ciddi bir ses tonuyla, Bak ilk defa senden ciddi ciddi bir şey rica edeceğim. diyordu. ikisi de Mukaddesi çoktan unutmuş görünüyorlardı. Bardağından son yudumunu alıp sırtını hasır sandalyeye astığı, Muciti mucit yapan deri ceketinin arkasına yasladı. Masalar yalnızlaşıyor, vampir dünya uyanıyordu. Birazdan buradan gitmek zorunda kalacaktı ve şimdiden neresi olacağına karar vermeliydi.
***.
iskeleye yaklaştıkları bir yerde istanbulu anlamlandırmalısın. Demişti Dallas. Bekle, bir müjdeyi bekler gibi bıkmadan bekle. Bir kadını, kara bir haberi bekler gibi... Gün gelecek, o bütünlük duygusunu hissedeceksin. işte o zaman istanbul senin için anlamlı olacak. Tek arkadaşım sensin, beni bırakıp gitme bir de şu ceketini çıkarsan artık diyorum, bu havada deri ceket giyilmez. diye de ağız dolusu sigara dumanını salmıştı bıyıklarından.
***
O konuşmadan kısa süre sonra yapboz -yaratıcılığını geliştirdiğini düşünüyordu, boşuna Mucit demezlerdi ona- bakarken beklediği an geldi. O bembeyaz boynunu omuzlarına kadar açık bırakan haki yeşili elbisesinin gizlediği elceğizleriyle karmaşık ve sapsarı olmuş havanın rehavetini kırmızı yelpazesiyle dağıtmaya çalışıyordu. incecik dudakları büzülmüş, yüzünde hınzır bir gülümseme Çocukluğunu yaşıyordu. Bir suç işlemiş de saklar gibiydi hali. Mukaddes? Parçalanmış bir halde bütünlüğe kavuşmayı, anlamlandırılmayı ve hayran olunmayı bekliyordu. Ellerinin arasında evirdi-çevirdi. ne kadar güzeldi o öyle
***
Saatine baktı. Dibinde sadece çay tozları kalmış fincanını kafasına dikip doluca bir yudum almış gibi yutkunup bir yere geç kalıyormuşçasına hızlı hızlı toplandı. Parmak uçlarıyla omzuna astığı ceketiyle beş lira hesabı ödedikten sonra geldiğinden beri ne yazdığını deli gibi merak eden garsona sırıtıp atıldı sokağa. Cebinde Mukaddesin saçları, evin yolunu tuttu.
Biraz içti, biraz daha içti. Gün ağır ağır uyanırken, pencerenin dibindeki bebe bisküvisi kutusunun üzerindeki su bardağı alkol ve sigara kokan, bol bıyıklı kirli ağzın izlerini parlatıyor; odanın bir köşesinde öylece duran döşek, kirli yüzeyine yatıp iki soluklanacak, kah gülüp kah ağlayacak bu deli adamı beklediğini gösteriyordu.
ilk önce gözlerini bir araya getirmişti Mukaddesin. Görmeliydi, konuşurken insanların gözlerine bakardı. Şimdiyse, gün boyu parça parça okşadığı, her telinin rengine hayran olduğu saçlarını birleştiriyordu. belki benim göremediğim bir şey var şu kalabalık şehirde. Sen görüyorsun. Sen biliyorsun. Bana da anlat, ne varsa dilinde. Zaman geçiyor ama, ben kendimi hep aynı yerde buluyorum. Yollar, artık bir yere götürmüyor beni. Konuştukça, yapboz elinden gelse ete kemiğe bürünecekken, Mutsuz bir mucitin kalbi parçalara ayrılıyordu. Güneş içeri dalmak için pencereleri zorlarken adeta, yoklukla varlık yeniden şekilleniyordu. Ağlayarak yaratıyordu sevdiği kadını. Elleri tutmayana, gözleri bulanana kadar devam etti. Ölüyordu sanki. Ruhu parça parça sökülüyordu. . Hiçbir kadını sevmemişti hayatında, hiç sevişmemişti. Bir kerecik de canını verebilirdi. Tüm parçalar tamamlandığında Mucit uyumalıyız artık, çok yoruldum.dedi yarı bilinçsiz. izlerken gözlerini kapadı, ölmek kadar rahat bir uykuya daldı. Gözlerini açtı kadın, ceketini seriverdi Mucitinin omzuna. Kıvrıldı seven bir adamın buza kesmiş vücuduna.
iskeleye doğru ağır ağır yürüyorlardı. Maça gidenlerin telaşı arasında inatla yavaş kalıyorlardı. Ve sakin. Uzun boylu arkadaşı, konuşmaya devam ediyordu. Öyle işte Mucidim Etrafındaki her şey ona bir şeyler işaret ediyordu. Yanından geçerken gözlerine bakmaktan çekinmediği insanlar, yokuş aşağı inerkenki o muğlâklık hali, gökteki koyu mavi-gri arası renk Sen sıkma da canını. Ancak, ne denildiğini, nereye bakması ve neyi görmesi gerektiğini anlayamıyordu bir türlü Bisigara ver hele, dostluğumuz pekişsin . Kendi yüzündeki hüznü bir türlü hayra yoramıyordu.
***
Haydarpaşa manzarasını izlemek niyetiyle gittiği, fakat yapılmakta olan yeraltı treni inşaatının iş makineleri yüzünden denizi bile göremediği bir kafenin terasında oturuyordu şimdi. Bulunduğu masa dışında üç masa daha doluydu. ikisinde genç çiftler manzaranın tadına varıyorlardı, hemen yanında olan diğerinde ise iki ihtiyar adam muhabbet ediyorlardı. Şehrin ışıkları yanmış, öte yandan kendi kendine de yetiyordu. Güneşin son çırpınmaları yardımıyla deniz, iyi rolü yapan bir vampiri andırıyordu. O gedik gülüşünün ardından, sivriltmeye başlamıştı parıldayan dişlerini. istanbulda, hele böylesi yakınken onlara, martılardan bahsetmezse olur muydu? Buralara kadar gelip de kendini var edememiş, istanbula bir türlü kendini sevdirememiş Mucite homurdanarak uçuşuyorlardı. Bir felaketin haberciliğini ediyorlardı, kimsenin bilmediği bir dilde.
Mango aromalı çayından bir yudum aldı. Aromalı çayı, küçük bir demlikte getiriyorlardı ve iki tam fincan çay içebiliyordu Mucit. Üstelik iki aromasız çay fincanına ödediği paradan daha az para ödeyerek daha fazla kalabiliyordu burada. Ve yazmaya ediyordu. Çirkinleşen yazısına aldırış etmeden yazıyordu. Aklına ne gelirse... Çalakalem satırlarının arasına bir yerlere Evde şarrap da var, hem de iki şişe. gibi cümleler atıveriyordu. Aynen, insanların sohbet anında ağzından dökülen özensiz kelimeler misali. Aslında tam da kendisiyle sohbet etmekti yaptığı. Ne zaman? diye yazıverdi uzun boyuyla o gün boyu kadar uzun konuşan arkadaşını düşünerek. Yakında mı? Yarın mı? Ev sahipliği ettiğini anladığı herif, ihtiyar misafirine soruyordu: Mukaddes ne zaman gelecek? Bilmiyorum. yazdı Mucit. Ben de Mukaddesi bekliyorum. Buraya sık sık gelerek, tek başıma dört kişilik bir masayı işgal ediyorum. Mango aromalı sipariş ederken söylemekte zorluk çekiyordu.- çay söyleyip iki fincan mutsuzluk içiyorum. Bir de, her sabah uyandığımda yorgunluktan başka bir şey hissetmiyorum. Ben yorgun doğmuşum Bir fincan çay sonra, ihtiyar misafir ciddi bir ses tonuyla, Bak ilk defa senden ciddi ciddi bir şey rica edeceğim. diyordu. ikisi de Mukaddesi çoktan unutmuş görünüyorlardı. Bardağından son yudumunu alıp sırtını hasır sandalyeye astığı, Muciti mucit yapan deri ceketinin arkasına yasladı. Masalar yalnızlaşıyor, vampir dünya uyanıyordu. Birazdan buradan gitmek zorunda kalacaktı ve şimdiden neresi olacağına karar vermeliydi.
***.
iskeleye yaklaştıkları bir yerde istanbulu anlamlandırmalısın. Demişti Dallas. Bekle, bir müjdeyi bekler gibi bıkmadan bekle. Bir kadını, kara bir haberi bekler gibi... Gün gelecek, o bütünlük duygusunu hissedeceksin. işte o zaman istanbul senin için anlamlı olacak. Tek arkadaşım sensin, beni bırakıp gitme bir de şu ceketini çıkarsan artık diyorum, bu havada deri ceket giyilmez. diye de ağız dolusu sigara dumanını salmıştı bıyıklarından.
***
O konuşmadan kısa süre sonra yapboz -yaratıcılığını geliştirdiğini düşünüyordu, boşuna Mucit demezlerdi ona- bakarken beklediği an geldi. O bembeyaz boynunu omuzlarına kadar açık bırakan haki yeşili elbisesinin gizlediği elceğizleriyle karmaşık ve sapsarı olmuş havanın rehavetini kırmızı yelpazesiyle dağıtmaya çalışıyordu. incecik dudakları büzülmüş, yüzünde hınzır bir gülümseme Çocukluğunu yaşıyordu. Bir suç işlemiş de saklar gibiydi hali. Mukaddes? Parçalanmış bir halde bütünlüğe kavuşmayı, anlamlandırılmayı ve hayran olunmayı bekliyordu. Ellerinin arasında evirdi-çevirdi. ne kadar güzeldi o öyle
***
Saatine baktı. Dibinde sadece çay tozları kalmış fincanını kafasına dikip doluca bir yudum almış gibi yutkunup bir yere geç kalıyormuşçasına hızlı hızlı toplandı. Parmak uçlarıyla omzuna astığı ceketiyle beş lira hesabı ödedikten sonra geldiğinden beri ne yazdığını deli gibi merak eden garsona sırıtıp atıldı sokağa. Cebinde Mukaddesin saçları, evin yolunu tuttu.
Biraz içti, biraz daha içti. Gün ağır ağır uyanırken, pencerenin dibindeki bebe bisküvisi kutusunun üzerindeki su bardağı alkol ve sigara kokan, bol bıyıklı kirli ağzın izlerini parlatıyor; odanın bir köşesinde öylece duran döşek, kirli yüzeyine yatıp iki soluklanacak, kah gülüp kah ağlayacak bu deli adamı beklediğini gösteriyordu.
ilk önce gözlerini bir araya getirmişti Mukaddesin. Görmeliydi, konuşurken insanların gözlerine bakardı. Şimdiyse, gün boyu parça parça okşadığı, her telinin rengine hayran olduğu saçlarını birleştiriyordu. belki benim göremediğim bir şey var şu kalabalık şehirde. Sen görüyorsun. Sen biliyorsun. Bana da anlat, ne varsa dilinde. Zaman geçiyor ama, ben kendimi hep aynı yerde buluyorum. Yollar, artık bir yere götürmüyor beni. Konuştukça, yapboz elinden gelse ete kemiğe bürünecekken, Mutsuz bir mucitin kalbi parçalara ayrılıyordu. Güneş içeri dalmak için pencereleri zorlarken adeta, yoklukla varlık yeniden şekilleniyordu. Ağlayarak yaratıyordu sevdiği kadını. Elleri tutmayana, gözleri bulanana kadar devam etti. Ölüyordu sanki. Ruhu parça parça sökülüyordu. . Hiçbir kadını sevmemişti hayatında, hiç sevişmemişti. Bir kerecik de canını verebilirdi. Tüm parçalar tamamlandığında Mucit uyumalıyız artık, çok yoruldum.dedi yarı bilinçsiz. izlerken gözlerini kapadı, ölmek kadar rahat bir uykuya daldı. Gözlerini açtı kadın, ceketini seriverdi Mucitinin omzuna. Kıvrıldı seven bir adamın buza kesmiş vücuduna.
güncel Önemli Başlıklar