bugün

söykü dergisi sayı 5 oda

-hastane kalabalığı;

kimi zaman, bildiğimiz şeylerin bizlere anlatılması, bilmediklerimizden daha büyük zevk verir. kendimizi, yakın hissettiğimiz kahramanın yerine koyar ve bir anda, okuduğumuz hikayenin kahramanı olu-veririz.

trt'de bir zamanlar yayınlanan yedi numara adında bir dizi vardı. bilmem hatırlar mısınız? hani üniversitede okuyan kızlı-erkekli bir gurup gencin evlerinde kaldıkları, çocuğu olmayan bir karı-koca ile olan serüvenlerini anlatan tv dizisi. yanlış hatırlamıyorsam, trt'nin ana haber bülteni'nden sonra reyting alan tek programıydı.

yıllarca süren; kimilerimizin sinirlendiği ve 'insanımızın komedi anlayışı' olarak yerdiği çiçek taksi, akasya durağı gibi dizilerdeki, kemal sunal filmleri'nin halen büyük seyirci kitlesine sahip olmasındaki temel neden de bu değil mi zaten? adeta onları, yaşadığımız mahallenin hatta evimizin birer ferdi olarak kabul etmemiz değil mi?

hastane kalabalığı, çok başarılı bir durum hikayesi olmuş. tam anlamıyla aziz nesin hikayeleri tadında.

yer seçimi; tam isabet. bu ülkede, eylemlerden karakter tahlili için bir hastane polikliniğinin önünden daha güzel bir mekan seçilemezdi doğrusu.

hiçbir sanatsal katkıya gerek yok! insanları olduğu gibi anlatsan da bir mizah eseri kendiliğinden çıkıyor ortaya. yer yer çekici, komik ve kimi zaman da hafiften kara mizaha kaçar cinsten. yazar da sade bir dil kullanımı ile bunu tüm çıplaklığı ile ortaya koymuş zaten.

hikayenin, hastaneye her ne sebeple gelmiş olursa-olsun, sonuçta hasta olan bir türk erkeğinin, güzel bir kadın bacağını, hatta çirkin bile olabilir, asla görmezlikten gelemeyeceğini vurgulaması örneğin. göz-göze gelmekten utanmasına rağmen eskilerin deyimi ile gayri ihtiyari bundan vazgeçmemesi. dahası, nasıl olsa gidiyor, son bir kez alıcı gözle bakayım diye düşünmesi,

- ne kadar bildik ve ne kadar bizden.

hiç abartısız;

"(...)
- seninde mi şiş? ay valla benim de.. 2 ay oldu inmedi meret.
- eniştemde vardı benim böyle bir şiş. sonradan tümör çıkmasın mı?
- ay allah korusun oğlum ne diyon sen öyle?
- kişniş otu iyi gelir diyorlar ya deneyen var mı acep yavrum?
- seni kandırmışlar teyze ineklere veriyoz onu biz, mideleri bozulduğunda.
- kişniş bağırsakları kurutur yeğenim vermeyin yazıktır hayvanlara.
- hayvan be ya noolcak?.."

olduğu gibi;

"(...)
- bayanmış doktor hadi gene şanslıyız..
- genç doktorlar da iyi olmaz ya hadi bakalım..
- hıyar bile 3 ayda yetişmiyor be ya..
- çok da genç değil canım tecrübesi var.. üçüncü gelişim benim..
- verdiği ilaçlar çok iyi geliyormuş..
- hem erkek doktorlar çok kötü davranıyor zaten.
- geçen bi kovmadığı kaldı beni odadan. erkek değilmi nolucak.
- bayan iyidir bayan.
- her bi tarafımıza bakar*..."

ben çok tat aldım bu hikayeden. kurgu güzel, tema güzel, karakterler güzel. ee! anlatım da güzel olunca tadından yenmiyor haliyle.

mamafih, bir noktayı belirtmeden geçemeyeceğim. sözcükler yerel bir özellik taşımıyor ise diğer bir deyimle, söyleniş biçiminin öznelliği hikayeye artı bir takım şeyler katmayacaksa o vakit, yazımı kurallı yapmakta her zaman fayda vardır.

şöyle bir örnek verelim;

"...sooma gareee! öskürü-öskürü bitmedi. soonuda, hurama hööle bi ağrı girdi. kıpırdeyemeyyon. baktın ki olcek değil tokturu geedin ben hindi..."

bir de yukarıdaki diyalog örneklerine bakalım;

"...hayvan be ya noolcak?.."
"...geçen bi kovmadığı kaldı beni odadan. erkek değilmi nolucak..."

hiç olmazsa iki n'olacak aynı olsaydı ya da şöyle olsaydı keşke;

"...hayvan be ya! n'olacak..."
"...geçenlerde, bir kovmadığı kaldı beni odadan. erkek değil mi? n'olacak..."