bugün

cristiano ronaldo dos santos aveiro

merak edip okumak isteyenler için gerçekten çok ilginç hikayelerle dolu bir hayatı var;
20 yaşındayken babasını alkol problemleri yüzünden kaybetmiş, bu yüzden alkol kullanmıyormuş. bundan sadece 2 yıl sonra da annesi göğüs kanseri olmuş. annesi kanserle mücadele ederken verdiği bir röportajda şöyle diyor;
"cristiano phones me every day. he's always telling me this is nothing and how i'm going to live until i'm 90."
"cristiano bana her gün telefon ediyor. sürekli bunun hiçbir şey olmadığını ve nasıl 90 yaşına kadar yaşayacağımı anlatıyor."
annesi iyileştikten sonra 2009 yılının mart ayında annesinin tedavi edildiği hastaneye 100.000 sterlin bağış yapıyor, annesinin hayatını kurtaran doktorlara ve hemşirelere ömrü boyunca minnettar kalacağının söylüyor.
bakın kolay bir şey değil bu! üstelik önce babasını kaybetmiş, sonra annesi hastalanmış ve bunların hepsi 2-3 yıllık bir zaman aralığında olmuş. hiç kolay şeyler yaşamamış anlayacağınız. kısacası bugün başarısız olsa arkasına sığınabileceği geçerli birçok psikolojik nedeni var.

ronaldo, gittiği yerde dil öğreniyor. yıllarca ingiltere'de yaşadı, insan ilk röportajlarını izleyince anlıyor aradaki farkı. önce çevirmen olmadan anlaşamayan, en sıradan bir kelimede takılan adam, şimdi portekizce aksanlı da olsa gayet rahat ifade ediyor kendini, rahat konuşuyor. "ne var bunda, tabi öğrenecek" dememek lazım. ne futbolcular var ki 10 sene premier ligde oynayıp da 5 kelimeden fazla ingilizce öğrenmeyen, öğrenmek için çabalamayan.. şimdilerde de ispanyol medyasına ispanyolca röportaj veriyor, arada bazı kelimeleri çıkartamayıp ingilizce sorsa da yapıyor işte! çalışıyor, çabalıyor, uğraşıyor..

parası olan her insan gibi mutlaka iyilik de yapıyordur değil mi? ama bir tanesi var ki..!

portekiz 23 yaşaltı milli takımında kaleci antrenörlüğü yapmış olan "dan gaspar" anlatıyor;

"Adım Dan Gaspar ve sizlerle Cristiano Ronaldo ile yaşadığım bir anıyı anlatmak istiyorum. Bu hikâyeden kimsenin haberdar olmadığını biliyorum ancak birisinin bunu anlatması gerekirdi. Bir süperstarın görünmeyen özelliklerini de paylaşmış olacağım.

Öncelikle Portekiz Teknik Direktörü Carlos Queiroz tarafından teknik ekip kadrosuna çağırıldığım için kendimi çok şanslı hissettiğimi belirtmek isterim. Carlos ile daha önce de çalışma fırsatım olmuştu. Portekiz takımının bir parçası olmak benim için gurur verici.

Bir kaç yıl önce, futbol akademisinde çalışan bir arkadaşım olan John Moreira'dan bir telefon aldım. Kendisi ve ailesiyle uzun yıllara dayanan yakın bağlarımız var. Futbolcu adayı olan oğlu Brandon, dizinden bir problem yaşıyordu. Doktorlar bunun futboldan kaynaklandığını söylediler. Ancak daha sonra anlaşıldı ki, Brandon kemik kanseriydi.

Ailenin oldukça zorlu bir karar vermesi gerekiyordu; Brandon'un ya bacağı kesilecekti, ya da kemoterapiye devam edilecek ve sonuç alınması bekeleneckti. Brandon ise tam bir futbol aşığıydı. Ve bu genç adam için hayatının geri kalanını tek bacağı olmadan geçirmek tam bir kâbustu. Aile, kemoterapiye devam etmeyi seçti.

Bu zorlu dönemlerde John sürekli beni arayarak Brandon'un hakkında bilgi veriyordu. Bir gün kemoterapinin istenen sonuçları vermediğini ve kanserin vücudun diğer yerlerine de sıçradığını öğrendim. Bunu duyar duymaz uçağa atladım ve Toronto'ya gittim.

Brandon gerçekten özel bir çocuktu. Benim ona destek ve moral vermem gereken yerde, o bana veriyordu. Gerçekten çok sakin ve korkusuzdu. Savaçcı bir ruha sahipti ve bu bizi biraz olsun rahatlatıyordu. 16 yaşındaki bu genç adam, gittikçe kötüye giden durumuna rağmen kısık sesiyle tek bir şey söylüyordu: "Kimsenin gergin olmasına gerek yok. Tanrı böyle istedi"

Babası John, oğlunun kendisine birkaç dilekte bulunduğunu ve bunlardan birinin Old Trafford'a giderek Cristiano Ronaldo'nun antrenmanını izlemek olduğunu söyledi. Ancak ne yazık ki şartlar elvermedi ve Brandon'un bu isteği gerçekleşmedi. Birçok futbolcu adayı gencin olduğu gibi Brando'nun da idolü Cristiano Ronaldo'ydu. O, Ronaldo'nun yeryüzündeki en iyi futbolcu olduğunu söylüyordu ve Brando'nun yatakodasının duvarları, Ronaldo fotoğraflarıyla kaplıydı.

John bana Ronaldo'yla iletişim kurarak yıldız futbolcunun hayatını yitirmek üzere olan oğlunu arayıp arayamayacağını sordu. Ona Ronaldo ile Portekiz 23 Yaş Altı Milli Takımı'nda yalnızca bir maçta çalışma fırsatı bulduğumu söyledim. Ronaldo'nun beni hatırlayıp hatırlamayacağını bilmiyordum ancak elimden gelenin en iyisini yapmaya kararlıydım. Bunu, arkadaşım ve oğlu için yapmalıydım.

Hemen Portekiz Milli Takım Teknik Direktörü Carlos Queiroz'u aradım ve Brandon'un durumunu anlattım. Carlos ve ben birçok projede birlikte çalıştık ve birbirimizi yıllardan beri tanıyoruz. Kardeş gibiyiz. Carlos'a, "Senden bugüne kadar hiçbir şey istemedim. Ancak bu özel isteği benim için yerine getirebilirsen o aileyi çok mutlu edeceksin" dedim.

Carlos bunu yapmaya çalışacağını, ancak söz veremeyeceğini söyledi. Ancak şunu çok iyi biliyordum ki, bu konuda bana yardımcı olabilecek tek kişi oydu. Yoksa Ronaldo ile iletişim kurabilmek için aradaki menajerleri, avukatları... vs. atlatmak oldukça zordur ve bu ne kadar sürer belli olmaz.

Carlos o günün akşamında beni aradı ve, "Her şey yolunda" dedi. Carlos'un bunu yapacağını biliyordum. Brandon'un Manchester United, Benfica ve Porto taraftarı olduğunu biliyordum. Birkaç isimle konuştum ve Brandon'u arayarak ona moral verip veremeyeceklerini sordum. Benfica'dan Jose Moreira, Porto'dan

Vitor Baia ve Carlos Queiroz onu arayarak moral ve destek verdiler. Onların hepsi özel insanlardı, ancak Brandon'un gözünde Ronaldo'nun yeri apayrıydı ve o henüz aramamıştı. Daha sonra Hartford Üniversitesi'ne geri döndüm. Okul takımının maçı vardı en geç cuma günü orada olmam gerekiyordu.

Cumartesi akşamı benim için çok keyifli geçmişti. Okul takımı maçı kazanmış ve John, Ronaldo'nun Brando'yu aradığını söylemişti. O an içim çok rahatladı ve kendimi çok huzurlu hissettim. Daha da güzeli, Brandon'a kendisini sık sık arayacağını söylemiş.

Telefon konuşmasında Ronaldo hafta sonunda Chelsea ile oynayacakları karşılaşmada giyeceği formayı ve kramponu kendisine yollayacağını söylemiş. Brandon ise bu konuşmanın ardından "Şu an dünyanın en mutlu insanı benim. Az önce idolümle konuştum buna inanamıyorum" diyerek duyduğu mutluluğu dile getirmiş. Ronaldo o günün ardından Brandon'a yazmaya ve onu aramaya devam etti.

Brandon henüz 17 yaşındayken, 3 Ekim 2008 tarihinde hayatını kaybetti. Bunun ardından Ronaldo, Brandon'un evine imzalı kramponlarını ve formasını yollayarak yanına bir not yazdı. Notta: "Gerçek şampiyon, son nefesini verene dek savaşandır. Benim için Brandon, gerçek bir şampiyondur" yazıyordu.

Toronto'ya geri döndüm ve Brandon'un cenazesine katıldım. Ronaldo'nun tüm eşyaları paketlenmişti ve tabutunun yanında duruyordu. Gerçekten inanılmaz bir görüntüydü.

Şubat ayında tekrar bir seminer için Toronto'ya gitmem gerekti. John ile görüştüğümüzde Brandon'un mezarına gittik. Manzarayı gördüğümde ise adeta şok oldum. Cristiano Ronaldo'nun forması ve kramponları mezarının yanı başında duruyordu. Onların altında ise Ronaldo'nun yolladığı nottaki sözler yazıyordu.

Daha sonra Carlos Queiroz, beni Dünya Kupası hazırlıkları için Portekiz Milli Takım teknik heyetine davet etti. Takımda 2008 FIFA Yılın Oyuncusu seçilen Ronaldo da vardı.

Lizbon'daki milli kampta bir öğle yemeğinde Ronaldo ile yan yana yemek yiyorduk. Ona özel bir hikâye anlatacağımı söyledim ve birkaç dakika konuşup konuşamayacağımızı sordum. Kabul etti ve odama geçtik.

Ronaldo ile görüşmemiz oldukça duygusal geçti ve onunla Brandon'un özel bir ayrıntısını paylaşmak istedim. Brandon'un günlüğünü masaya koyarak son sayfasını açtım.

Sayfada, "Ronaldo ile konuştum. Artık cennete gidebilirim" yazıyordu"

Dan Gaspar