bugün

güçsüz erkeğe tahammülün olmaması

manevi güçten söz ediyorum. kimsenin zayıf erkeğe katlanmamasından...

klasik güdümlemelerle büyütüldük. "aslan oğlum" "koçum benim" "paşam" vs vs. yeri geldi "sen de ona vursaydın oğlum" denilerek azar işittik sırf kavgadan uzak durduğumuz için, yeri geldi "erkek adamsın sen olur böyle şeyler" diye avutulduk. ne üzülmeye hakkımız vardı ne de ezilmeye. kendimize güvenimizin tam olması gerekiyordu. çünkü vahşi doğada güçsüze yer yoktu. hem kendimizi korumamız gerekiyordu hem de son derece narin yetiştirilmiş kınalı yapıncakları... onlar da hep güçlü erkeği aradılar. bizim için en safı, en narini makbul iken onlar da nasılsa av olacağız bari sırtımızı sağlam duvara dayayalım dediler. haklıydılar.

gözlerimiz doldu, yumruklarımızı sıktık. ve hatta yetmedi, bazen duvarları yumrukladık. sandalyeyi duvara fırlattık, şişeyi kırdık, masayı devirdik. üzüntümüzü sinirimizle örtbas ettik. dimdik durduk hep.

büyüdükçe dirayetimizin kırılabileceği anları da gördük. bu defa tutamadık göz yaşlarımızı. süzüldüler usulca yanaklarımızdan. bazen arttı şiddeti, hüngür hüngür ağlamak oldu adı. kalbimiz parçalandı defalarca. dibe vurduk. düştük. çöktük. meze ettik derdimizi eşe dosta. bunları yapınca da anında güçsüz damgasını yedik alnımıza.

364 gün aslan gibi durup da 1 gün ağlayınca "sen aslında göründüğün gibi güçlü değilsin", psikolojimiz alt üst olduğunda ve dolayısıyla dibe vurduğumuz dönemlerde "bu kadar düşme, benim yanımdaki adam güçlü olmalı" dediler ve birer birer terk ettiler. reva görülmedi zira. hakkımız yoktu. katlanmadı kimse. yalnızlığımıza gömüldük sonra.

ağlayabileceğimiz ve ağladığımızda yadırganmayacağımız bir omuzdu oysa tek isteğimiz.