bugün

sikayetname

Devrin padişahı Kanunî, Fuzuli'ye maaş bağlanmasını buyurur, maaşı eline bir türlü ulaşmayan Fuzûlî, en sonunda çareyi Bağdat'tan istanbul'a gelerek maaşını sormakta bulur, ancak saraya gelip padişahla görüşmek isteyince bir de neyle karşılaşsın: muhafızlar Fuzûlî'yi içeri bile almazlar. Sakin yaradılışlı bir insan olan Fuzûlî de bunun üzerine tek silahı olan kelimelerine sarılır ve böylelikle şikayetnâme vücuda gelir:

Selâm verdim, rüşvet değildir deyü almadılar. Hüküm gösterdim, yararsızdır deyü mültefik olmadılar. Gerçi görünüşte sözde itaat gösterdiler, amma hal diliyle bütün sorularıma cevap verdiler:
dedim: -ey memurlar! Bu ne yanlış iş ve çîn-i ebrûdur?
Dediler: -her zaman bizim âdetimiz budur.
Dedim: -benim saygımı uygun görmüşler ve bana emeklilik beratı vermişler ki, ondan sürekli olarak yararlanayım ve padişaha gönül rahatlığı ile dua kılayım.
Dediler: - ey zavallı! Sana haksızlık etmek istemişler ve ne olacağı belirsiz bir mal vermişler ki, durmadan mücadele edesin ve uğursuz yüzler görüp sert sözler işitesin.
Dedim: -beratımın içindekiler ne için yapılmaz?
Dediler: -zevâiddir, yapılması mümkün olmaz.
Dedim: -böyle evkaf zevâidsiz olur mu?
Dediler: -istanbul'un giderlerinden arta kalsa bile bizden kalır mı?
Dedim: -vakıf malını çok kullanmak vebâldir.
Dediler: -akçamız ile satın almışız bize helâldir.
Dedim: -hesap isteseler bu tuttuğunuz yolun bozukluğu görülür.
Dediler: -bu hesap kıyamette sorulur.
Dedim: -dünyada dahi hesap olur, haberini işitmişiz.
Dediler: -ondan dahi korkumuz yoktur, kâtipleri razı etmişiz.
Gördüm ki, soruma yanıttan başka nesne vermezler ve bu berât ile isteğimi yerine getirmeğe gerek görmezler. ister istemez uğraşmayı bıraktım, yaslı ve yoksun olarak yalnızlık köşeme çekildim.

fuzûlî'nin şikayetnamesini okuduktan sonra insan kendini karşılaştırma yaparken buluveriyor. geçen yüzyıllara bakınca olumlu yönde değişen ne var diye düşününce karamsarlığa düşmemek elde değil.