bugün

entry'ler (280)

apoyu kim asmadı

elinizdeki çöpü kendi gözünüze sokacağınıza alıp yeri biraz eşeleseniz derim. belki bir faydanız dokunur. belki bir iş yapmış sayılırsınız da yoldan geçende tanrı selamı verir.

meselenin bu yanıyla ilgilendiğiniz kadar gerçek yanlarıyla ilgilenseniz belki de ağzınızdan barışın dili çıkarda, daha fazla gencin berhava olmasını engellersiniz.

birileri, biz bu meseleyi kullanıyoruz diye bas bas bağırırken, yazdıklarınızla sizlerin benide kullanın yakarışlarını ve çabalarını anlamak inanın mümkün değil.

egemenlik, gerçeklerin üzerini bir örtüyle örtmeye çalışır ki biz görmeyelim diye. örtünün üstündekilerle yetinelim diye. tansu çiller veya bahçeli bir çok konuda asgari ölçütlerde hem fikirken onları bahsettiğiniz konuda farklı oy kullanırken görmek sizleri hiç mi düşünmeye sevketmiyor? çiller'ki çıkıp,"6-7 eylül'ü size tekrar yaşatırız" deme cüretini bile gösterirken bahçeli'den bir adım ileri bile gidebilendir.

abdullah öcalanı kimin asıp asamadığıyla değil, bu kan nasıl durur, bu halk nasıl barışır olmaktır ilgi alanımız. bu anlamda barışın dilini kurmaktır bu oyunlara en iyi cevap.

çöpü kendi gözümüze sokmaktan vazgeçelim. birileri yeterince sokuyor zaten.

sosyalizmin giderek kan kaybetme nedenleri

Sosyalizm öldü mü? Kan'mı kaybetti?

Sosyalizm, daha iyi ve daha eşit yaşamın düşlendiği ve sanayii devrimleriyle ortaya çıkışından bu yana bu maksatla çeşitli kereler, çeşitli coğrafyalarda denenen sanayii devrimi ile doğmasından kaynaklı olarak kapitalizmin ikiz kardeşi sayılan bir toplum biçimidir öncelikle.

Dolayısıyla felsefi ve bilimsel olarakta Newton fiziği üzerine inşa edilen, determinist bir toplumsal kurgudur.

Eşitlik, özgürlük ve paylaşıma dayanan sosyalizm vari denemeler tarihsel olarak sadece sosyalizm adıyla sınırlı olan bir şey değildir. Dünyamız insanları, insanlık tarihinin bu erdemli hayalleri uğruna dinsel veya dinsel olmayan bir sürü benzer denemelerde bulunmuştur. Tarihin belli evrelerinde de hatırı sayılır başarılar elde etmiştir. Çoğu zaman, daha başkaldırı anında ezilen, bir çok zamanda uzun yıllar süren destansı başkaldırılar gerçekleştiren aylık, yıllık, yüzyıllık iktidarlar muradına da eren eşitlik, özgürlük ve paylaşım sevdalıları halende bunun mücadelesini vermeye devam etmektedirler.

Bana göre klasik olarak bildiğimiz determinist, Newton'cu Sosyalizm anlayışı kuantumla birlikte miadını doldurmuştur. Ancak bu eşitlik, özgürlük ve paylaşım ideallerinin vücuda geldiği sosyalizm varsılının öldüğü anlamına asla gelmez. Öldüğünü sandığınız şey bu erdemli ideaallerin vücut bulduğu cismin kendisidir. Bu idealler kendisini yeni cisimler içinde tekrar vücuda getireceklerdir. Aksi bizi insanın, insan kalmasının sona erdiği sonucuna götürür ki bu tam bir yalandır. sosyalizm ve onu vücuda getiren erdemlerinde inkarıdır.
Yukarıda ki entry'lerde özgürlük adı altında, bireysel egolardan kaynaklı hak gasplarının resmedildiği görülmektedir. Öncelikle bilinmelidir ki evet, insanlar hep daha iyisini isterler. ama daha iyisini sadece kendin için istiyorsan, o zaten iyi olmaktan, sende iyi insan olmaktan çıkmışsın demektir. Eşitlik, özgürlük ve paylaşım olgularının üzerine insanlık adına daha iyi ne konulabilir ki? Tarihsel olarakta bunlar insanlığın büyüttüğü en büyük erdemlerdir zaten.

Sizin 2 kalem istemenizi ben anlarım ama 4 isteyende olacaktır. siz asıl onu nasıl anlayacaksınız? Egolarınızı ve köleliği bu erdemlerin karşısına getirip bir savunma olarak koyduğunuzda, bir insan olarak size acımaktan ve size 2 ya da 4 kalemi asla vermeyeceğimi ve sizi mutlaka engelleyeceğimi söylemekten ama bendeki 1 kalemi sizle paylaşabileceğimi belirtmekten başka bir şey gelmiyor elimden.

sosyalizm öldü diyenler, onu hiç tanımayan ya da tanısa da anlamayan, anlasa da yüreğinde hissetmeyenlerdir.

ysk nın 12 bağımsız adayı veto etmesi

bu ülkede duyarlı ve namuslu insanların yolu akıl hastanelerinden ve cezaevlerinden geçer.

bir şeyleri değiştirebilmek için o insanlar bedellerinide öder. bedeli ödenmişe tekrar ceza kesmeye kalkana kimse oh ne iyi ettin demez.

ysk, geçmişte de bugünde birilerinin işine gelen kararları alabilmektedir.

sorun açıktır. barışın yolu parlementodur. parlemontoyu bedel ödemişlere kapatmak barışın yolunu kapatmaktır.

anayasa da, ysk kurallarıda bu ülkenin insanları içindir.

barış, bunlar aşılarak gelecekse bunlar aşılmalıdır.

varolan barajlar anlaşılan yetmemiş.

korkunun ecele faydası yok derler. süreç, barış lehine işlemektedir.

parlemento da temsiliyeti bulunmayan her düşüncenin, her topluluğun o ülke yasalarına, kurallarına isyanı, başkaldırısı, tepkisi meşrudur. bu başkaldırıya "terörist" diyense açıkca devlet terörüne davetiye çıkarandır. devlet, halkın devletidir. bir zümrenin, bir görüşün, etnik bir yapının, dinsel bir kesimin devleti meşruluğunu yitirir.

adalet, temsiliyetle sağlanır. temsiliyetin sadece birilerine hak olduğunu söylemek diktacı bir yaklaşımdır.

halkın seçebilme, seçilebilme özgürlüğü hangi gerekçeyle sınırlandırılırsa sınırlandırlsın adil değildir.

bu anlamda beğenmediğim, tasvip etmediğim her türlü düşünceninde, etnisiteninde, dinsel topluluğunda temsiliyet hakkını savunmak, seçme ve seçilebilme hakkını savunmak benim boynumun borcu olmak zorundadır.

siyaset yapabilme özgürlüğü yoksa, demokrasi olarak yutturulan şey ne acaba?

bir teröristin halka tokat atması

milletvekillerine ne zamandır terörist denmeye başlandı bilmiyorum, ancak beğenin ya da beğenmeyin varolan resmi seçim sistemiyle TBMM üyesi seçilmiş birine etnik kimliği yüzünden terörist demek kadar çifte standart taşıyan bir şey yoktur.

polise tokat atan bu milletvekili bir nümayiş anında polisin davranışına tepki olarak, bu eylem içinde yani hezeyan içinde bu tepkiyi vermiştir. Bunun ortam icabı anlaşıbilir bir yanı olduğu gibi gereken kanuni ceza neyse elbetteki verilir. Fakat bugüne kadar iktidar milletvekilleri karakol basıp polis dövdüğünde, gümrüklerde polislere hakaret edip dövdüğünde sesinizi çıkarmazsanız bu başlığın hiçbir anlamı kalmaz.
polisleri dövüp sonrada "ben polisi severim" diye pişkince açıklama yapan milletvekillerinede aynı tepkiyi gösterecek çifte standartı olmayan uludağ sözlük yazarları başımızın üstünde yeri vardır. ancak çifte standart taşıyan bu tür siyasi serzenişlere, "demokrasi ve hukuk herkes içindir" demek sanırım yeterli olacaktır.

ak parti döneminde faili meçhul olmaması

mesnetsiz bir iddiadır.
(bkz: faili meçhuller ve hükümet)

faili meçhuller ve hükümet

faili bulunamayan cinayetler sayısı kendi dönemlerinde başbakan tarafından 1 olarak açıklandı. o da gerekçelendirilerek.

diyarbakır ihd raporu ise bunun tersini ortaya koyuyor. rapora göre;

2002 41 ölü 18 yaralı

2003 80 ölü 22 yaralı

2004 68 ölü 56 yaralı

2005 43 ölü 56 yaralı

2006 72 ölü 13 yaralı

2007 103 ölü 72 yaralı

2008 52 ölü 117 yaralı

2009 91 ölü 77 yaralı

2010 57 ölü 96 yaralı

yıllarına ait ölümler mevcut. üstelik bu sadece doğu ve güneydoğuyu kapsıyor. elbetteki bu sayılar önceki yıllarla karşılaştıralamaz ama bu durum 8 yıllık iktidarı da aklamaz. tehlikeli bir iddia ise bu ölümlerin takibinin yapılmadığı ve üzerlerinin örtüldüğü ile ilgili. eğer hal böyle ise, tehlikeli bir şey var ki oda bunların artık açık yapılması ve gündem olmamasıdır.

atatürk ü eleştirenlerin genel özellikleri

sen dedin diye ben orospu çocuğu olmam ama sen ondanda beter olabilirsin. çünkü seviyesizsin, bilgisiz ve cahilsin, bilgi anlamında bir şeyler biriktiremediğin için herkesi orospu çocuğu yapıp, bilgisizliğini ve zavallılığını gizlemeye çalışıyorsun. shadowassasin, evet senden bahsediyorum. eleştiri nedir? sanırım, onu da bilmiyorsun. yazmayı bilmediğin ve beceremediğin gibi.

yeteri kadar tanrı yok mu? Daha fazlaca mı tanrıya ihtiyacımız var? özgür düşüncenin ve sorgulamanın bu denli düşmanı olmak niye ki?

Bütün resmi tarihler kurgusaldır. ve bir çoğu doğru değildir. bunu bile bile eleştirenleri belli bir kategoriye sokmak çabası anlamsız bir şeydir. insansa eğer, beğenilen ya da beğenilmeyen, yerilen veya övülen yanları hep olacaktır. Önemli olan doğruyu bulabilmektir.

iktidarlar kanla kurulur ve sürdürülür. iktidar mücadelesinde atatürk hiçmi hata yapmadı? hiçmi kimseleri öldürtmedi? onlarca, yüzlerce, binlerce yanlış yapılan şey var ve sen bunları söyledi diye insanlara "orospu çocuğu" deme hakkını kendinde nasıl bulabilirsin?

atatürk adına her yıl işlenen binlerce faili meçhulde senindemi parmağın var. sendemi o kandan besleniyorsun? diye sormazlarmı adama?

hilafet adına müslüman ve hindulardan para toplayıp (başta gandi olmak üzere) onları kandırmadımı? Leninden yardım alıp, sahte tkp kurdurup (celal bayar'a) sonra da m. suphiyi öldürten kimdi? çerkes ethem'le girdiği iktidar mücadelesinde çok mu doğru işler yaptı? bunlar gibi nice alavare dalavere söylenince orospu çocuğu oluyorsak, olmaya devam edelim biz. sizlerde namus timsalleri "vatanseverler" olun.

kuşlar için pencereye ekmek koyma diyen komşu

modernizm adına doğanın doğallığından kopartılmış, başka bir şey haline getirilmiş adına insancık denilen, aborjinlerin " siz başka bir şeysiniz " dediği kesime ait, metropollerde çokca bulunan canlı türü.

türkiye cumhuriyeti öldü

sever ya da sevmezsiniz ayrı bir nokta. altan'ın yazdığı gerçeklere itiraz eden mantıklı bir cümle göremedim şu ana kadarki entrylerde. söv babam söv. söverek mi bu çürümüşlüğü kurtaracaksınız?

yargı, yasama ve yürütme üzerinde bu kadar fırtına ve şaibenin olduğu bir ülkede var olanı savunmak ya cahillikten, ya at gözlüğünden, ya da olsa olsa, nemalanmaktan dolayıdır diye düşünmekteyim.

zorunlu göç

"zorunlu göç" kavramı ülkemiz coğrafyasında "yerinden edilmişler","yerinden olmuşlar" kavramlarıyla resmi kurumlarca ifade edilmektedir. bunun kendisi bile birleşmiş milletler türkiye temsilciliği ile dışişleri bakanlığı yetkilileri arasında geçtiğimiz yıllarda sorun olmuştu.

karın ağrımız olduğu için, bu konularda resmi kurumlar çifte standart uygulamaya devam ediyorlar. türkiye'de göç-der adında bir kuruluş var. bu zorunlu göçlerle ilgili hayli önemli araştırmalar ve çalışmalar yapmıştır. geçtiğimiz yıl, biri uluslararası olmak üzere 5 resmi kuruluşun zorunlu göç'le ilgili araştırma yaptırdıkları ve bu kapsamda zorunlu göç mağduru yaklaşık 5000 aile ile görüşmeler yapıldığı konusunda bilgiler mevcut. ama henüz kamuoyuna açıklanmış ya da yayımlanmış bir rapor yok.

özellikle doğu ve güneydoğu illerinden, köy ve mezralarından merkezlere ve metropollere yapılan göçler azımsanmayacak sayıdadır. bu göçlerin temel sebebleri arasında köy boşltmalar ve çatışmaların karşı karşıya bıraktığı zorunlu durumlar başrol oynamaktadır. bu göç esnasında tecavüze uğramış, işkenceden geçirilmiş onbinlerce insan var. bu bizim gerçekliğimiz ve ayıbımız. elbetteki "belene kamplarını" ve bulgaristan komünist partisinin asimilasyoncu politikalarını onaylamıyorum ve gerekli tepkileri bkp özür dileyene kadar da verdim, fakat asıl sorun burada kendi gerçekliğimizi perdeleyen yaklaşımlarla meseleye bakmamızda gizli. aziz nesin,"bulgaristan'da türkler, türkiye'de kürtler" derken acı gerçeği gözümüze sokmaya çalışmıştı. ama ne kötüdür ki, gözü çabuk boyanan bir toplum belleğine sahibiz. yaşananları bize nasıl gösteriliyorsa öylece, olduğu gibi sorgulamadan kabul hanesine yazıyoruz.

zorunlu göç, türkiyenin kanayan bir yarasıdır. arkasından getirdiği sosyal, kültürel ve ekonomik açmazları ve sıkıntıları hiç tartışmadan, sadece onbinlerce insanın mağduriyetini düşündüğümüzde bile ağır bir insanlık dramıyla karşılaşmaktayız. ve bu ülkede yaşayan her bir birey, bu dramdan bir nebzede olsa sorumludur, suçludur, vebal altındadır.

ateistim o halde dayak yemeye mahkumum

azınlık olmanın zararlarından meydana gelen durum. ya da demokrasi kültürünü benimseyememiş, bazı kodlarına tıklayınca galeyana gelebilen bir toplumda yaşamanın sonuçlarıdır şeklinde açıklanabilecek durum.

dayak yemek sadece fiziksel anlamda değildir elbette. toplumsal linç kültürümüz bilimle aramıza mesafe koydukça gelişmiş ve gelişmeye de devam etmektedir. çok uzağa gitmeye gerek yok, uludağ sözlükte bile bu tür linç girişimlerini dönem dönem görüyoruz.

kodlar meselesinde kilitleniyor herşey. bu kodlarla hazırlanan böylesi bir toplum kurgusunda linçler artık doğallığı nerdeyse kanıksanmış bir vaka halindedir.

eğitimiyle, kültürüyle, öğretimiyle, medyasıyla bütün bu reaksiyon ve vakalara hazır hale getiriliyoruz. geriye sadece birilerinin o kodların tuşlarına basması kalıyor.

bu ülkede, çok masum gözüken insanların nasıl iki saatte birer vahşi, ilkel, canalıcı yaratıklar haline dönüşebildiklerini ben yaşayarak gördüm. maniplasyon at başı gidiyor.

zebanilerin işini üstlenen, dünyevi zebanileri hepimiz görüyoruz.

sikeyim bütün kökten dincileri

elinizi şeyinizden uzak tutsanız biraz, kafanızı kaşımaya fırsatınız olur.

son dönemde silahların sustuğunun zannedilmesi

barış, karşılıklı verilen tavizlerle tesis edilen somut bir gerçekliktir.

kürt silahlı güçlerinin dönemsel olarak ateşkes ilan etmesi, barış adına öncelikle olumlu bir gelişmedir. buna rağmen, belirli alanların tsk topçuları tarafından vurulmaya devam ettiğide bir gerçekliktir. fakat bilinen çatışma yoğunluğu azalmıştır. öncelikle bunun iyi bir şey olduğunun altını bir kez daha çizmek gerek.

elbette bu topraklarda yaşayan biri olarak beklentim, kalıcı barışın tesis edilmesi yönündedir. barış süreçleri tüm dünyada olduğu gibi bizdede inişli çıkışlı bir rota izlemektedir. bu dönemlerde siyasi taraflar daha keskin ve demogojik laflar ederler. bunu şu anda izliyoruz zaten.

elbetteki tarafların birbirinden beklentileri vardır. anayasadaki olası değişimler, kürtlerin taleplerini ne denli karşılayacaktır bilinmez. bunu somut maddeler mecliste gündeme geldiğinde göreceğiz. tsk konusunda söylenebilecek tek şey, hükümetin kararlarına uymalarıdır. en azından bundan sonraki süreçte bu beklenmelidir. tsk nın tek başına bir strateji belirlemesi artık pek mümkün gözükmemektedir. elbette askeri stratejiler mevcuttur. fakat doğru olan siyasi kararliliğa riayettir. ayrıca tsk, uzun bir süredir "soğuk savaş dönemi" safralarını atmakla meşguldür. yani yenilenme ve bu anlamda arınma dönemindedir.

dileğimiz, artık her yıl binleri bulan faili meçhullerin tekrar yaşanmamasıdr. bunun için atılan her adıma destek olmak demokrasi güçlerinin boynunun borcudur. militarist aktörlerin yerine, siyasal aktörlerin süreci götürmesi bence daha aklı selim bir durumdur.

önemli olan, filan partinin güç kazanıp kazanmaması değil, akan kanın durmasıdır. bunca yıldır sağdan ve soldan yaşadığımız faili meçhul cinayetler sürecinin tekrar hayatımızda yer almamasıdır. bu sürecin bize daha çok şey kaybettirdiği asla gözden ırak tutulmamalıdır.

bir akademisyenin trt 6 özrü

trt 6 kürtçe yayın yapan bir kanalımız.

Mardin Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü öğretim görevlisi Yrd. Doç. Dr. Selim Temo Ergül, bugün bir konferansta yaptığı açıklamada Artuklu üniversitesindeki ve trt 6 daki görevlerinden istifa ettiğini duyurmuştur.

Temo, açıklamasında pişmanlığını ve özrünü şu cümlelerle dile getirmiştir.

"Hayatta savunamayacağım tek şey TRT 6'da program yapmaktır. TRT 6 meselesinde de Adalet ve Kalkınma Partisi'ne inandım ama yanıldım. Onun için bu konuda bana tepki duyan varsa sonuna kadar haklıdır. Boynum kıldan incedir. Herkesten özür diliyorum"

Temo, hükümetin dil politikasına ve özelde kürt diline karşı uyguladığı politikalara ve trt 6'nın dini konulardaki yayın politikasına ağır eleştiriler getirmiştir.

http://bianet.org/bianet/...nligim-akpye-inanmak-oldu

abdullah öcalan korkak bir liderdir

buraya böyle bir başlık açıp küfür sırasına geçmeyi marifet olarak görmüyorum, madem korkak deme cesaretini gösteriyorsunuz, o halde nedenlerini açıklayın. elinizide şeyinizden çekin önce.

abdullah öcalan, beğensenizde, beğenmesenizde türkiye kürtlerinin lideridir.

abdullah öcalan, aynı zamanda diğer kürt coğrafyasında da hatırı sayılır bir liderdir.

ortadoğunun en güçlü siyasal ve ulusal hareketinin en önemli simalarındandır.

bunları sadece ben söylemiyorum, dünya basını defaatle söylemiş bulunuyor.

gelelim korkaklık meselesine, korku tüm insanlara özgü bir olaydır. korkular bilincimize ne kadar fazla bilinmeyeni çıkartabilirsek o kadar azalır. insan, iradesi ve bilinci ile korkuyu ya da korkularını yener. bu anlamda öcalan iradesi oldukça güçlü bir kişiliktir. bu bugüne kadarki duruşuyla ve pratiği ile sabittir.

korkak lider nasıl tanımlanabilir. yapılmaması gereken, verilmemesi gereken bir emri veya bir tavrı göstermişse bir lidere korkak diyebilirsiniz. öcalan yakalandığında infial halindeki kürtleri kendi emri ile intihar eylemlerinden vazgeçirdiği sabittir. korkak bir lider bunu yapmazdı. korkak bir lider davasından vazgeçerdi. öcalan hala, ısrarla davasının takipçisidir.

asıl korkaklık ise şudur arkadaşlar; gerçekliği görmeyip, kendi yarattığınız veya yaratılıp size dayatılan sanal gerçekliğe teslim olmak ve gerçeklik ışığını arama cesaretini gösterememektir korkaklık.

korkaklık, birilerini inciteceğini bilerek belden aşağı vurmaktır.

korkaklık, bilgi birikimine güvenmeyip, fikir ve düşüncelerin paylaşıldığı bir ortamda ağız dolusu küfür etmektir.

mustafa kemal için, ya da şeyh şamil için, ya da said-i nursi için korkak liderdi denseydi ve ağız dolusu küfür edilseydi yine aynı şeyleri yazardım. beğendiğim için değil, üslup ve etik yaklaşım gereği.

sizleri küfür yerine varsa fikirlerinizle görmek, şahsımı mutlu edecektir. umurunuzdaysa tabii.

türkler geldikleri yere geri dönsün

yeni bir toprağa yerleşmiş milletler kolay kolay bir yere gidemiyorlar ne yazıkki. bu topraklara o kadar çok millet ve milliyet uzantısı ayak bastı ki ve bunların tümü merkantilist dönemde dahil yakarak, yıkarak geldiler, kimin ne olduğunun artık pek ayırdedilir yanı kalmadı. kim egemense ondan oluveriyoruz. uyum halleri be gülüm. bu süryanilerin, ermenilerin kürd olması gibi bir şey. kökeni ermeni, rum, kürd, tatar, çerkes, abaza, bulgar, yunan ama bir bakmışsınız egemen türk'ten daha türk oluvermişler. dedim ya uyum mecburiyeti ve yaşam mecburiyetinden kaynaklı durumlar. bunun adına literatürde "asimilasyon" diyorlar.

türklerin, süryanilerin, rumların, ermenilerin ve kürdlerin avrupa' ya son yüzyılda çıkış sebebleri ayrı bir konu. oralarda çıban başı olmaları da ayrı bir konu. sosyolojik, patolojik, ekonomik bir sürü neden var. fakat milliyetçilik azgınlaştıkça burada da dışarda da durum birbirinden farksız. birileri bulundukların yerin öz be öz sahibi olduklarını iddia edip, diğerlerini dışlayan ve baskılayan bir tutum içine giriyorlar. bu bütün dünyada hemen hemen aynı.

asıl sorun geri gitmek falan değilde, bu 3. dünyadan 1. ve 2. dünya ülkelerine olan yüzyılımızın dramatik göçleridir. yaşam alanlarını ve yaşam standartlarını 1. ve 2. dünyanın katlettiği 3. dünya ülkelerinin insanları ölümleri pahasına bu göç dalgasında yer almaktadırlar. dolayısıyla sorun artık daha da karmaşık bir hal almıştır. bu engellenemeyen dramatik göç, dünyanın ulus devlet dengelerinide bozmaya devam edecektir.

öte yandan uluslararası egemen sistem, sermayenin uluslararası dolaşımına izin verirken ve bizatihi örgütlerken, emeğin uluslararası dolaşımı engellenmektedir. bu engellemelerde milliyetçilik olgusu son haddine kadar kullanılmaktadır. yani emeğin dolaşımı bu sayede engellenmiş olmaktadır. gelişmiş ülkelerde ne zaman yabancı düşmanı sağ partiler oylarını artırmışlarsa göç oranlarına bakmanızı öneriririm.

letifi nin idamı durduruldu

iranlı muhalif öğrenci bilindiği gibi bu sabah saat 06.00'da idam edilecekti.

letifi,nin idamı af'fı içerecek sebeblerden dolayı durduruldu. yoğun tepkiler alan idam infazının durdurlması başta uluslararası af örgütü olmak üzere kürtler ve öğrenciler arasında memnuniyetle karşılandı.

bir öğrencinin siyasi görüşlerinden ve etnik kimliğinden ötürü asılmak istenmesi kabul edilemez bir durumdur. biz bu filmleri kendi ülkemizdede görmüştük.

yaşasın allahın kanunları yaşasın şeriat

başlığa yönelik yazarın ikinci açıklaması kendi içinde tutarsızlık içermektedir.

senin inancına göre allah, yeryüzünün hakimi değilmidir ki, onun kanunları yeryüzüne hakim olamamış? şeriat adı altında dünyanın bir çok yöresinde farklı uygulamalar görmekteyiz. bu kanunlar her coğrafyaya, hatta her ulusa göre değişmektedir.

Allah, insanları kendi adına kanunlar yaratan insanlardan korusun.

Amin

yaşasın allahın kanunları yaşasın şeriat

kahkahalarla okuduğum 7 güzel entry.

başlık için denecek bir şey yok. kendi içinde tutarlı. yalnız, bu slogan niye "bir seher vaktinde" söylenirmiş onu anlayamadım.

beş vakit namaz kılan ergen sosyalist

hoş bir durumdur. hiç de zavallı değildir. birden kendi gençliğimi gördüm. tanımıyorum ama dürüstlüğünün tartışılmaz olduğu kanısındayım. önemli olanda bu tarafıdır benim için.

son dönem siyasi arenadaki gelişmelerde, has parti kurcular kurulunda yer alan marxistleri görünce daha da sevindirik oluyorum. ülke realitesine uygun bir yapılanma.

ayrıca islami ölçülerde, büyük oranda dünyevi nazarlar içindir. dinler bir toplumsal kurgunun saçayağıdırlar. sosyalizmin kendisi de başka bir toplumsal kurgunun ön aşamasıdır. bu topraklarda bundan daha doğal ergen süreci yaşanamaz. saygıyla karşılıyorum.

hiç unutmuyorum, nakşi ileri gelenlerinden bir zatla sabaha kadar süren bir sohbette islam ve sosyalizm üzerine görüş alışverişi ve tartışma gerçekleştirmiştik. orada, geldiğimiz nokta da o kadar çok ortak zemin yakalamaştık ki anlatamam. tabii burada tarafların pozitif yaklaşım içinde olmaları belirleyicidir. maksadın bağcı döğmek değil, üzüm yemek olduğu durumlarda geçerli olabilecek bir haldir bu. bugün düşündüğümüzde eğer marxsizm ikinci bir tanrı olarak maddeyi bu denli yüceltmeseydi durum daha farklı olabilirdi. tabii bunda reel sosyalizmin burjuva aydınlanma sürecine ulusal zeminde katkı sunması ve faydacı yaklaşımları temel neden olmuştur. bugün kuantum fiziği ile yapılacak bir sosyalizm kurgusu veya maddenin konumlandırılması elbette newton fiziği öngörü ve tesbitlerinden daha farklı olacaktır.

bir çok açıdan bakıldığında arkadaşımızın durumu yadırganmaması ve övülmesi gereken bir durumdur. işin sırrı, arkadaşımızın önündeki süreçte ne gibi felsefi ve teorik beslenmelerle nerelere savrulabileceği ihtimallerinde gizlidir.