bugün

entry'ler (56)

sözlük yazarlarının itirafları

son 1.5 yıldır akıl almaz şeyler yaşıyorum. 2013 mart-nisanından beri diyelim.
her şeyin bir gün daha iyi olacağını umarken daha da kötü şeyler yaşanmaya başladı. sonrasını merak ediyorum, nereye varacak nasıl son bulacak?
bu yazdıklarıma bakıp gülümsediğim günler gelecek mi?
bu sahte kimliğin altında en gerçekçi halimi sergileyen ben bu yazılanlara bakıp ''elhamdülillah'' diyebilecek miyim?

bir şeyler neden nizami şekilde kötü gider? suç kimdedir nedir eksiğimiz?
kendimi de suçlu bulduğum durumlar elbet var ama bana bunu yapan herkesi allah'a havale ediyorum, başta da babamı.
ölmesi için her gün dua ediyorum ve buradan çekip gitmek için.
bir şeyler değişsin istiyorum, tümden değişsin.
parasızlık, imkansızlık baki kalabilir çünkü buna yıllardır alışığım.

istediğim şey sadece huzur ve bu çok pahalı bir şey değil, buna rağmen ona ulaşmakta güçlük çekiyorum.
bilmiyorum belki bir gün bu yazıyı editleyip iyi şeylerin geliştiğinii yazarım detaylıca bir çocuk edası ile tek tek anlatırım. umarım öyle olur, öyle olmasına o kadar ihtiyacım var ki...
ben yine gelirim bir ara...

sözlük yazarlarının itirafları

gelin az dertleşelim...
galiba sözlüğe girmeyeli 2 ay falan olmuş. aklıma geldi bir bakayım dedim. bir de canım o kadar sıkkın ki. mevzu ne biliyor musunuz?
bir arabam vardı, servis çekiyordum. bir şekilde elimden çıktı, borç harç derken satmak zorunda kaldım ve diğer servislerde iş bulamadım kendime. açıktan da üniversite okuyordum, 2012'de mezun olduk. dur bir de kpss deneyeyim yeşillik olsun dedim. öyle adam akıllı da çalışmadım eskilerden aklımda kaldığınca girdim sınava. tabii arabada vardı o zaman çok önemsemedim açıkçası. 77 puan almışım. eh işte denebilecek bir puan. tabi sonradan araştırdım ki bu puan fazla iş yapmazmış. arabada gitti... işsizlik başladı, işsizlik başlayınca en yakınındakilerin bile kirli yüzünü görüyorsun. herkes maskelerini çıkarıp atıyor suratından hem de herkes.

genciz, hamd olsun sağlığım sıhhatimde yerinde ama bir kere düşmeye gör. bir kere düzenin bozulmaya görsün. inanın toparlanması o kadar zor oluyor ki anlatamam. bocalıyorum son birkaç aydır, parasızlık, borçlar, sosyal baskı. of of...
bir de önüne gelen akıl tüccarlığı yapıyor size işte o daha çok koyuyor. çünkü niyetleri üzüm yemek değil, bağcı sizsiniz; sizi dövüyorlar. eniştem geldi bugün, zengindir; allah daha çok versin kimsenin kesesinde gözüm yok. zengin adamın egosu necis olur nedense. ister istemez yukarıdan bakar sana, söze başlarken;

--spoiler--
ben bile...
--spoiler--

diye başlarlar. sormak geldi içimden sen kimsin? diye. yok işte yok, kapasitem bu, elimden gelen bu. şu anda yazacak bir şey bulamıyorum. yani öyle bir vaziyetteyim ki tarifi yok. gümrük muhafaza başvuruları vardı, dedim ona başvurayım. neyse başvurduk, mülakata da girdim, babam emekli maaşını aldığında çektim parayı bastım ankara'ya gittim. mülakata girdik ettik döndüm geldim. sonuçlar bu akşam açıklanmış, nasip değilmiş demek ki, sürekli bununla avutuyoruz kendimiz, bununla teselli olmak öğretilmiş ya hepimize. olmadı abi olmadı... yok işte. şimdi düşünüyorum evdekilere olmadığını nasıl anlatacağımı, nereden başlayacağımı da blmiyorum. nereye başvurduysam dönüş olmadı. bekliyoruz işte. oturup hesaba vurdum, 30.000 kadar borç var. ve elde olan ise sıfır.

bizim peder arada laf ediyor duyuyorum geceleri. evden defolsun gitsin falan. dedim ya para yoksa herkes maskeleri tek tek atıyor yüzünden. dişlerimi sıkmaktan bir hal oldum. gücüme gidiyor bu olanlar. ya tüm bunlar imtihanımız ya da gerçekten ben çok basiretsiz, çok beceriksiz bir adamım. çıkamadım işin içinden. benimle yaşıt çoğu arkadaşım evlendi barklandı. bir düzenleri var, tamam kıstasımız evli olmak değil ama bir düzeni olmalı insanın. insanlar ise anlamıyorlar, en çok da gücüme giden sevdiğim insanların bir bir sırt çevirmesi. sevdiğim insan ise artık yok. o da yok artık. o olsaydı böyle olmazdı. hayat işte, bazen hesap etmediğiniz şeyleri çıkarıyor karşınıza elden ne gelir ki? sadece sabretmek ve bu anların bir an önce bitmesini beklemek. sadece beklemek. her şeyi bekliyoruz.

ama yine de umudumu yitirmiyorum, insanların benim hakkımda ne düşündüğünü hatta anamın babamın kardeşlerimin, o dış kapının dış mandalı enişte olacak pezevenklerin ne düşündüğünü çok iyi biliyorum. sadece kimsenin kalbini kırmamak için susuyorum. ama allah'a and içtim, buradan gitme imkanı bulduğumda asla ve asla geri dönmeyeceğim daha. çünkü beni buraya bağlayan hiçbir şeyin olmadığını son 6 aydır öğrenmiş oldum. herkesi çok iyi tanıdım. herkesi... bir yandan iyi oldu bir yandan ise dünyam başıma yıkıldı. mesela yarın pazar, nereye gideceğimi ne yapacağımı hiç bilmiyorum. bir saat sonrasından haberim yok. galiba amacım yok bu aralar.
gümrük işine çok bağlamıştım kendimi, tamam galiba bu sefer olacak demiştim ama olmadı. vermeyince mabud neylesin mahmut derler ya. bizim ki de o hesap.

allah büyük, elden fazlası gelmiyor. yalnız bir şeyi merak ediyorum;
cebimdeki para ile itibar görecek, bununla adam yerine konacak seviyeye inecek kadar ne kötülük yaptım da bu geldi başıma. anlayamıyorum insanları.
tek suçum ney? işte onu bulamıyorum.

ben bu yazıyı sana yazdım

haftalardır kime ve neye ait olduğumun belirsi hali. kimse ve sen, ben yalnızlık; sensizliğin 5. yılı.
bir ömür boyu nicesi, ardı ardına yaşanılmayı bekleyen, kimimize utanç, kimize korku temalı zamanlar. yüzümüz düşecek, sonra onu kaldırmaya da yüzümüz kalmayacak. her şey düştüğü yerde kalacak. her taraf çok dağınık...

biraz olsun uzan bana. yakalamaya çalış bir yerlerde. istanbul o kadar dar ki, sanki soluma dönsem çarpacağım sana ya da sen dolanırken öyle bir yerlerde, ben sigaramı yakıp başımı kaldırdığımda rast geleceğim sana.
yine aynı şarkılar dilimizde. ikimizde öyle güzel söylerdik ki. hatırladın mı?

--spoiler--
şofeeeeer!
--spoiler--

diye bağırırdın ardımdan, muavinlik ederdin çoğu zaman. çoluk çocuk kimleri taşmadık ki biz seninle. biterdi servis, sen ısmarladın yemekleri. en çok sana yakıştırırdım sigarayı. çoğu kadın da eğreti dururdu ama ellerin becerirdi sigaranın en delikanlı tutuş şeklini.
el kolunda kıralını yapardın o trafikte, ne gülerdim o hallerine. öyle manyaktık ki ikimizde.
sattım o arabayı, muavin koltuğunda sen vardın her sabah, dayanamıyordum. sattım... çocuklar soruyor bazen, o sekreter kızlar falan. daha kimler sormuyor ki seni.

-abi yanında bir abla vardı bazen yardımcı oluyordu sana nerde o şimdi?

sahi nerdesin şimdi?
kimdesin?

ikimizin en güzel söylediği şarkı çalıyor şimdi, en güzel de sen söylerdin. kerkük kadar serindi ellerin. vadileri kadar derindi bakışların çocuk ruhlum benim...
geçtiğimiz yerlere gelince sen geliyorsun aklıma dalıyorum bazen, korkuyorum bir gün çarpacağım bir yere, onca insanın can sorumluluğu üstümde.
sen olacaksın sebebim,
sebep sormadan gidenim,
bıraktığın yerde senli benliğim.
ellerim... ellerimde hala sen de;
hiç eskimedin ki, hala dirisin; bir devrim sabahı gibi...

sen çok severdin bu şarkıyı, iyi de söylerdin; işte...

http://youtu.be/ZusAF6aEFXI

murat bardakçı

ukala bir adam.
ama türk tarihçiliği derseniz, sayılacak isimlerden biridir ki kendisine tarihçiyim demez, nosyon olarak değilse de pratikte tarihçidir. yani tarihçi olmanın ölçüsü akademik geçmiş olacaksa, size rezil akademisyenler gösterebilirim. bunu çoğu yerde afişe etmez ama tam olarak 12 dil biliyor kendisi. zaten ben türk tarihçisiyim yani türk tarihini araştıracağım derseniz, asgari bilmeniz gereken dil sayısı hemen hemen 10'dur. sebebi ise türklerin çok geniş coğrafyalara dağılmış olmasıdır. oradaki kaynakları verimli kullanabilmek adına bu mühimdir.
ayrıca ukala tavrına rağmen seviyorum kendisini.

üniversite yılları

çok sağlam acıktığımız yıllardı.
hani yılmaz erdoğan diyordu ya;

--spoiler--
bir sofraya hiç bu kadar aç oturmamıştım
--spoiler--

diye.
para olsun ve ya olmasın, o zamanlarda acıkmanın tadı da bir başkaydı sanki. ne acıkırdım o zamanlar be. hem de ne acıkmak.

sözlük yazarlarının şu an üzüldüğü şeyler

gırtlağa kadar olan borçlar. oturup hesaba vuruyorum, bu maaşla 10 yılda ancak kalkarım altında. allah büyük be.

şirin payzın

street fıghter'da mister baysın adlı bir karakter vardı onu çağrıştırıyor bazen. ne alakaysa. yapacak bir şey bulamadım da saçmalarım genelde ondan herhalde.

internet başında göt büyütmek

nöbette iken yapacak bir şey olmamasındandır. bütün araçlar yatışta ne yapayım ki şimdi?

minibüsçü

genelde atarlı ağır abi oldukları teması çizilir. yok öyle bir şey, aralarında üniversite mezunları var benim gibi.
zahmetli ama zevkli iştir.

-evet son durak dökülelim abiler...

yazarların telefondan attığı son mesaj

35'lik al.

aldatan sevgiliye yeniden şans vermek

kendini enayi yerine koymaktır. bitmiş gitmiş artık, ne şansı?

bir esnafın sahip olması gereken temel özellikler

sosyal biri olmalı öncelikle. esnek olmalı, böyle çabuk parlayan bir tip olmamalı.

eski sevgilinin evlenmesi

size anlatabilirim bunun nasıl bir şey olduğunu.
ayrıca hayırlısı olan bu imiş demekten başka bir şey de kalmıyor. oluyor işte, hayat bu. hem bir çok kişinin başına da geliyor ve böylesi olması inanın hiç avutmuyor sizi. allah mesut etsin. etsin elbet. birilerinin kötülüğünü istemekle nasıl olur ki? olmaz, hem de o çok sevdiğiniz biri ise şayet. tabi onun mutluluğunu canı gönülden, böyle böyle bastıra bastıra istemek ne kadar samimi bilmiyorum.
fedakar insan rolü kesmekten kendimiz olmayı unutalı çok oldu.
nasıl bir şey biliyor musunuz. büyütüyor insanı. hem büyümek dedikleri şeyler, çoğu zaman aldanarak kaybetmekten ibaret olanların toplamı değil mi? ben öyle biliyorum en azından.

17 mayıs 2010 cumartesiydi galiba. saat 17.00 civarı...
aradım, ne yaptığını sormak için. ben sözleniyorum galiba demişti. böyle işlerin galibası olduğunu da o gün öğrendim. öğrenmez olaydım. sormadım hiçbir şey. kim ve neden dedim, cevap alamadım. neden yaptın dedim, kendince bir yalan uydurdu işte. ama yine de kızmadım.

sonra neden böyle olduğumuzu sordu, ağlayarak üstelik. hayatını mahvetmeme rağmen o akıttığı göz yaşları kanaat getirtti ki halen daha seviliyorum her şeye rağmen. işte o gün pişman oldum sevildiğime, bırak gittiğime. nefret edilen olsaydım çabuk atardım üzerimden tanıyorum kendimi.
çekerdim iki kapak kubarımı, vururdum cila niyetine biramı da üzerine. dünya o zaman benim olurdu be. biterdi, bitirirdim.
senle yaşanılan her şeyi özledim, gecelerimizi, gözlerini... yanlış hatırlamıyorsam sen de benim boncuk gözlümsün demişti. gözlerime bakmadan. son defa. sonra ayrı düştük düşman olduk birbirimize. yazık ikimize de. yazık...
sonra başka bir gün;

-annem bohçamı verdi...

bohçalar ne işe yarar? genelde sandıklarda kokuşmaz mı? versin ne olacak ki dedim önce. sonra bir bilene sorunca bunun ne anlama geldiğini öğrendim, yine yıkıldım.
sonra o konuşmalar. aptal saptal hayaller.

geri dönsem beni kabul eder misin?
boşanmış olsam beni kabul eder miydin?
anlatsana evlei olsak neler yaşardık, nasıl bir hayatımız olurdu?

gibi sorulara duymak istediği cevapları verdim hep. üzülmesin diye, ne kadar samimiyim bilmiyorum, çok sevince bazı zaman samimiyetiniz rafa kaldırıyorsunuz elinizde olmadan, kırmamak için. galiba ne gelirse yakınından gelir sözü de doğru, iyilik etmek isterke bile kandırıyoruz en sevdiklerimizi.

sonrası malum, ses seda kesildi, telefonlar değişti. aldığı kıza ev düzen esas oğlanımıza da yazık. ne işler çevirdik ardından hem de ne işler. hala severek bir başkasını, koynuna sevdiğin bir kadını almakla, yılan almak arasında ne fark var?
kızmıyorum sevdiğim kadına, hem de hiç kızmıyorum.
hangi tarih ve ne zaman hiç bilmiyorum, galiba askerdim. evlenmiş, bir fotoğraf buldum sonra.
masanın üstünde içilmiş limonatalar, ortak arkadaşklarımızın tebrikleri, herkes orada. nuket vardı bir tane, fahri baldız gibi bir şeydi. o da vardı orada. sonra zeynep... o da vardı. herkes. sonra nihat abi, sonra o hımbıl murat... tam kadro yani.

ne zaman ve nerde bilmiyorum, gördüm o resmi, önce sustum ama hiç ağlamadım. yapamadım.
galiba kabullendim, kabullendim demek bile aptalca durduğu halde kabullendim.
mutlu mu?
bilmiyorum, sadece öyle olmasını istiyorum.

alışıyor mu insan?
neye alışmıyor ki insan? alışıyor be, hem de herşeye...

umarım çok mutludur...

öğrenim kredisi borcu olan kızla evlenmek

derdi bir iken ikiletmektir. benimki hacze düşmüş varsın o da gelsin ne de olsa şemsiye girdi bir defa nasıl olsa açılmaz artık.

elektromanyetik alan teorisi

mısırlı fizikçi abdüsselamın birleşik alan teorisin geliştirerek nobel bilim ödülünü kazanarak, elektromanyetizme kuvveti hakkında bildiklerimize katkı sunduğu teoridir.
bu teori sayesinde teknoloji var denilse yeridir.

yazarların birazdan yapacakları işler

yeğenimle sarılıp uyuyacağım.

çay olmasaydı olabilecekler

yokluğunu hissedip bu başlık açılmazdı. çayın olmadığı yokluğun algısı, bilincimizde yer etmezdi.

abdullah çatlı

ülkücü çevrede 1980 öncesinden bu yana kendisine hayranlık uyandırmış, gerek militan camia, gerekse marjinal olmayan ülkücü kesimler tarafından daha o dönemlerde kendisine saygı duyulmuş biri.
tabi bu gücünü devlet kullanmak istemiş bu çok belli. eğer ki bir adam 21 yaşında ankara'yı ayağa kaldıracak güce sahipse, devlet bunu kullanır.
kendisi hakkında çeşitli spekülasyonlar ileri atılıyor, ne kadar doğru bilemiyoruz.
aklın yolu bir; ülkücü biri için kahraman, ülkücü olmayan hatta koyu sol kesim için ise mafya olarak kalacaktır bu adam.

elif şafak

romanlardaki hikaye kurguları mantık olarak güzel olan yazar. ancal olaylar çok iç içe geçik işleniyor bu da okuru zorluyor bana göre. yine de başarılı bir yazar, zevk alıyorum okumaktan.

işten çıkarken adama ingilizce am günü yağ

bunu söyleyecek kadar ingilizcem olsa işsiz kalmazdım zaten.