bugün

entry'ler (107)

mr waffle

çok pis alışkanlık yapan efsane waffle. ağızda baya güzel eriyor gerçekten. sırf bunu alabilmek için opet'ten benzin alır oldum.

kadife sokak

hayatımın şekillendiği sokak. hemen girişindeki eftelya kafe de hayatımın ilk nargilesini içmiştim, ilk defa o sokakta bir yerdeydim farklıydı, neden bilmiyorum ama kendimi farklı, büyümüş, olgunlaşmış hissediyordum ve hep duyduğum o sokağın içerisinde bende vardım. sonra kendimi rexx sinemasında bir salonda kız arkadaşımla ilk defa sinemada öpüşürken bulmuştum, çok heycanlıydım hep duyduğum sinemada arka koltuktaki çift bizdik, mutluyduk, heyecan doluyduk. hemen karşısındaki reks büfede ilk martı dönerimi yemiştim, lavaş ekmeğinin tost makinesinde ısıtıldığına ve inceltildiğine orda rastlamıştım ve bundan sonra ne zaman dürüm döner yiyecek olsam reks büfede gördüğüm gibi tost makinesine konulmasını istiyordum. hemen yanındaki teachers bar ilk girdiğim metal bardı. yaşım daha 14 olmasına rağmen kuzenimle birlikte oradaydım. garip gözlerle o karanlık ortamdaki insanları, içtiklerini, konuşmalarını kısacası her şeylerini inceliyordum sanki farklı bir dünyadaydım ve o ufacık samimi yer içime o gün nasıl işlediyse teacherstaki o ortamı ne türkiyede ne de yurtdışında hiç bir barda, kafede, club ta bulamadım. biraz ilerleyince o girişteki camın önünde oturan gothic hatun ve metalci gençleri hep gördüğüm zincir bar vardı. hep merak etmiştim o camdan hem dışarıyı izlerken o içerideki ortamda çalan müziği dinlemek nasıl bir şey diye ve içeri girmiştim artık o cam ın önünde oturup içerde megadeth çalarken bir yandan arkadaşlarıyla konuşup bir yandan da dışarıyı izleyen o genç bendim. ve hemen karşıdaki mantar kafe yi görüyordum ufak bir yere benziyordu ama nedense o ufak ortam çekici geliyordu, aydınlık bir yerdi çünkü her tarafı pencere olan ufak bir dükkandı, insanlar burdan hemen sokakta yürüyen insanlara bakarak daha alternatif bir müziği dinler o güzel yemekleri yer ve sohbet ederdi. bende bunların hepsini yaptım hem ismide güzel ve kolay söyleniyordu: mantar. hemen karşı köşesinde o kaliteli görüntüsü ve nezih yapısıyla hera vardı. şarap evi yazıyordu kapısında. merak ettim bir gün arkadaşlarımı zorla götürdüm, her çeşit insan vardı ama dikkatimi mekandaki kız sayısının fazlalığı çekmişti hayran kalmıştım. hem bu kadar şık restore edilmiş, hem kaliteli müziğin çaldığı ve ergenlikteki bir genç olarak ilgimi çeken kızların olduğu bir yerdi. hemen karşısında o zamanlar dürümcü musto vardı. ufacık bir yerdi ama orada yediğim dürümlerin tadı hala damağımdadır. oranın sahibi oğlunun ismini koymuştu dükkanına çok sevdiği oğlunun ismini ondan bahsederdi bize dürüm hazırlayana kadar. onca kalabalığın ve trafiğin ortasında her gün yüzlerce insana yemek hazırlayan amca nın hayatını dinlemek ilginç ve mutlu edici bir deneyimdi. oradan çıkıp karşı yolunda o dikkat çeken mor renkli binanın 3. katında hint çayı vardı. daha sonrada racon ve samosa oldu kahve bahane ye devredildi ama benim ilk karanfilli çay için rahat minderlerin üzerinde hint müzikleri dinleyip sevgilimle güzel vakit geçirdiğim yer oldu. o ufak balkonuna 4 kişi oturup etrafı izlemek muhabbet etmek hala düşlerimde olan unutulmaz anlardır. şimdilerde emo ların gittiği leş bir kafe olmuş çok üzülmüştüm öyle olduğunu görünce ama elden yapacak bir şey gelmezdi. vagon a geçmiştim kahve bahanenin hemen altındaki o ufak yere. kadife sokaktaki ilk plazma ekrandan konser yayınlayan mekan burasıydı. saatler boyu oturup muhabbet edip konser izlediğimiz bir mekan olmuştu sonrasında adsl çıkınca o konserleri evde izlemek daha çekiçi gelmişti ve kahve bahaneye çıkmıştım. her ne zaman olursa olsun nedense kendimi en çok yakıştırdığım ve mutlu olduğum mekan burasıydı. hala öyledir. ilk dondurmalı waffledan tut kahve-kanyak a kadar her tülü tadı burda denemiştim. o sera etkisi yapan brandanın atında oturup çay içerken brandanın üstündeki yağmur damlalarına bakmak mutluluk vericiydi. the crow filmini izlemiştim çok önceden o yüzde kapısında karga amblemi bulunan mekan dikkatimi çekerdi. bir cuma günüydü, ilk defa içeri girmiştim içerde bir chill out müzik vardı hemen dümdüz gidince karşıma çıkan o ufak bahçede ufak taburelerde oturmak eğlenceli gelmişti, sanki o az önceki kalabalık sokak gitmiş egzotik bir adada içki içer gibiydim o üst kattaki kocaman aynasından kız kesmiştim, hayatımda ilk defa bardan bir kızla tanışmıştım o ayna sayesinde ama yavaş yavaş sokağın sonuna doğru ilerlemek gerekirdi ilerledim ve masal evi, liman kahvesi, karin üçlemesi vardı. masal evinde aynı zamanda kadife sokakta oturan yakın bir arkadaşım dj lik yapıcaktı gittim gittiğime çok sevindim güzel samimi ve kaliteli bir mekandı karin gibi. hep karıştırmıştım aslında bu 3 mekanı gerçi hala karinle masal evini bazen karıştırırım ama bu 3 mekan arasından liman kahvesi sıyrıldı. çünkü içinde o güzel kokteylleri olan deniz suyu vardı. pahalıydı ama bira içer mekandan çıkmadan önce deniz suyu alırdık kafamız daha güzel olsun diye ve olurdu hemen biraz ilerisinde oturan yakın arkadaşımın kız arkadaşının evine giderdik. nargile ve sinemayla başlayan ve onca içki onca muhabbetle devam eden kadife sokak günlerim bu arkadaşım evinden sonra bitmişti. her gün sokağında dolaştığım birasını içip martı dönerini yediğim bu sokaktan kopmuştum şimdi ne zaman gitsem farklı, değişmiş ve bozulmuş gibi geliyor. belki ben bozuldum, belki ben değiştim ama değişmeyen tek şey kadife sokağın benim yerime artık başka insanların evi olmasıydı.

(bkz: eftelya kafe)
(bkz: rexx sineması)
(Bkz: reks büfe)
(bkz: teachers)
(bkz: mantar)
(bkz: zincir)
(bkz: orta dünya)
(bkz: hera)
(bkz: hint çayı)
(Bkz: karga)
(bkz: arka oda)
(Bkz: vagon)
(bkz: kahve bahane)
(bkz: masal evi)
(bkz: karin)
(bkz: liman kahvesi)
(bkz: nart kafe)
(bkz: incir)

haydarpaşa lisesi

231. bitirmeme ragmen 80 üzerinden 72 aöbp aldığım lisem.

majesty

kuzeyin bağrından kopup gelmiş, içimize işlemiş, acılarımızı o güzel kuzeyli aksanıyla ingilizceye döküp notalarla rakı sofrası kurmuş madrugada isimli muhteşem gurubun insanı ağlatan şarkısı.

so am ı
good or bad
the way that things did turn out
ı did only make you sad

and we cried and we cried
on the phone
oh, but in my mind
you were never that all alone

oh, you were majesty
your roads were heavy
and your longing was cut from bone

so am ı
am ı good or bad
could only awake your anger
ı could only make you mad
now was that how you showed me
that you were still so young and bold
anyway those fights did drive me
and ı was dying of thirst and ı wasn't growing old

oh, you were majesty
your ropes were heavy
and your roads were very cold
oh, oh, oh, majesty

but in my mind
ı could still climb inside your bed
and ı could be victorious
still the only man to pass through the glorious arch of your head, o-oh

oh, you were majesty
your ropes were heavy
and your cheeks were very red

oh, you were majesty
now it's like ı said
that spirit, it's now dead

oh, oh, oh, majesty

ender yıldızhan

mimar sinan güzel sanatlar üniversitesi mimarlık bölümünde okumakta olan, haydarpaşa lisesi 2007 mezunu olan ve 11 aralık 1989 doğumlu olan çizer. içine kapanık fakat kafa bir çizerdir, umarım ileride daha büyük işlerde görürüz kendisini.

felat delibalta

uykusuzun genç yeteneği olan ender yıldızhanın haydarpaşa lisesinden arkadaşı olan, istanbul üniversitesinde eğitim hayatını sürdüren genç başarılı çizer. yeni çıkan cici isimli mizah dergisinde haftalık olarak çizmeye başlamıştır.

cici

ender yıldızhanın haydarpaşa lisesinden çok yakın arkadaşı olan ve hala bu arkadaşlıkları hem günlük yaşantıda hemde mizahi anlamda devam eden felat delibaltanın da yer aldığı yeni mizah dergisi.

mustafa kara

tek projesi yeni yapılacak olan hükümet köşkü olan dar görüşlü belediye başkanı. bir de her tarafta afiş astırmış "siz istediniz, söz verdik yapıyoruz." diye. üsküdar meydanıtinerci ayakkabı boyacıları sarmış, her taraf kuduz köpek dolmuş, kaldırımlar delik deşik olmuş, trafik zaten marmaray etkisiyle berbat bi hal almış, çöplerin leş gibi koktuğu bir üsküdar kalmış elimizde sanırım bunca pislik ve korku içinde tek eksiğimiz mustafa kara nın daha rahat oturacağı bir hükümet köşkü istemekti.

bravo sana mustafa kara bravo.

validebağ korusundaki kuşların doğal yaşamını bozup yol yaptığın için bravo.

üsküdar meydanındaki köpekler ve tinercileri başımıza diktiğin için bravo.

bozuk yolları geçtim bozuk kaldırımları umursamadığın için bravo.

üsküdarın o eskisi gibi deniz kokan havasını çöp kokusuna tercih ettiğin için bravo.

boş gördüğün her arsayı yandaşlarına 10-15 katlı binalar yapması için hediye ettiğin için bravo.

sokak başlarındaki baykuş lambalar yerine iki bina arasına gerilmiş ışıklandırmaları tercih edip insaları uyksuz bıraktığın için bravo.

seninle aynı havayı solumak zorunda bıraktığın için bravo.

florya plajı

istanbul büyükşehir belediyesinin ve doğal olarak akp kafasından kendisini kurtaramamış olan plaj. etrafı tel örgülerle çevrilmiş ve sadece büyükşehir belediyesinin çalışanlarına ve bürokratlara ayrılmış, bu doğaya, halka ve insanlığa düşman ve bilinçsiz yönetim şunu çok iyi bilmelidirki bütün plajlar, sahiller ve her türlü deniz kenarı halkın ortak kullanımına açıktır ve her ne şekilde hangi örümcek kafalı tarafından ağlarla örülse bile en sonunda gerçek sahibi olan halka ait olacaktır.

kadir topbaş için özel tanım: atatürk döneminde ve sonrasında halkın olan ama malesef günümüzde mimarların yüz karası olan kadir topbaş tarafından kendinin ve yakınlarının özel plajı konumuna zorla getirilmiş olan plajdır.

gerdek gecesi kendini tatmin eden kadın

düğünün bütün yorucu ve sıkıcı saatlerinin unutulacağı bu unutulmaz gecede erkeğinin performans düşüklüğü yüzünden kendini tatmin etmek zorunda kalan ve senelerdir bu anı bekleyen kadındır. kişisel olarak yadırgadığım ya da ezdiğim düşünülmesin çünkü o gün boyunca bütün işlere kafa yorup bütün sorunların üstesinden gelen erkek gecenin sonunda yorgun düşmüş olabilir hemen uyumuş olabilir bu yüzden performans düşüklüğü ya da cinsel isteksizlik olabilir tabiki bu durumda kadın adamı darlayıp red cevabı alıp üstüne adamın yanında kendini tatmin etmeye çalışıyorsa o kadının ayıbıdır. yorgun değil ve sağlıklı olmasına rağmen çabucak işini kadını umursamayan bir erkek varsa ve kadınını yüz üstü bırakıp kadının kendini tatmin etmesine neden oluyorsa da bu adamın aybıdır. ayıp yatakta olur deyimede bağlamak isterdim aslında bu kadar ayıp dedikten sonra ama başka bir yazıda bağlarım artık.

kafayı aşkla bozan abazan erkek

anlamıyorum arkadaş ben bunları. aşkmış, sevgiymiş, sevgiliyle saatlerce sarılarak film izlemekmiş, bütün gece o uyurken onu izleyerek saçını okşamak dünyanın en huzurlu en mutluluk verici şeyiymiş falan nasıl da yalan anlatamam. bizim bir arkadaş var hayatı boyunca topu topu bir tane sevgilisi olmuş onlada en fazla öpüşmüş bir erkek. yazıyor bir yerlerde okuyorum bazen yazdıklarını, hep hayatında ne kadar çok kadın olduğunu bir çoğuyla ilişkiye girdiğinden falan bahsediyor ama sevgiliyi yemek yaparken izlemek kadar güzel bir şey olmadığını falan söylüyor. şaşıyorum şaşırıyorum. geçen gün daha yan masadaki 130 kiloluk sarhoş kızı kesen, onunla birlikte olmak isteyen sen değilmiydin? ya da facebookta sürekli kız aradığını geçenlerde bizim okuldan bir kızla konuşmaya başladığını ve tanıyıp tanımadığını bana soran sen değil miydin? nedir bu çelişki? internette yazıyorsun duygusal şeyler milleti duygulandıryorsun sonra bütün kızlar erkekleri çok aşk adamı falan sanıyor tanımasam ben bile inanıcam anlattıklarına ama tanıyorum işte seni. gerçi bir grup duygusal arkadaşı bu durumdan ayrı tutmak istiyorum çünkü benim gözümde aşık adam abazan değildir bir amacı vardı sevdiği insanın kendisini sevmesi falan ama sen öyle de değilsin ne pablo neruda okuyan birisin ne de en duygusal filmleri izleyen birisin. görüyorum elindeki kitabı üstünde stephan king yazıyor sonra izlediğin dvdlere bakıyorum oyuncuları ne hugh grant oynuyor ne de meg ryan bildiğin paris hilton ya da angelina jolie oynuyor lan izlediğinde. ya adam ol adam gibi aşkını ara ya da abazan ol ara adam gibi karaköyü.

tanımımsı: oksimoron şisesinin dibine düşmüş erkek modelidir.

ahmet nuri ofluoğlu

400 metrelik uçurumdan kullandığı araçla aşağıya yuvarlanmış ve 2 çocuğu ve arkadaşının cesedi başında 3 gün 3 gece boyunca aç ve susuz beklemiş olan ve şu an yoğun bakımda olan biricik hocam.

http://www.hurriyet.com.t...ndem/11926407.asp?gid=229

ahmet nuri ofluoğlu

beykent üniversitesi mimarlık bölümü öğretim elemanlarından mimar-mühendis. teknik açıdan hayatım boyunca tanıdığım en bilgili mimarlardan biridir. geçen dönem ondan aldığım mimari tasarım dersi sayesinde kendimi oldukça geliştirdim. gerek tek başına çizdiği projeler gerekse yurtdışı ve yurtiçinde çalıştığı ünlü mimarlık bürolarındaki projeleriyle oldukça başarılı bir insandır.

imla açısından bu kadar kötü bir yazı yazmama neden olan şey ise geçen hafta öss ye yeni girmiş olan kızı, çok sevdiği oğlu ve yakın arkadaşını sabah saatlerinde geçirdiği trafik kazasında kaybetmiş olması ve kendisinin şu an yoğun bakımda olmasıdır. umarım yoğun bakımdan çıkarak aramıza yeniden döner ve çocuklarını kaybetmesine rağmen hayata sıkı sıkı sarılır.

kaza haberi: http://www.haber3.com/news_detail.php?id=483140

özgeçmişi: http://www.beykent.edu.tr/asgmgg.aspx?s=fb&p=13

20 haziran 2009 as livorno brescia maçı

livornomuzun serie aya dönüş yaptığı maç olmuştur. 50. dakikada tavano, 60. dakikada diamanti ve 74. dakikada bergvold un attığı gollerle brescia yı 3-0 yenerek yine yeniden silvio bekle geliyoruz demiştir.

(bkz: forza livorno)

maçın kısa özeti ve goller için: http://www.youtube.com/watch?v=2WigvjsX4PI

yazarların aşkla ilgili tespitleri

(bkz: aşkı şiir kitaplarında arayan roman kahramanı/#5409094)

geçilmeyecek dersin hocasının duacısı olmak

her üniversite öğrencisinin her not açıklanma döneminde aklına gelen eylemdir. bütün sene yatıp, o konser senin, bu kız/erkek benim gezip durmuşsunuzdur vize dönemi gelmiş gitmiş final dönemi gelmiş gitmiş sizin dersiniz gelmiş fakat sizin geçip gidemeyeceğiniz o yüzünü dahi bilmediğiniz hocanın bilgisayara gireceği 2 nota kalmıştır. ya cc ya ff. notlar açıklanana kadar "olum şu hoca geçirsin koyun kesicem", " kızım yaa şu dersten bi geçiyim söz bir daha alışverişe çıkmicam" dersiniz açıklanma zamanı gelince geçer ya da kalırsınız. düşündükleriniz, ettikleriniz dualar bi işe yaramış ya da yaramamıştır ama bildiğim tek bir şey varsa okul bitene kadar her dönem bu olayın tekrarlanacak olmasıdır.

aşkı şiir kitaplarında arayan roman kahramanı

bir ilkbahar akşamıydı. ege sahillerine vuran dalgalar ve güneşin batışının ahenkle ışık oyunları yaptığı bir gündü. yaşadığı evde, şehirde sorumsuzca dolaşan kahramanımız çevresindeki güzelliklere aldırmadan boş boş yere bakınıyordu. yürürken araba çarpmasın diye arada bir kafasını kaldırıp göz gezdirdiği sokakta kimseler yoktu. uzaklardan gelen insan sesleri ve müzik sesleri hiç dikkatini çekmiyordu. nereye gittiğini bilmeden yürümeye devam etti. geçtiği apartmanların arasından denizi görebiliyor, batmak üzere olan güneşin o tatlı ışıkları hafif esintilerle vücudunu ısıtırken hafif bir titreme hissediyordu. hissetiği şey hiç bir sorumluluğu olmadan, kimseye hesap vermeden, sadece kafasınaa göre yaşadığı hayatıydı. yalnızdı. bunca sene yalnızlığından hiç şikayetçi olmamasına karşın seneler geçmeye devam ettikçe içine kapanıyor, yalnızlığından dert yanıyordu. hiç dostu olmadığı için yalnız yaşadığı evinin balkonunda oturmuş, yürüyerek ter içinde bıraktığı vücuduna yapışmış olan gömleğini çıkartmış, bütün bu yorgunluğun acısını yaktığı sarma sigarasını içerek ve eve dönerken aldığı birasını içerek düşüncelere dalmıştı. düşündüğü şey hiç dostu olmaması, hayatında hiç bir aktivitesi olmamasıydı. esmer, yakışıklı ve şekilli bir vücuda sahip olmasına rağmen senelerdir bir sevgilisi dahi olmamıştı, istememişti. bütün bu yalnızlığını düşünürken aslında istediği şeyin şu ana kadar hayalini bile kurmadığı bir aşkın olmasıydı. tek ihtiyacı olan, tek istediği şey aşktı. bir anda vücudunda dağışan zehir gibi aklına bu düşünce girmiş ve çıkmıyordu, çıkamıyordu. daha önce çocukluktan beri hiç yapmadığı bir şey yapmaya karar verdi. hava karardıktan sonra dışarı çıkıcaktı. duşa girdi, temiz giysilerini hazırladı, üstünü giyindi ve sıcakla dağılan parfümünü üzerine sıktı. hafif esmerleşmiş tenine uygun olarak beyaz bir gömlek giymişti ve evden çıktı. yine nereye gideceğini bilmiyordu. yürümeye başladı. umarsızca sokaklarda yürürken gözüne bir dükkan takılmıştı. ufak, içinde eski kitapların olduğu bir dükkandı. sahaftı. içeri girdi. kitap okumayı sevmemesine ve senelerdir hiç kitap okumamasına karşın rafları inceliyordu, gözüne bir kitap takıldı. üstünde "aşkın şiiri" yazıyordu. ilgisini çekti satın aldı. içinde ne olduğuna dahi bakmadan sırf adı dikkatini çektiği için satın almıştı. hiç aklında olmamasına rağmen bir aynı sokak üstündeki bir kafeye oturdu. kafenin en arka ve en tenha masalarından birinde oturarak kahve siparişini verdi ve aldığı kitabı açtı. şiir kitabıydı. isminde şiir geçmesine rağmen kendi hayatından bir bölüm olabileceğini düşündüğü roman olduğunu düşünmüştü. belkide kendi hayatını anlatan bir roman. fakat oldukça kısa şiirler olan bir kitaptı. kendi hayatını, aşkını, geçmişini, düşlerini, kaybettiklerini bir roman yerine şiir kitabında aramaya başlamıştı. aradığı şey yalnızlığının yok olmasına neden olucak olan bir aşktı. kendisinden beklemeyeceği gibi aramaya başlamıştı. hayatını. aşkını. hayatının aşkını.

not: sözlüğe bir daha üye olursam alacağım nicktir.

20 haziran 2009 as livorno brescia maçı

14 haziran 2009 brescia as livorno maçının rövanşı olan ve serie a ya çıkcak takımı belirleyecek olan mücadele. karşılaşma livornonun ünlü armando picchi stadyumunda 20 haziran 2009 da yerel saat ile 21.00 da başlayacaktır. ilk maçın 2-2 bittiğini göz önüne alıcak olursak livorno bu maça avantajlı bir konumda çıkıcaktır. umarız livornomuz 1 sene ara verdiği serie a ya bu maçı alarak tekrar dönüş yapar.

14 haziran 2009 brescia as livorno maçı

livornomuzun 2-2 berabere kalarak evindeki maça daha avantajlı çıkmasına neden olmuş mücadele. oyunun başlarında atak olan livorno ilk 15 dakikada attığı 2 golün etkisiyle rehavete kapılınca 2-2 ye gelen maçın son bölümlerinde brescia oldukça atak ve zorlayıcı bir oyun ortaya koymuştur.

(bkz: 20 haziran 2009 as livorno brescia maçı)

14 haziran 2009 brescia as livorno maçı

51. dakikada riccardo taddei nin attığı golle 2-2 ye gelen maç. bastır livorno al bu maçı.