bugün

entry'ler (1441)

iyi hissetmek

uzun zamandır aramız pek yoktu kendisiyle ancak yeniden göz kırptı bana.

yeter diyip üzerimdeki ölü toprağını, depresif halimi, kötü hislerimi candam aşağıya fırlattıkdan hemen sonra onlarsız yapamayacağımı düşünüp pencereye koştum ve aşağıya baktım. yerde ölü gibi yatıyordu beni hayat karşıtı bir militan yapan olgular. ardından ne yapacağımı bilemedim ve tamamen şans eseri kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. orada olduğunu neredeyse unuttuğum gökyüzü o kadar güzel gözüküyorduki, aylardır kullanmadığım pozitif sıfatları ardı radına sıraladım ona. uzun sakalım, birbirine girmiş yağlı saçlarım, eskimiş gömleğim ve kaşe ceketime rağmen küçük bi kız gibi mutlu hissettim kendimi. yabacısı olduğum bu duygu içimi yavaş yavaş kaplıyordu. hava kapalıydı yalnızca bi kaç yıldız görebiliyordum fakat hiç bi zaman aşırı isteklerim olmamıştı ve yeterliydi bunlar benim için.

hava biraz soğuktu ancak iyi gelmişti bu bana. içimdeki tüm olumsuz duygu ve düşüncelerin rüzgarla gidişini izledim. içeriye girdim ve perdeyi sonuna kadar açtım, sandalyemi pencerenin önüne bıraktım ve geceyi izlemeye devam ettim.

o gece diğerlerinden pek farklı gibi görünmüyordu. yalnızdım, sigara dumanı vardı odamın içerisinde, ışık hala loştu, kadife bi ses, en kasvetli sözcükleri fısıldıyordu radyoda, vücudumda fazlaca alkol ve nikotin bir aradaydı, elimin üzerindeki delik hala iğrenç görünüyordu.

benim en çok ellerimi severlerdi, sarı saçlarımı ve temiz yüzümü. şimdi yüzüm bi önceki gelişi güzel traş nedeniyle şekilsiz uzamış sakallarla doluydu, saçlarım kısa kestirilmiş ve bakımsızdı, elimin üzerinde winston softun ucu büyüklüğünde, derin bi delik vardı.

güzel olmayan sesimle gitarımın melodilerine eşlik ederdim ben eskiden, şimdiyse parmaklarım hissizleşmiş,sesimse neredeyse çıkmıyordu.

güzel koktuğumu söylerlerdi bana, üzerimde bi bebek kokusu olduğunu ve bunu içimdeki çocuktan geldiğini. şimdiyse sigaradan başka bi şey kokmuyordum, içimdeki çocuğun mevlüdünü kısık sesimle çoktan okumuştum.

güzel öptüğümü söylerdi hatırlamadığım bi yerde hatırlamadığım bi zamanda hatırlamadığım bi kadın. şimdiyse şarabın boyadığı dudaklarımın derileri kalmış, kurumuştu.

o gece bütün bunların yanında bi farklılık vardı bende, bi yerlerden tanıdığım ama uzun zamandır görmediğim bi şey, adını dahi hatırlamadığım, garip bi şey..

evet umuttu bu. sonra eskilerin sevdiği o gülücük belirdi çatlamış dudaklarımda. saçlarımı düzelttim ellerimle, sakallarımı kesme kararı aldım, elimdeki deliğin üzerine biraz krem sürdüm. sonra elimde kalan kremle yanına bir nokta ve altına bir çizgi çektim. elimde oluşan bu ufak gülücük figürü bana "sakın bırakma" der gibiydi.

şimdiyse saçlarım temiz, güzel kokuyorum, sakallarımı kesiyorum düzenli olarak. küçük mavi vosvosumu sürüyorum halımı kenara çekip, sigara içerken camları açıyorum, radyo frekansım değişti, dudaklarımda ne şarap izleri ne de çatlaklar var. her gece yatmadan önce gökyüzüne bakıyorum, görebileceğim kadar yıldız görüp öyle giriyorum yatağıma.

elimdeki deliğe gelince neredeyse kapandı. derin değil artık ancak boyu hiç küçülmedi hala derimden çok farklı renkte ve şekilde. bu izi hayatımın sonuna kadar taşıyacağımı biliyorum ve bu benim için problem değil. çünkü ben hiç bir zaman "unutacağım, hayatımdan çıkartıp atacağım" demedim. yaşadığım güzelliklerin yanında acısıyla da kabul ediyorum geçmişimi. bu acının çekilmesi gerekiyordu ve birisi bunu yapmalıydı.

kendimi iyi hissediyorum. mutlu bi adamım, dört gözle beklediğim bi ptt görevlisi var, her zaman yazmamı istedikleri o "mutlu" şeyleride yazıyorum.

eski sevgiliye söylenecek son sözler

Bi şansınız olsa şuan, eski sevgilinize ne söylemek isterdiniz? Eminim içinizde kalan bi şeyler vardır ha?

Lütfen bırakın artık bu tatavaları arkadaşım, sizin için üzülüyorum gerçekten. Eski sevgilinize bir şey söylemeyin artık. Eğer onu hala istiyorsanız, yeniden denemeyi teklif edin ama kabul etmiyorsa lütfen başka bi şey demeyin çünkü söyleyeceğiniz her şey dönüp dolaşıp canınızı yakacaktır.

Ama ben çok çaresizim, hayattaki her şeyi kaybettim, ama ama ben...

Ama size hiç bi bok olduğu yok! Ben kimsenin aşkını küçümsemiyorum aksine bu acıları fazlasıyla çekmiş bi adamım ancak zaten eğer dediğiniz gibi çok aciz bi durumdaysanız, bir kadın olmadan yapamıyorsanız, acınacak haldeyseniz, elinizden birinin tutmasına gerek varsa, söyleyin bana o kadın sizi ne yapsın haa? Evet daha kendi başının çaresine bakamayan işe yaramaz bi adam(!), hangi kadının ne işine yarar?

Gözlemlerime dayanarak söylüyorum kadınlar kendine güvenen erkeklerden hoşlanır. Ee şimdi sizde mi böyle olmalısınız? Hayır ulan hayır. Bi bok olmayın kendiniz olun. Bi kadın için çırpınmayın hele bitmiş bi ilişkinin yardımcı oyuncusuna takılıp kalmayın. Bu filmde star sizsiniz ve o bi süre sonra unutulacak basit bi figüran. Ona hiçbir şey söylemeyeceksiniz.

Ki durum bundan farklı olsa dahi "seven sikilir, siken sevilir" mottosunu gözönünde bulundurarak siz hiçbir şey söylemek zorunda değilsiniz. Haa sizin susmanıza rağmen karşı taraf hala hayatınıza şöyle bi "ceee" yapıp kaçıyorsa, söylenmesi gereken bir şey var;

"hayatımdan siktir git"

buradan sonrası tamamen kişiseldir;

evet çok değil şöyle son bir kaç yazıma bakarsanız "ne ulan bu tutarsızlık" diyebilirsiniz. evet tutarlı olduğumu iddaa etmedim, ben sadece yazarım arkadaşım sadece yazarım ve siz okumazsınız.

fertility hollis

fertility hollis.

chuck palahniuk'un survivor -dilimize gösteri peygamberi olarak çevrilmiştir- kitabının tender bransondan sonra en sağlam karakteridir kendisi.

ah fertility nasıl başlamam gerek seni anlatmaya? sanırım sen bunu biliyorsun, nasıl bitireceğimi bildiğin gibi. spoiler vermek istemiyorum bu nedenle uzatmayacağım fazla ama chuck palahniuk'un marla singer kahramanının önüne geçmiştir benim için. kırmızı dudakları, beyaz teni, kızıl saçlarıyla..

sakin tavırları, heycanlanmaması, ileri görüşlülükten öteye giden müthiş yeteneğiyle katlanılmaz hale gelmiş hayatın repliklerini okuyuşuyla aklınızı başınızdan alacak bir kadın fertility hollis.

şöyle bir düşününce gerektiği anda gerektiği yerde gerekeni yapan bir kadına herkesin ihtiyacı vardır. en kötü durumlarda dahi sizi bulunduğunuz durumdan kurtaracak belkide kurtarmak değilde olayın gidişatına adapte edecek bir kadın.

beyaz atlı yavukluya merhaba demek

Merhaba, hepinize merhaba.

Hiçte zor değil oysa şu kelimeyi söylemek. Aradaki mesafeyi bi anda ortadan kaldırabilecek güce sahip sihirli bi kelimeye sahibiz ancak söylemekten o kadar korkuyoruz ki yahut korkudan öte o kadar sıradanlaşmışız, o kadar monotonlaşmış ki hayatımız yeniliklere sadece hayal dünyamızda yer var.

Kendi adıma korkutuğumu söyleyebilirim. Korkuyorum evet çünkü bu kelimenin büyüsüne o kadar inanıyorum ki karşımdaki insanın bunu büyüsünü bozması ihtimali beni susmaya itiyor.

Hiç merhabanın karşılığı olarak olumsuz tepki alan oldu mu?
bende öyle düşünmüştüm. Tabiki hayır!

Bizim için yaratılmış ufak dünyalar ve bi kaç karakter var seçmemiz için.
Tüketici, futuristik fahişe, eğlenceli piç, zengin züppe...

Bu ufak dünyalarda yaşıyoruz ve zaten hükmetmediğimiz bir şekilde akan dünyacıklarda olacak değişiklikler spontane ve olabildiğine bayağı. Bu durumda bize yapacak pek bir şey düşmüyor yalnızca replikleri okuyoruz ezberden, şaşırırsak sufle yetişiyor hemen perde arkasından.

Bazılarımızsa kendi ufak dünyasını kendisi yatartıyor, kendi hükümdarı oluyor, sultanı, kralı, çarı...
Ancak bu ufak dünya yeniliklere pek açık değil çünkü dünyaya dahil olan her yenilik potansiyel sistem düşmanı, özelliklede yeni insanlar. Kalın sınırlarımızın içinde kalabildiğimiz kadar karamsar kalmalıyız, atılan her yeni tohumun bi gün büyüyüp kralın tahtına kadar uzanacağı gerçeğini bildiğimiz için kurak topraklarımızda düşüncelerimizi yönetmeliyiz yalnızca.

Hayalimizdeki kadınlar ve adamlarla sevişmeliyiz. Dokunulacak yeni tenler, yeni hisler yaşatıyor, okşayacağımız saçların altındaki kafanın içindeki o farklı düşünceler o kadar zehirliki. Kapatın kapıları televizyonun sesini açın hemen!

Ancak içten içe hepimiz istemiyor muyuz beyaz atlı yavuklumuzun gelmesini ve bi anda bizi bambaşka bi dünyaya götürmesini? Her şeyin daha güzel olduğu, seviştiğimiz saçlarına dokunduğumuz bi dünyaya.
itiraf edemeyenler için ben cevaplayayım. Evet!

Şimdi içinde bulunduğum dört duvarın içinden size bunları söylemem gerçekten saçma biliyorum ancak bana güvenin..

O beyaz atlı ile tanışmak, yeni bir dünyayı keşfetmeki televizyonunuzu parçalamak, mp3 dinlemeyi bırakıp konsere gitmek istiyorsanız;

Siktirin gidin ve insanlara merhaba diyin !

huysuz adam

sözlüğe renk katacağına emin olduğum yedinci nesil yazar kişisi.

tarzı zaman zaman eleştiri konusu olmuştur ancak bu adama gönül rahatlığı ile yazar diyebiliyorum. futuristik mi desek, post modern mi? bilemedim şuan onu ama bu adamın geleneksel olmadığı açık.

öncelikle içten yazar bu adam. ağzı biraz bozuktur dikkat edilmesi gereken bi konu. bugün evet dediğine yarın hayır diyebilmeyi bilen açık görüşlü bi adam.

pino tam bi kapalı kutu

söylemeden edemeyeceğim; evet bu adam tam bi kapalı kutu. bugün annesine olan sevgisiyle yüreğinizin derinliklerine seslenir, yarın yıkar örfü adeti, önüne gelen tüm tabuları, bi tüfek alır ve nefesi kesilene kadar önüne çıkan tüm insanları vurur.

ayrıca sivildeki dostluğu için kendisine teşekkürü borç bilirim çünkü eşek kadar adam olmamıza rağmen hala liseli veled edasıyla sahile inip kayalıklarda bira içip akabinde muhabbeti am göt memeden öteye götürebildiğim nadir adamlardan biri.

şu sıralar ise bu adam hakkında düşündüren şey;

ay akşamlar ışığdır
yaylalar yaylalar
yüküm şimşir kaşığdır
dilo dilo yaylalar

ancak bu adamın yükü bu değil birader! bu adama vereceksin yeraltı edebiyatı okuyacak, eleştirecek, yazacak. haa bununla sınırlı değil tabiki üretimede katılacak. siz onu hiç bilgisayar başında, mikro işlemciler yahut elektirik devreleriyle birlikte gördünüz mü?

ilk entryden boğmak istemiyorum kendisini bekleyelim ve görelim.

the everly brothersdan tüm dinleyicilerimiz için geliyor;

Bye bye, happiness.
Hello, loneliness.
I think I'm gonna cry.

nick and norah s infinite playlist

olayı dramatize etmek için söylemediğimi baştan belirteyim ancak samimi bir yazı olacak bu.

saat 03:59, film henüz bitti ve son bir adet sigaram kaldı. word dosyasına yazmak çok bunaltıcı geldi birden bire, o nedenle sözlüğün turuncu tonlu teması eşliğinde yazacağım bu film hakkında düşündüklerimi. sürekli şarkıları değiştiriyorum en uygununu bulmak için ancak bir türlü karar veremiyorum ve suratımda engel olamadığım aptal bi gülümseme var.

konuyu fazla dağıtmadan filme dönelim. öncelikle şunu söylemeliyim sanırım bu filmi anlatmaya başlarken "umut dolu" demeliyiz, en azından benim için öyle. birbirinden güzel indie rock parçalarıyla süslenmiş bi "her şey yoluna girecek" filmi.bir çok ilah gruptan bahsediyor film, hatta bir yerinde beatles'ın ilk singleı hakkında konuşuyorlar. çok hoşuma giden bir nokta oldu beatles'dan bahsetmeleri ancak ben olsaydım seçeceğim cümle farklı olurdu...

here comes the sun

nick ve norah'ın yaşadıklarına gelince beklediğimin aksine hiç basit olmamış. gerizekalı amerikan filmleri gibi sadece kalçaları ve memelerinin etrafında dönmüyor yahut bunları tamamen dışlayan saçma bi duygusallıkla bayılmamış ilişkileri adeta bi fransız festival filmi edasında. yeri gelince saçına dokunduğu an için saplantılı olduğu kadını bırakabiliyor yeri gelinceyse gayet hoş olduğunu hissettiren bir sevişme seansına giriyor çiftimiz.

umut diyorum çünkü hepimiz ucundan kıyısından "modern" dünyanın içerisinde yaşıyoruz ve kullan at mantığıyla karşı karşıyayız ne yazık ki ve bundan bi an olsun sıyrılmaya gerçekten ihtiyacımız var.

sigaramı yaktım ve çalacak gruba karar verdim kings of convenience.

tamam abartıyor olabilirim biraz ancak şuan cidden abartmaya ihtiyacım var. her zaman güçlü durmaya çalışan, ağlasa bile duşa girip göz yaşlarını şehrin kanalizasyon sistemine karıştıran ben istiyorum ki birisi kafamı tutsun ve göğsüne yaslasın ve evet abartıyorum. abartıyorum çünkü bu filmi izledikten sonra bi gün norah'ım ile tanışacağımı düşünüyorum aptal bi şekilde.

baltali ilah

Yıhılsııııın evin!
Bu adam varya bu adam en kötü ruh halimdeyken çalan telefonun diğer ucundaki insan olmayı başarıyor her zaman. Ve bununla da kalmayıp o ruh halimden sıyırıp kahkalara gark ediyor.

Kendime o kadar benzetiyorum ki bu adamı. Hayatı tam bi koşuşturma içerisinde geçiyor, post modern bi kaos ortamında, kameralar önünde, tanınmış insanlar içerisinde ancak sesini duyan kimse yok.

Bu adam benim gibi bazı zamanlarda bazı insanların onu anlayabileceğini düşünüyor, hatta inanıyor insanlara ama gel gör ki sonunda yine bi kaç şişe bira, baltali ilah ve cavo...

Nasihat vermek hiç tarzım değil ki bunu oda biliyor ancak; siktir et ulan, siktir et diyorum kendisine. Hee büyük bir ihtimalle yarın belkide birazdan arayacak beni ve yine depresif başlayan konuşmamız çeşitli şebeklikler ve kahkahalar ile devam edecek ama neyse.

Bu arada Pazar günkü el classico yu beraber izlemeyi o kadar çok isterdim ki ancak ne yazıkki çeşitli nedenlerden dolayı izleyemeyeceğiz. Ayrıca el nino toparlamaya başladı haa fena patlayacak ben sana söyliyim. Şurayada aslında chelsea ye attığı ikinci golün linkini koymak isterdim ancak hiç uğraşamicam yaa izlersin işte sen.

Şöyle bi baktımda neden bu tip bi şeyler yazıyorum anlamadım gerçekten. Abicim lafı niye uzatıyoruz işte al nevaleyi gel bize götelek.

Neyse ne! bilmesi gereken en önemli şeyi biliyor bu adam;
Asla yalnız yürümeyecek.

allah ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirdir

yunus emre'den geliyor tüm dinleyicilerimiz için;

Hakikat bir denizdir, şeriat onda gemi,
Çokları gemiden çıkıp, denize dalmadılar!..

Hakikat erenlerin şer ile bilmediler;
Hakikat diriliğine çün riya demediler!..

Çoklar gelmiş kapıya, şeriat tutmuş durur;
içeriye giripte ne vardır bilmediler!..

Dört kitabı şerh eden, hakikatte asidir;
Zira tefsir okuyup, manasını bilmediler!..

Şeriat oğlanları, bahsedip dava kılur;
Hakikat erenleri, davaya girmediler!..

Ödünü sıdır, eğer bu yola girdin ise,
Ödünü sıdırmayan, bu yola gelmediler.

Yunus nefsin öldür, bu yola geldin ise;
Nefsin öldürmeyen, bu demi bulmadılar.

allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenlerden kasıt şeriat kuralları olsa gerek. islam insan hayatını çepeçevre sarmış bir dindir ve afedersiniz tuvalet adabına kadar insanın her hareketini düzenlemektedir. bir dindir demek yavan kalacaktır, islam bir yaşam felsefesidir.

şimdi yunus emre'yi tartışmayacağım kimseyle. haa siz yakmaya çalışırsınız beni de o ayrı mesele...

din ile korkutmak modasına uyaraktan, dedeniz gibi yaklaşarak olaya;
"kafir yaftası yapıştırdığın insan imanlı giderse veremeyeceğin bir borcunda altına imza attığını söyleyeyim."

hükmekmet mevzuuna gelirsek, bakunin duymasın çeker valla kulaklarını birader. tam bir ataerkil toplum evladı,anadolunun yağız delikanlısı, geleneklerine bağlı diye poh pohlanacak da evladımız aile büyükleri tarafından.

bir daha tekrar etmekte yarar görüyorum;

Hakikat bir denizdir, şeriat onda gemi,
Çokları gemiden çıkıp, denize dalmadılar!..

anlamamız gereken dönem tanzimat

Öncelikle birkaç genç osmanlı'nın çıkıp bana türkçülük dersi vermesini istemiyorum sayın arkadaşlar amacım aydınların ileri görüşlülüğünü, özgürlükçü, demokratik yaklaşımını vurgulamak, günümüz internet gençliğinin kafasını karıştırmak belki biraz olsun-haddim olmadan- gözlerini açmak. Susturulmuş, iş istemeyen, aş istemeyen insanlar olmayı bi kenara bırakıp sesimizi çıkartmamız gerekliliğini fısıldamak belkide.

Bunu yapmak için neden tanzimatı seçtiğime gelince;

Siyasi alanda yapılmış bir devrim niteliği taşımasının yanı sıra edebiyattada çok büyük yenilikler yapılmıştır. Dönemin insanları-görüşlerinize karışamam elbette kesinlikle bunu söylemek istemiyorum- kararlılıklarıyla, düşünce tarzlarıyla, yaşam biçimleriyle örnek alınması gereken kişilerdir. Bir devlet adamı olmanın yanında insan olduklarını unutmayan insanlardan daha iyi bi örnek gelmedi aklıma..

Peki sana ne kardeşim bunu neden yapıyorsunun cevabına gelince;

Kendimi topluma karşı zerre sorumlu hissetmiyorum ancak modern toplum insanları, yaşayış tarzları gerçekten sinir bozucu ve içlerinden birine bile azıcık olsun acı verirsem yahut kafasını karıştırırsam zevk alacağım birader.

3 kasım 1839, tahtta Abdülmecit, Gülhane'de ise Mustafa Reşit Paşa!

Osmanlı Devleti demoktarikleşme yolundaki ilk adımı attı o gün. O gün iktidar saraydan alınıp bürokrasiye bırakılıyordu, padişahların yetkileri kişi ya da kurumlara devrediliyordu. Tanzimat Fermanı okunuyordu ya da Gülhane Hatt-ı Hümayunu ancak bana sorarsanız en uygun isim Tanzimat-ı Hayriyedir.

Tanzimat dönemimnin en büyük özelliği yenilikçi, içe kapanıklıktan kurtulunmuş bir mentaliteye sahip olunmasıdır. Dönemin devlet adamları bilgili, kültürlü, kendilerini her alanda geliştirmiş donanımlı insanlardı. Keçecizade Fuat Paşaya bakalım mesela. Siyaset hayatı boyunca sadrazamlık, hariciye nazırlığı yaptı. Bunun yanı sıra başkumandanlık mevkiinde dahi bulundu. Tanzimat aydınları böyleydi zaten, görev insanıydılar. Keçecizade Fuat Paşa bulunduğu bu ciddi konumlara rağmen kıvrak zekası sayesinde yaptığı ince nüktelerlede ün salmıştı. Kendileri yalnızca bir noktada değil, tüm alanlarda geliştiriyorlardı Tanzimat aydınları. Keçecizade Fuad Paşa mevlevi tarikatine mensuptu. Onun ne kadar açık fikirli, hoşgörülü bir yapıya sahip olduğunu mevlevilik tarikatinin mottosu haline gelmiş şu dizelerden anlayabiliriz.

Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
ister kafir, ister mecusi,
ister puta tapan ol yine gel,
bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...


O kadar ileri görüşlüydü ki Fuad Paşa kışın gittiği Fransa ziyaretinden dönemeyeceğini dahi hissetmişti ve arkasında şu beyitleri bırakmıştı.

Ey zâir-i sahip nefes, Hubb-u sevdâdan meyli kes, Dünyada kalmaz hiç kes, Allah-ü bes, bâki heves.
Her ten biter bir derd ile, Geh germ ile geh serd ile, Uğraşmaya bir ferd ile, Değmez bu dünyay-ı ahes.
Ben Fuad-ı asr idim, Mesned-i ruh-u devlet idim, Nakş-ı Hümayun sadr idim, Gösterdi cahr ruyu âbes.
Dil hata oldu bir zaman, Tedrîç ile bitti tüvan, Uçtu nihâyet mürg-ü cân, Çünkü harâb oldu kafes.

Tanzimat ile özdeşleşmiş en tanıdık tanzimat aydını ise Mustafa Reşit Paşadır. Sadece Gülhanede elinde bulunan fermanı okumakla yetinmedi Mustafa Reşit Paşa, onun uygulanması, daha çağdaş daha demokratik bir toplum için de elinden geleni yaptı. Mustafa Reşit Paşa da tam bir görev adamıydı. Altı kez sadrazamlık, hariciye nazırlığı, Londra ve Paris elçiliklerinde bulundu. Çok yönlü kişiliği sayesinde Tanzimat Fermanının gerekliliklerini yerine getirmeye çalışırken bir yandan da bulunduğu memleketlerdeki problemlerle yakinen ilgileniyordu. Mısır ve Kırım sorunlarının çözülmesinde Mustafa Reşit Paşa'nın payı büyüktür.

Mustafa Reşit Paşa'nın dönemin ünlü pozitivist düşünürü Auguste Comte ile bir tanışıklığıda vardı. Auguste Comte ile sıklıkla mektuplaşıyorlardı. Mustafa Reşit Paşa herkes tarafından ilerici bir adam olarak görülüyordu. Dönemin ünlü şairlerinden Şinasi Mustafa Reşit Paşa için kaleme aldığı bir kasidesinde onun kıvrak zekasından bahsetmiştir ve onu "medeniyetin peygamberi" olarak nitelendirmiştir. Hatta Şinasi Mustafa Reşit Paşa'yı dünyada bir eşi daha olmayan bir insan olarak görmektedir eğer böyle bir durumla karşılaşırsa dahi tenasüh-i ruha (reenkarnasyon,ruhun beden değiştirmesine) inanmak zorunda kalacağım demiştir.

"...Bu sırr-ı hikmeti fehme, gerektir akl-ı Reşid
Ki akl-ı külle verir hayret andaki te'sir

Tasavvur eyle hidîv- â celâl ü izzetini
Seninle etmededir iftihâr tâc u serîr..."

x x x

"...Aceb midir medeniyyet resûlü dense sana
Vücûd-ı mu’cizin eyler taassubu tahzîr..."

x x x

"...inanmayım mı gönülden tenâsüh-i rûha
Eğer bu âleme gelmiş denirse sana nazîr

Huzûrun encümen-i dâniş olmuş ehl-i dile
Kim anda nüsha-yı zâtın olunmada tevkîr

Yeni fidan gibi gars-i yemîn-i devletinim
Kim eyledi beni mihr-i teveccühün teshîr..."

Tanzimat Döneminin üç büyük aydını arasında gösterilen bir diğer isim ise Mehmed Emin Ali Paşa. Mehmed Emin Ali Paşa da diğer tanzimat aydınarı gibi yeniliğe açık bir insandı. Devlet kurumlarını Avrupadaki kurumları örnek alaraka tekrar düzenledi. Dış politikasıysa Osmanlı Devleti'nin varlığını dış ülkeler karşısında sürdürmesi temeline dayanıyordu. Ayrıca Mehmed Emin Ali Paşa, Tanzimat Dönemi sonrasında Osmanlı Devletini içine düştüğü çöküşten çıkartman için hazırlanan Islahat Fermanının hem yapımının hemde yürürlüğe konulmasının baş kahramanıdır.

Tanzimat Döneminin başıca yenilikleri arasında;
Tüm vatandaşların can, mal ve namus güvenliğinin sağlanması,

Veride adalet

Yargılamada açıklık

Özel mülkiyet ve miras hakkı

Rüşvetin kaldırılmasını sayabiliriz.

Tanzimat için batılı devletlerin Osmanlı'nın iç işlerine karışmasını engellemek amacıyla yapılmış olan siyasi, sosyal ve ekonomikiyileştirmelerdir diye biliriz ancak sanırım bu çok yavan kalacaktır. Tanzimat yeni bir bakış açısıydı, Tanzimat tabuları yıkmaktı, "Padişahım çok yaşa" zihniyetinden kurtulmanın ilk adımıydı, özgür düşüncenin temeliydi, Tanzimat ataerkil bir topluma " sen ne düşünüyorsun ? " diye sormaktı.

Eee tabi bunun yanında diyalektiğinden bahsetmemekte olmaz. Tanzimat kendi çöküşünü içinde taşıyordu. Avrupanın senelerce verdiği mücadeleleri vermeden, özgürlüğü adeta tepeden inme bir şekilde getirmenin, osmanlı'nın başta aile yaşantısı, hiyerarşik yapısı olmak üzere bir çok sosyal dinamiğine aykırı olması başarısız olacağının en belirgin göstergeleriydi.

le petit prince

antonie de saint exupery'nin yazdığı bir çocuk romanı.
çoğu kişi için küçük prens sadece budur ancak gerçekten böyle midir durum?

bi baltaya sap olamamış, ne olduğunu kendi bile cevaplayamayan bunun yanı sıra hayallerini dahi söylemeye utanan bi adamın sözüne kulak asmamanız gerektiğini baştan söyleyerek girmek istiyorum konuya.

antonie de saint exupery abimize bakalım isterseniz öncelikle biraz. pilottur, carttır curttur demeyeceğim size. kahramanımız kendisini büyüklerin anlayamayacağını öne sürmüş bir vatandaştır. bazı şeylerin yalnızca kalbimizdeki göz ile görülebileceğini söylemiştir. duygusallığın dibine vurmuş, gel gitler yaşamış, ne mutlu olabildiği ne de son verebildiği birde aşkı olmuştur kendisinin.

ne güzel iki cümlede anlattım değil mi?

gelelim küçük prense;

bu kitap yurdum genç kızlarının hepsinin elinden geçmiştir bi dönem. hiç bir şey anlamamıştır hiçbiri. bu kadar da net konuşuyorum evet! facebookta beğenilenlere eklenmiştir kimi zaman, kimi zaman profil fotoğrafında elde yahut köşede bir yerlerde bulundurulmuştur. dövmesi yaptırılmıştır vücuda ama anlatmak istediklerinin hiç biri anlaşılmamıştır aslında.sadece bakmayı bırakıp görmek gerekliliği vurgulanmıştır kitapta. bizim kızlarımız ise sadece "bakılmak" için kullanmıştır o sözcükleri.

benim için ise özel bir yeri var bu kitabın;

ben hayatımın aşkına ilk küçük prensi anlattım. onu anlamayı, onun gibi bakabilmeyi etrafa, ben bi gezegenimiz olmasını istedim ilk defa bi kişiden. ben kıyafet dolabımın üzerine küçük prensin çiçeğini çizdim, beraber mutlu olamadığımız halde ayrılamadığımız kadınım için, o sadece gülümsedi ve sadece baktı..
o benim için bir yıldız seçmişti birde. odasındaki pencereden görebildiği bir yıldız. her gece ona baktığını söylerdi, beni özlediği her an.

"bir yildizda yasayan bir çiçegi seviyorsaniz, geceleyin yildizlara bakmak hostur. ve geceleri gökyüzüne bakarsin. herseyin çok küçük oldugu gezegenimi gösteremem sana.. belki böylesi daha iyi. yildizim senin için herhangi bir yildiz olsun. böylece gökyüzündeki bütün yildizlara bakmayi seveceksin.."

"aşk, iki insanın birbirine bakmasını değil, birlikte aynı yöne bakmasını gerektirir." gibi güzel bir kelamı vardır birde abimizin. sanırım yine çok haklı. üzücü yanı şu ki;

anlamayacaklar..

cavo

eline bir pompalı tüfek alıp tüm ekonomistleri vurmakla niyetli yazar kişisi. ayrıca duygular ile alakalı tüm girişimlerinde dar ağcına gönder misali çekilmiş mahlukat. başarısızlık tablosunda çentik atacak yer kalmaması bir yana maşuk, duvarlarını süsleyen resimlerinden dahi güçsüzlüğünü yüzüne vurmaktadır. onuru diz kapakları ile asfalt arasında bir pelte haline gelmesine rağmen hala aptal anaokulu çocukları gibi astronot olacağını düşünen başarısız.

birbirine benzeyen ünlüler

miroslaw szymkowiak, harry kewell.

http://www.agasar.org/attachments/B/10000792.jpg

http://volkanbk3.files.wo...09/08/harry_kewell_gs.jpg

wiccawitta

#8825066 girdisiyle beni hüzünlendirmiştir.

poisonx

baltali ilah, poisonx hasretini dindiriyor mini organizasyonunda bira ısmarlamasını isteyeceğim yazar bozuntusu.

baltali ilah

yedi gün yirmidört saat yol yardımı sağladığım kardeş yazar.

uludağ sözlük moderasyonu

yazdığım girdiye "çalıntı", bana "sekizinci emir çalmayacaksın" diyen uuserların girdilerine müdahale etmemiş yöneticilerin aralarında bulunduğu oluşum.

hayatım boyunca bir defa dahi çalmadım ve kimse bana hırsız muamelesi yapmadı hele ki emeğimi hiçe sayarak bana bunları demedi ancak bu platformda gayet rahat bir şekilde söylenebiliyor. kararı kendilerine bırakıyorum.

(bkz: yarın bir uyanırsın bu entry silik)

fethullah in avukati

* (bkz: şeytanın avukatı) *

tanım: fettulah'ın avukatlığını yapan kimse.

eksozcu

hiç kimsenin bulunmadığı bir mekanda bile ücra köşelerdeki masalardan birine oturtulan insanların yaptığı meslek.

mo ni fe

(bkz: deyen)*

ayrıca öğrenmesi gereken birkaç şey daha olan yazar.

araklamak
(-i) argo Çalmak, aşırmak. *

mo ni fe

ortaya koyulan emeğe hiç bir bilgi sahibi olmadan "çalıntı" diyebilen yazar. kendiside bunu kabul etmiştir ancak kelime oyunları yaparak mevzuyu uzatmış "haklısın, yanılmışım" deme erdemini gösterememiş 7. nesil uuser.