bugün

antonie de saint exupery'nin çocuklar için yazdığı ünlü kitabı. birçok yetişkinin de gözde kitapları arasındadır.
le petit prince orjinal ismidir.Maalesef Don Kisot gibi çocuk kitabi damgasi yemesi beni hep uzmustur.Sahra colune dusen bir pilotu ve karsisina cikan prensi konu alir.
yalnızca içeriği değil, çizimleri de çok güsel olan kitaptır. şapka mı, fil yutmuş yılan mı?
dünya çapında en fazla okunan 2. kitap..
(1. ise incil..)
cocuk kitabi degil, yüregi cocuk kalmislarin kitabi..
hep olmak istedigimiz halin kitap sekli oldugu icin bu kadar sevgi görmesi zannimca..
_önemli olan şey gözle görülmez... dedi
_Tabii
_Çiçek için de öyle. insan yıldızın birinde bulunan bir çiçeği severse, gece yıldızlara bakmakla mutlu olur. Hepsi birden çiçek açmış gibi görünür.

(Küçük Prens)
okuyunca insana içindeki o masum yanı, hayallerin yaşla alakalı olmadığını, her zaman içimizdeki çocuğu yaşatmamız gerektiğini tekrar tekrar hatırlatan muhteşem kitap.
"..
bana bakiyordu. elimde cekic, parmaklarim yagdan simsiyah olmus, ona cok cirkin gözüken bir nesnenin üzerine egilmis olan bana..

"tipki büyükler gibi konusuyorsun!"

biraz utandim ama o acimasizca sürdürdü:

"herseyi birbirine karistiriyorsun, karmakarisik ediyorsun.."

gercekten cok kizmisti. altin renkli saclari rüzgarda dalgalaniyordu.

"gezegenlerden birinde yasayan kirmizi yüzlü bir adam taniyorum. tek cicek koklamamis, tek bir kez yildiza bakmamis, kimseyi sevmemis. yasami boyunca tek yaptigi sey bir takim sayilari toplamak. o da bütün gün kendi kendine ayni seyleri söylüyor, senin gibi: "cok önemli islerim var benim!" bunlari söylerken gururla kabariyor gögsü. ama o insan degil ki mantar!"
"ne?"
"mantar!"

kücük prens simdi öfkesinden bembeyazdi.

" ciceklerin milyonlarca yildir dikenleri var. milyonlarca yildir koyunlar dikenli cicekleri de yiyorlar. peki neden bu ciceklerin hala dikenleri olsun diye cabalamalarinin nedenini anlamaya calismak önemli islerden sayilmiyor. koyunlarla ciceklerin arasindaki bu savas kirmizi yüzlü adamin topladigi rakamlardan daha mi önemsiz? hele benim gezegenimde, yalniz benimkinde yasayabilen bir cicegimin oldugunu, bunu koyunun bir isirista yok edebilecegini düsün. bu cok mu önemsiz?"

simdi de yüzü al aldi.

"insan bir cicegi severse, milyonlarca ve milyonlarca yildizda yalniz tek bir cicek acarsa, iste o yildizlara bakarak mutlu olur. ama koyun cicegi yerse bütün yildizlar karariverir.. bu da hic önemli degil öyle mi?"

sözleri hickiriklara boguldu.
gece olmustu. aletlerimi oldugu yere biraktim. su anda cekicin, civatanin, susuzlugumun ne önemi vardi? yildizlardan, gezegenlerden birinde, benim gezegenim Dünya´da bir kücük prens vardi avutulacak. kollarima aldim onu ve basini oksadim..
"
"sorup da cevabını alamadığı bir soruyu bir kerecik bile unutmayan" kahraman.

--spoiler--
otorite öncelikle mantık üzerine kuruludur. eğer halkına gidip kendilerini denize atmalarını emredersen, bunun sonucu devrim olur. Benim, bana itaat edilmesini beklemeye hakkım var çünkü ben mantıklı emirler veriyorum.
--spoiler-- der gezegenlerden birindeki kral.
küçük bir dünyaya sığabilecek nice hayalin masalıdır. Prens küçüktür, gezegeni küçüktür, yazılmış bu roman çağlar üstü büyüktür
dünyanın en çok okunan çocuk kitabı ve çocuklar üzerinde yarattığı olumlu etkiler dünyaca onaylanan bir eser olmasına rağmen bizim Milli Eğitim Bakanlığı'nın''yararlı 100 temel eser''listesinden çıkarılmaya layık görülen edebiyat klasiğidir.(bizim çok çok iyi yazarlarımız dolup taşıyor ya ondandır)(!)Bunun yerine MEB'nın listesine tam bizim müfredat yapıcıların zihniyetine uygun olarak,arkadan gelen neslin iyice zehirlenmesi ve onların istediği gibi yetişmesi amacıyla belli kesimlere hitap eden yazarlar konulmuşturki bu çok vahim bir olaydır.*
http://www.1001kitap.com/...kucuk_prens/kprens00.html
sabahlamak için birebir. uyanmak için.
ömürlük kitap..
sabah uyanmak icin, gece uyumak icin , gece yarisini sabaha vardirmak icin..
nitekim her okunusta ayni heyecani veren kac kitap var ki..
bir tuvalet kağıdı reklamında ilk tuvalete gidişi konu olan talihsiz küçük adam
antonie de saint exupery insanının koparten kitabı. öyle ki insan sanki her okuduğunda farklı çıkarımlar yapabiliyor. okumaktan defalarca küçük prens kitabı parçaladım ama eminim bi daha okusam yeni bişeyler yakalarım. sadece bir çocuk kitabı kesinlikle olmayan, her yaş için de felsefik, on numara kitaptır kendisi. ya da okumiyim de bi koyun çiziyim ben..
başta üniversitede bu mu okutulur ya diye dalga geçtiğimiz ve dış kabını insanlara göstermekten çekindiğimiz ancak okuduktan sonra ağır felsefesi altında ezildiğimiz ve simgelerin anlamlarını bulamamanın yarattığı rahatsızlıkla ''ya bu neymiş böyle'' diyerek herkese canla başla tavsiye ettiğimiz aslen çocuklara ithaf edilmiş ancak büyük dersler içeren ilginç bir kitaptır.
(bkz: küçük prenses) *
elinizde bu kitabı gören pek çok 'yetişkin' '-aa,çucuk kitabı mı okuyorsun?' şeklinde bir tepki verir.oysa o da sadece kitaba bakıyordur.
görünenden çok daha fazla,
insanlık ve hayat üzerine kısa ve öz ama oldukça derin şeyler söyleyen kitap.
hele bir son kısım vardır ki küçük prens artık gitmek üzeredir,
yılan süzülür yavaşça...
her yaşa herkese hitap edebilmiş klasik....
kitabı henüz okuyamamışlara yada arada sırada webten de göz atmak isteyenlere işte adresi:
http://arzudurukan.www9.50megs.com/index.htm
Fransız yazar ve pilot antonie de saint exupery'nin en ünlü romanı küçük prens'in orijinal adı.
Altı yaşındayken Gerçek Öyküler adlı. balta girmemiş ormanlardan söz eden bir kitapta korkunç bir resim görmüştüm. Boa yılanının bir hayvanı nasıl yuttuğunu gösteriyordu. Resmi yukarıya çizdim.
Kitapta şunlar yazılıydı: "Boa yılanı avını bütün halinde çiğnemeden yutar. Ondan sonra hiçbir yere kımıldayamaz ve altı ay süren sindirimi boyunca uyur."
Balta girmemiş ormanlar üzerine uzun uzun düşündüm bunları okuyunca. Sonra da biraz çaba ve renkli kalemle ilk resmimi yaptım. işte l numaralı resmim aynen şöyleydi:

1.bölüm

Sanat yapıtımı büyüklere gösterdim. Korkup korkmadıklarını sordum. "Korkmak mı?" dediler. "Şapkadan mı?"
iyi ama, şapka resmi yapmamıştım ki ben. Fili yutmuş olan bir boa yılanı resmi yapmıştım. Ama büyükler anlamadığı için onlara bir resim daha yaptım. Büyükler açık seçik görüp anlasınlar diye fili yutmuş olan yılanın içini çizdim. Şu büyüklere her şeyi tek tek açıklamak gerekir hep. 2 numaralı resmim de şöyle oldu:
Büyükler bu kez de boa yılanının içinin ya da dışının resimleriyle uğraşmayı bırakıp, kendimi coğrafya, tarih, aritmetik ve dilbilgisine vermemi öğütlediler. işte daha altı yaşındayken belki de çok büyük bir ressam olma fırsatını böylece kaçırmış oldum, l ve 2 numaralı resimlerimin başarısızlığı hevesimi kırmıştı doğrusu. Büyükler hiçbir şeyi kendiliklerinden anlamıyorlar. Onlara hep bir şeyleri açıklamak zorunda olmak ne kadar da sıkıcı bir şey çocuklar için.
Ben de başka bir meslek seçtim kendime: pilot oldum. Dünyanın her yerinde biraz uçtum. Coğrafyanın çok işime yaradığı bir gerçek. Bir bakışta Çin'de miyim, yoksa Arizona'da mıyım anlarım. Geceleyin yönümü şaşırınca çok yararlı olur bu bilgiler.
Hayatım boyunca birçok önemli kimseyle ilişkilerim oldu. Büyüklerin arasında da çok bulundum. Onları çok yakından tanıma fırsatı geçti elime. Ama doğrusu onlar hakkındaki ilk yargımda bir değişme olmadı.
Zaman zaman aralarında birazcık daha zeki görünenler olmadı değil. Öyle zamanlarda hemen hep yanımda taşımakta olduğum l numaralı resmimi çıkarıp denememi yapıyordum: bakalım kavrayışı yerinde mi diye. Ama ne çare, o da sözleşmiş gibi ötekilerle aynı yanıtı veriyordu: "Şapka."
Eh. bunun üzerine ben de ona boa yılanından, balta girmemiş ormanlardan, ya da yıldızlardan filan söz etmiyordum artık. Anlayacağı düzeye iniveriyordum; briçten, golften. politikadan, kravattan filan söz açıyordum. Büyükteki keyfi görün siz artık; aklı başında biriyle karşılaştı ya sonunda.
2.bölüm

Bundan altı yıl önce Büyük Sahra Çölü üzerinde uçağımla geçirdiğim kazaya kadar işte bu yüzden yapayalnız bir hayat sürdüm. Motorda bir parça kırılmıştı. Değil tamirci, yanımda bir yolcu bile olmadığından bu çetin işe tek başıma koyulmuştum. Benim için ölüm ya da kalımdı bu. çünkü yalnızca bir haftalık suyum vardı.
ilk gece en yakın yerleşim merkezinden bin kilometre uzakta kumda uyudum. Okyanusun ortasında salıyla kalakalmış bir denizciden bile çok daha yalnızdım. Bu yüzden gün doğarken incecik bir sesle uyandırıldığımda nasıl şaşırdığımı tahmin edersiniz sanırım. ince ses, "Lütfen," diyordu. "Bana bir koyun çizin!
"Ne?.."
işte küçük prens! Aklımda kaldığı kadarıyla yaptım onun bu resmini. "Bir koyun çizin!"
Yattığım yerden ayağa fırladım. Beynimden vurulmuş gibiydim. Gözlerimi açıp açıp kapadım. Çevreme baktım. Küçücük, olağandışı biri ciddi bakışlarla beni süzüyordu. Sonradan resmini yapmaya çalıştım, ama kendisi resminden çok daha sevimli tabii.
Ama bu benim suçum değil. Daha altı yaşındayken büyükler resim yapma konusunda hevesimi kırdıklarından, boa yılanının dıştan ve içten görünümleri dışında başka bir şey çizmeyi öğrenemedim.
Şaşkın şaşkın, karşımda duran bu kişiye bakıyordum. En yakın yerleşim merkezinden tam bin kilometre uzakta olduğumu söylemiştim. Ama bu küçük kişinin hiç de çölde kaybolmuş, yorgunluktan, açlık ya da susuzluktan perişan olmuş veya korkmuş bir görünüşü yoktu. Kendimi toplayıp konuşmaya çalıştım:
"Ama sen... Sen burada ne arıyorsun?"
Alçak bir sesle, çok önemli bir şey söylüyormuşçasına yineledi: "Lütfen... Bir koyun çizin bana..."
Kafanız allak bullak olunca söyleneni yapmamazlık edemiyorsunuz. Size saçma ya da gülünç gelebilir, ama en yakın yerleşim merkezinden bin kilometre uzakta ölüm tehlikesiyle yüz yüze bir halde oluşuma bakmaksızın cebimden dolmakalemimle bir kâğıt çıkardım. Ama birden aklıma yıllarımı coğrafyaya, tarihe, aritmetik ve dilbilgisine verdiğim geldi. Resim yapmayı bilmiyordum ki. Biraz üzülerek bunu söylediğimde, "Ne olacak canım," dedi küçük çocuk. "Bir koyun çiziverin işte..."
Daha önce hiç koyun çizmemiştim. Bu nedenle ona koyun yerine, çizmeyi becerebildiğim iki resimden birincisini çizdim. Şu, boa yılanının dıştan görünüşünü. Resmi gösterince çocuğun söyledikleri beni çok şaşırttı:
"Hayır, hayır! Fili yutmuş olan boa yılanının resmini istemiyorum ben. Boa yılanı çok tehlikeli, fil ise çok büyük. Benim yaşadığım yerde öyle küçüktür ki her şey. Bütün istediğim bir koyun. Bir koyun çizin bana."
Sonunda bir koyun resmi yaptım. Dikkatle inceledi. Sonra da, "Hayır," dedi. "Bu koyun çok zayıf, hasta gibi. Başka bir koyun çizin."
Başka bir koyun çizdim. Bu kez tatlı ve hoşgörülü bir gülümsemeyle, "Siz de görüyorsunuz ki," dedi. "Koyun değil bu, koç. Boynuzları var baksanıza."
Bir koyun daha çizdim. O da ötekiler gibi beğenilmedi. "Bu da çok yaşlı," dedi. "Uzun bir süre yaşayacak bir koyun istiyorum ben"
Ama artık sabır filan kalmamıştı bende, çünkü motoru bir an önce sökmek istiyordum. Bu yüzden de aşağıdaki resmi çizip bir de açıklama yaptım: "Bu senin koyununun kutusu. Koyun kutunun içinde."
Genç eleştirmenimin yüzü aydınlanıverdi birden. "Evet!" dedi. "Tam istediğim gibi oldu işte. Sizce bu koyun çok ot ister mi?"
"Niye sordun?"
"Çünkü yaşadığım yerde her şey öyle küçük ki..."
"Canım artık bir koyun için biraz ot bulunur herhalde. Hem sana çizdiğim koyun çok küçük zaten."
Resme bakarak boynunu büktü. "Bana pek küçük gibi gelmedi. Hey! Bak sen şuna, uyudu."
işte küçük prensle ilk tanışmam böyle oldu.
III.bölüm

Nereden geldiğini öğrenmek oldukça zamanımı aldı. Bana bir sürü soru soruyor, ama benim sorularımı duymazlıktan geliyordu hep. Artık, rastlantıyla ağzından çıkan sözleri bir araya getirerek anlayabildim ne anladıysam.
Örneğin uçağımı ilk kez gördüğünde (uçağımı çizmemi istemeyin ne olur, çok karışık, beceremem), Nedir bu?" diye sordu.
"Uçak. Benim uçağım." Uçtuğumu öğrenmesi beni çok gururlandıracaktı. "Ne? Yoksa gökyüzünden mi indin?" diye bağırdı birden. "Evet," dedim önemsemiyormuş gibi başımı çevirerek.
"Ama bu çok hoş!" dedi küçük prens. Sonra da kahkahalarla gülmeye başladı. Biraz rahatsız etti beni bu. Doğrusu başıma gelen talihsizliklerin ciddiye alınmasını isterim.
Küçük prens asteroid B612'de. Gülmesini bitirip, "Demek sen de gökyüzünden geliyorsun," dedi. "Hangi gezegenden peki?" Birden karşımdaki küçük yaratığın bir türlü anlam veremediğim varlığıyla ilgili bir ışık belirdi kafamda. Olabilir miydi? Duraksamadan sordum:
"Sen başka bir gezegenden mi geliyorsun?" Yanıt vermedi. Uçağımdan gözlerini ayırmadan başını salladı hafifçe. "Bununla pek de uzaklardan gelmiş olamazsın zaten." dedi.
Bir süre uzun uzun düşündü. Sonra cebinden çizdiğim koyunu çıkarıp hazinesini incelemeye daldı.

Bu tam da açıklığa kavuşmamış olan "başka gezegen" olayının nasıl kafama takıldığını tahmin edersiniz. Bir şeyler daha öğrenebilmek için çaba göstermeliydim.
"Bak canım, söyler misin, nereden geldin sen? Şu 'yaşadığım yer' dediğin yer neresi? Koyununu götüreceğin yer yani?"
Bir süre suskun suskun düşündükten sonra, "Biliyor musun," dedi. "Koyunum bana verdiğin bu kutuyu geceleri evi olarak kullanabilir."
"Evet. Ayrıca iyi çocuk olursan sana bir ip de verebilirim, gündüzleri onu bağlaman için; ha bir de kazık tabii."
Ama bu önerim küçük prenste şok etkisi yaptı sanki.
"Bağlamak mı!" dedi. "O niye ki?"
"Bağlamazsan, çeker gider, kaybolur." Küçük arkadaşım yine bir kahkaha attı. "Gider mi? Nereye gidebilir ki?"
"Her yere. Burnunun doğrusuna çeker gider."
"Ne fark eder ki?" dedi küçük prens. "Nasıl olsa her şey küçücük benim yaşadığım yerde."
Sonra da ekledi; sesi biraz üzüntülü gibiydi: "Burnunun doğrusuna gitse de kimse fazla uzağa gidemez orada..."
IV

Böylece çok önemli bir şey öğrenmiştim: Küçük prensin geldiğini söylediği gezegen olsa olsa bir ev büyüklüğündeydi!
Bu beni çok da şaşırtmamıştı doğrusu. Çünkü bildiğimiz, isimleri konulmuş Dünya, Jüpiter, Mars, Venüs gezegenlerinin yanı sıra uzayda adı konmamış, bazıları teleskopla bile güçlükle görülebilecek kadar küçük yüzlerce gezegen olduğunu biliyordum. Gökbilimcileri bunlardan birini ilk kez görüp ortaya çıkardığında isim vermek yerine yalnızca bir numara veriyorlar. Örneğin "Asteroid 325" gibi.
Küçük prensin geldiği gezegenin B-612 diye bilinen asteroid olduğu konusunda beni haklı çıkaracak ciddi bir nedenim var.
Bu asteroidi ilk kez 1909 yılında bir Türk gökbilimci teleskopla gözlem yaparken görmüş. Bu buluşunu hemen Uluslararası Gökbilimi Toplantısı'nda büyük bir heyecanla sunmuş, ama adamcağız şalvar, cepken ve fes giyiyor diye onun söylediklerine hiç kimse değer vermemiş. Büyükler böyledir işte...
Bir süre sonra bir Türk lideri herkesin Avrupalılar gibi giyinmesini zorunlu kılmış, hatta buna uymayanları ölümle cezalandıracağını söylemiş de, 1920 yılında aynı gökbilimci etkileyici ve şık bir giysiyle Asteroid B-612'yi tanıtabilmiş. Bu kez herkes ilgiyle izlemiş onun söylediklerini.
Şu anda size bu asteroidle ilgili bu kadar çok şey anlatabiliyor, numarasını filan söyleyebiliyorsam bu hep büyükler sayesinde oluyor. Büyükler sayılara bayılırlar. Yeni bir arkadaş edindiniz diyelim: onun hakkında hiçbir zaman asıl sormaları gerekenleri sormazlar. "Sesi nasıl?" demezler örneğin, ya da. "Hangi oyunları sever? Kelebek koleksiyonu var mı?" diye sormazlar. Onun yerine. "Kaç yaşında?" derler. "Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası kaç para kazanıyor?" Ancak bu sayılarla tanıyabileceklerini sanırlar arkadaşınızı.
Eğer büyüklere, "Güzel bir ev gördüm, kırmızı tuğlalı: pencerelerinden sardunyalar sarkıyor, damında ise kumrular var," derseniz, nasıl bir evden söz etmekte olduğunuzu bir türlü anlayamazlar. Ne zaman ki onlara, "Yüz milyonluk bir ev gördüm," dersiniz, işte o zaman size, "Oo, ne kadar güzel bir evmiş!" derler gözlerini koca koca açıp.
Aynı şekilde onlara, "Küçük prensin güler yüzlülüğü, tatlılığı ve bir koyun istiyor olması, onun var olduğunu gösterir. Birisi bir koyun istiyorsa, bu onun varlığının kanıtıdır." derseniz size inanmazlar, dalga geçerler. Ama onlara, "Küçük prensin geldiği gezegenin adı Asteroid B-612'dir," derseniz, işte o zaman size inanıverirler ve sıkıcı sorular sormazlar.
Büyükler böyledir işte. Ama bunu onlara anlatabilmek olanaksızdır. Çocuklar büyükler karşısında her zaman sabırlı ve anlayışlı olmak zorundalar.
Doğal olarak, yaşamı anlayan bizler için sayıların hiç önemi yok. Bu öyküye tıpkı peri masallarında olduğu gibi başlamış olmayı isterdim. "Bir zamanlar kendisinden birazcık daha büyük bir gezegende yaşayan küçük bir prens varmış. Bu prens bir koyun istiyormuş..." diyebilirdim örneğin.
Yaşamı anlayabilenler için eminim bu çok daha gerçekçi bir hava verirdi öyküme. Hiç kimsenin kitabımı özensizce okumasını istemem doğrusu. Bu anılarımı yazarken çok üzüntülü anlar yaşadım. Arkadaşım, koyunu ile birlikte beni bırakıp gideli tam altı yıl oldu. Onu burada anlatmaya çabalıyorsam, bu biraz da onu unutmamak için. Arkadaşı unutmak çok üzücü bir şey. Herkesin arkadaşı olmamıştır. Arkadaşımı unutursam, kendimi o, sayılardan başka bir şeye değer vermeyen büyükler gibi hissederim sonra.
işte yine bu amaçla bir kutu boya ve kalem satın aldım kendime. Bu yaştan sonra resim yapmaya kalkışmak benim için çetin işti doğrusu. Hele altı yaşından beri tek yaptığım resmin bir boa yılanının içten ve dıştan görünüşü olduğu düşünülürse... Resimleri olabildiğince gerçeğe uygun çizmeye çalışacağım tabii. Ama başaracağımdan pek emin değilim açıkçası. Bir resim fena olmuyor derken, bir ötekinin gerçekle hiçbir ilgisi olmayıveriyor. Küçük prensin boyunu çizerken de hata yaptığım oluyor: bir yerde kısa. başka bir yerde uzun boylu çiziyorum onu. Giysilerinin rengiyle ilgili kuşkularım da var. işte böyle doğrulu yanlışlı da olsa herhalde üç aşağı beş yukarı gerçeği hakkında bir fikir vermeyi başarıyorumdur.
Bazı çok önemli ayrıntılarda hata yaptığım da oluyor. Ama işte bu benim suçum değil. Arkadaşım hiçbir zaman bana tam bir açıklama yapmadı ki. Benim de kendisi gibi olduğumu düşündü belki, kim bilir? Ama, şimdi açık konuşalım, ben kutuların içindeki koyunları göremiyorum. Belki de büyükler gibiyim biraz. Büyümek zorunda kaldığımdan olacak.