bugün

entry'ler (16)

yiyip yiyip kilo alamamak

yedikçe alıyor, yemedikçe veriyorum. dümdüz bir metabolizma.

eski dizilerin daha samimi oluşu

daha samimi mi bilmem de, klasik sitcomların hüküm sürdüğü dönemin dizileri, bugün yapılan yapılan komedi dizileriyle asla yarışamıyor. seinfeld, friends, how i met your mother, arrested development, its always sunny in philly, curb your enthusiasm, big bang theory, frasier, malcolm in the middle... özellikle ilk bir iki sezondan sonra zirve yaptıkları dönemin tadına asla hiç bir dizi ulaşamıyor. bir sürü dizi deniyor netflix. yok, o tada ulaşma ihtimali sıfır. o tadı alanlar da çevirip çevirip bunları izlemeye devam ediyor zaten (benim gibi..).

bershka

giyime bu seviyede ücretler ödüyorsanız zaten hammadde ve üretim olarak çok kaliteli ürünler beklemek yersiz. bu durumda defacto, h&m, pull and bear, bershka vs aynı kefeye geliyor çoğunlukla. burada da tasarım ön plana çıkıyor. ben genelde bershka ve pull and bear arasında gidip geliyorum. hem basic hem de dönemsel olarak bana kadar uçarılıkta kıyafet ihtiyacımı karşılıyor. yıllarca giyme kaygım olmadığından, çok da önem vermiyorum kaliteli olup olmamasına. öbür mevsime kadar rengi solmasın yeter.

20 yaşını geçipte hiç sevgilisi olmamış ezik

bana çok anormal gelmeyen insandır. 20 yaşına kadar bir şeyler yaşadım ama çoğunun pek de anlamı yoktu. o zamanlar her şeye anlam yüklemek istiyor insan. hormonlar da karşı cinsi ya da tercihe göre hemcinsi bağırıyor. hormonların etkisinde daldan dala sevgililere atlamak yerine daha çok okuyan, yazan, çizen, daha çok izleyen, daha çok dinleyen için yaşamak daha keyifli hale geliyor. hayatın bir sonraki aşamasını da olumlu olarak etkiliyor bu kendine yaptığın yatırım.

en az 10 defa izlenen tek film

fight club.

takıntılı olduğum çok film var aslında. ama en çok bunu izlemiş olabilirim.

kocasına kahvaltı hazırlamayan kadın

hala kadının erkeğe hizmetçi gibi davranmasını beklemek gerçekten dönemin şartlarında akıl sınırlarını zorluyor. ben beraber hazırlanan kahvaltıdan yanayım. kadın çalışmıyor erkek çalışıyorsa, ya da tam tersi erkek çalışmıyor kadın çalışıyorsa, çalışmayan tarafın bir diğerine destek olmak için bir şeyler yapması, sağlıklı bir ilişkiyle beraber paket olarak geliyor. görev değildir yani.

ütüsünü kendi yapan erkek

yalnız yaşarken mecburiyetten öğrenilen bir şey ütü yapmak. öğrenilen bir şeyi de "sözde" uygun şartlar var diye başkasına yaptırmaya gerek yok diye düşünüyorum. yemek yapmak, ütü yapmak, yer silmek, toz almak gibi işlerin pek de cinsiyetle ilgisi yok.

yazarların en sevdiği spor

eğer güzel anlatan birisi eşlik ediyorsa, sevilmeyecek spor yoktur. ülkemizin güzel spor yazarları, spikerleri sayesinde en önyargılı olduğum sporlara bile ilgim oluştu zamanla. herkes gibi popülerliğinin de etkisiyle futbol ve basketbol öncelikli olarak takibimde olsa da, eurosport favori kanallarımdandır. akşamları film dizi modunda değilse, açıp ne varsa keyifle izlerim.

uyku düzeni

hayat kalitesini çok ciddi bir şekilde etkiler. gece yaşamaya meyilli bir insan olarak, çalışma hayatına atıldıktan sonra da bu yaşamı sürdürmeye devam edip, bu yaşamın doğasına ters olarak sabah erken kalkmaya başladıktan sonra sağlık problemlerim arttı. erken yatmak bir şeyleri kaçırma hissi yaratıyor olsa da, sabah vücuda yüklenmiş olan ve tüm güne yayılan pozitif enerji için, en azından haftanın belli günlerinde düzenli uyumaya çalışıyorum. herkese de tavsiye ediyorum. ilk başta gece oturmak ya da az oturmak havalı gibi gelse de, yaş ilerledikçe vücut bu keyfinize ortak olamıyor.

portakal suyu ile kahvaltı

kahvaltıda portakal suyu içmek, filmlerden dolayı gözümüze çok modern gelen eylemlerden birisi olmakla beraber, bizim çay kültürümüzün neredeyse başka hiç bir ülkede olmadığını varsayarsak, bırakın da onlar buna özensin diyerek tepki gösterdiğim kahvaltı türüdür. kahvaltıda çay, her şeye yakışan yegane şeydir. kahvaltının üstüne bir bardak taze sıkılmış portakal suyu alıp koltuğa oturmak ekstra bir keyif olabilir.

duman vs mor ve ötesi

ikisi de çok farklı duygulara hitap eder. duman daha samimi, ilk dinlediğin anda içine çeken, kendinden bir şeyleri hemen bulabileceğin bir gruptur. hit şarkılarını duyar duymaz tüm arkadaşlarına koşup "şarkıya bak müthiş" diye anlatacağın bir gruptur. zamanla hitlerin dışında kalmış şarkıları keşfederek, kendine saklamak isteyeceğin bir gruba dönüşür.

mor ve ötesi ise en başından beri kendine saklayacağın gruptur. her kelimesi sadece sana dokunur çünkü. başkasıyla paylaşmak istemezsin.

dinlediği müzik kişinin kalitesini belirler mi

herhangi bir türe gönül veriyorsa ve sırf onu yakalayan melodileri hiç irdelemeden dinlemek yerine o müziğin derinlerine inmeye çalışıyorsa, kişinin belli bir kalitede olduğunu gösterir. rock veya metal müzik dinleyen, özellikle 30 yaş üstü kesimin ise büyük çoğunluğunda kaliteden bahsetmek çok olasıdır.

araba da eş mi önde oturmalı anne mi

bu konuyu dert edecek bir anneye sahipseniz, zaten belli genetik özellikleri almışsınızdır, geçmiş olsun. bundan sonra yazacaklarım sizi ilgilendirmiyor. bu konuyu dert etmeyecek bir anneye sahipseniz, eş seçiminizi de o yönde yapmışsınızdır muhtemelen. her şeyin normal olduğunu varsayarsak, anne büyüklük yapar ve eşleri birbirinden ayırmamak için otomatikman arkaya oturur. illa öne oturacağım egosu yapılması durumları benim akıl sınırlarımı aşıyor.

evlen artık diyen akraba

belli yaş üstü akrabaların aktiviteleri düğünler ve cenazelerdir. aileden birinin evlenmesi onlar için en az 6 ay konuşulacak materyal doğurur. evlenmeden sonra bir çocuk süreci de var tabii. acaba çocukları mı olmuyor, oo çok hızlı oldu acaba evlenmeden önce hamilelik mi vardı, yok baby shower, vay çocuk kime benzedi derken bunun muhabbeti de bitmez. yani heyecan getiriyor akrabaların hayatına bu iş. yakın akrabalar dışında başka bir şey düşünen olduğunu sanmıyorum.

soğuk insan olmanın getirdiği şeyler

"tanıdıktan sonra hiç de öyle olmadığını anladım" cümlesiyle bir hayat geçirmek. aslında bir filtreye sahip olmak. herkesin kafasına göre yanınıza yaklaşamaması kötü bir durum değil. ama yaş ilerleyip sosyal imkanlar daralınca, elinizde kalanları kaybettiğiniz takdirde yalnızlığa koşarsınız.

ilk maaşın hissettirdikleri

günlük işler ve geçici işlerden kazandıklarım pek bir şey hissettirmemişti açıkçası ama ilk düzenli işime girip, ilk bir ay çok fazla zorlanıp, ayın sonunda işi becerebilmeye başladığını hissettiğin anla eşdeğer yatan maaş anı çok özel bir duyguydu. tabi bu özel olma durumu ilüzyon gibiydi çünkü pek çokları gibi tonla borcun içinde çalışmaya başlamıştım. gidecek bir yeri vardı paranın. bunu düşününce canın sıkılıyor çünkü o parayı ilk gördüğünde bu sarfettiğin emeğin karşılığı olarak güzel bir ödül duygusu da beraberinde geliyor. tabi asıl özel olan bu emeğin sonunda kazandığın parayla biriktirdiğin borçlarını kapatabilmek hissi. en az bunun kadar güzel olan da borçlarını kapattıktan sonra yatan ilk maaşın hissettirdiğidir ama o başka bir başlığın konusu.