bugün

1925’te yaşanmış tuhaf bir hadiseden, şapka giyilmesinin “dinî bakımdan doğru olmadığını” söyleyen bir hanım öğretmenin “Bu kadın delinin teki” denerek tımarhaneye kapatılmasından belgelere dayanarak bahsedeceğim…

Yayınlayacağım dört adet belgenin ikisi istanbul’da Şehremini’nde oturan Ayşe adındaki hanım öğretmenin 1925 Ekim’i ile Kasım’ında Reisicumhur Mustafa Kemal Paşa’ya şapka konusunda yazdığı mektuplar, diğer ikisi de bu mektuplar ile ilgili resmî yazışmalar, yani Ayşe Hanım’ın tımarhaneye kapatılma belgeleri...

O günlerde şimdi kısaca “Şapka Kanunu” dediğimiz “Şapka iktisası Hakkında Kanun”un çıkartılması için çalışmalar devam etmekte ve Türkiye’de şapkadan başka bir serpuşun kullanılmasının yasak edileceği söylenmekte idi. Kanun, Ayşe Hanım’ın 27 Ekim ve 2 Kasım’da gönderdiği mektuplardan sonra, 25 Kasım 1925’te çıktı ve 28 Kasım’da Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.

ilk belge, Ayşe Hanım’ın Mustafa Kemal Paşa’ya kanunun çıkmasından bir ay önce, 27 Ekim 1925’te gönderdiği mektup. Ayşe Hanım şapkanın ve papazların bellerine sardıkları “zünnar” isimli kemerin hadiste ve fıkıhta “küfür” olarak görüldüğünü yazıyor.

Mektubun altında, Çankaya’nın mektubu “gereğinin yapılması” için Başvekil ismet Paşa ile içişleri Bakanı Cemil Bey’e havale ettiğine dair bir not var.

Ayşe Hanım 2 Kasım’da bir başka mektup daha gönderiyor, Kırım’ı işgal eden Bolşevikler’in bile Türk okullarına dokunmadıklarını yazıyor ve “Namaz yok, oruç yok, medenîyiz dediniz, şapka giydiniz, hani ya teşvikâtınız (teşvikleriniz, şevklendirmeniz) efendim?” diyor.

Bu mektup da içişleri Bakanı Cemil Bey’e havale edilmiş ve Cemil Bey mektubun altına “Bu imza ile diğer bir mektup daha vardı. Tahkik ettiriniz, bu kadın kimdir?” notu ile talimat vermiş.

işte, tımarhaneye kapatılan Ayşe Hanım’ın 27 Ekim 1925’deki ilk mektubunda günümüz Türkçesi ile yazdıkları:

“Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne,

Saadetlû efendim hazretleri,

Fıkhın kaynağı kitap, sünnet, icmâ-yı ümmet ve kıyâs-ı fukahâ olmak üzere dörttür. Önü çıkıntılı ve etraflı serpuşumuz ve zünnâr denilen belbağı dinimizce küfürden sayılır. Binaenaleyh hiçbir mazeret yoktur. Hakkında hadis-i şerif vardır. Din büyüklerinin içtimaı ise bu ikisi hakkında da ve küfür sayılmışlardır. Bir de, dinimizin kıyamet gününe kadar hükmü bâki olduğu için hadis-i şerifin hükmünü hiçbirşey feshedemez.

Ey milletin reisleri!

Biz cehaletimizle girdaba düştük. Şimdi mecburiyetle giyiyor isek pek bellidir ki, ileride evlâlarımız keyifleri için giyeceklerdir. Artık şimdiden milletdaşlar birbirimizi kaybettik, tanıyamıyoruz. Milletimizin geleceği ve dinimiz için bu pek büyük darbe, Allah’ın indinde pek büyük bir mesuliyettir. Milletlere karşı mecbur isek, bütün hadisler ve müçtehidler bu ikisi hakkında böyle söylememiş olsalardı, vallahi sizlere karşı isyan sayılmazdı.

Merak etmeyin! Tarihimizde dinimizce asîliz, necîbiz, milletlerce de temiziz. Bütün dindaşlarımız için söylüyorum, biz cehaletimizle düştük, bizi affedin, yani yine size yalvarıyorum. Bizi kurtarın efendim. Bu hususlarda emir ve karar siz efendimizindir.

27 Ekim 1925.

istanbul Topkapı Şehremini Cafer Ağa Mahallesi Gizlice Evliya Caddesinde 19/13 numaralı hânede Ayşe”.

Ayşe Hanım’ın 2 Kasım 1925’te gönderdiği ikinci mektup da şöyle:

“Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne,

Saadetlû efendim hazretleri

Kazâ, derece itibarıyla üç çeşittir: Birincisi dine, ikincisi cana, üçüncüsü mala gelen kazâlardır. Bunun en müthişi dine olanıdır ki, en felâketlisidir.

Ey milletin reisleri!

Yokluğa doğru gidiyoruz. Yani, cumhuriyet hükümeti iflâs ediyor. Bu âciz kişi, Kırım’ın Bolşevikler tarafından ikinci defa istilâsında orada idim. Kanun yok, nizam yok, ama insaniyet konusunu o kadar düşünüyorlardı ki evler, bütün mektepler işgal olunduğu halde “Türk”, “Türkcanka” diye bizim boş kalan mekteplerimizi işgal etmediler. Namaz yok, oruç yok, medenîyiz dediniz, şapka giydiniz, hani ya teşvikleriniz efendim.

2 Teşrinisâni 1341.

istanbul Topkapı Şehremini Cafer Ağa Mahallesinde Gizlice Evliya Caddesinde 19/13 numaralı hânede sâkine Ayşe”.

YOLUN SONU: TIMARHANE…

Mektuplar hakkında Çankaya’nın talimatı ile açılan soruşturmanın neticesini bildiren içişleri Bakanı Cemil Bey (Uybadın), Cumhurbaşkanlığı Özel Kalemi’ne iki ayrı yazı göndermiş…

Cemil Bey ilk yazısında yine günümüzün Türkçesi ile şöyle diyor:

“Şapkanın şer’î bakımdan caiz olamayacağına, vesaireye dair Ayşe imzasıyla Reisicumhur Hazretleri’ne takdim olunup soruşturulması için Başbakanlıktan havale ve tevdi buyurulan iki adet mektup üzerine gerekli soruşturmanın yapılması istanbul Vilâyeti’ne tebliğ edilmiş idi.

Tahkikatın sonucunu bildiren cevabî yazıda ismi geçen Ayşe Hanım’ın ifadesinden merhum Seraceddin Efendi’nin kızı olduğu, Kazan’da doğduğu ve 28 yaşında bulunduğu, sorgusunda şapka giyilmesine şer’î bakımdan izin verilmemesine bu kuralın değiştirilemeyeceği, tevil ve tefsir edilemeyeceği, kullanmanın da küfür olacağı için bundan kaçınılması maksadıyla 27 Ekim 1925 tarihli mektubu yazdığını, işini takip için Millî Eğitim’e gittiği zaman namaz kılmak için bir yer bulamayıp diğer bir mahalde kılmaya mecbur kaldığını ve açıkça oruç yenip namaz kılınmadığı için bu gibi dinî gereklere ve ibadet edeceklere kolaylık gösterilmesine emir buyurulması maksadıyla da 2 Kasım 1925 tarihli diğer mektubu yazmış olduğunu ifade ettiği, Çorum’da öğretmenlik yaptığı sırada Nakşibendî tarikatına girdiği öğrenilmiştir. Aklî melekelerinin zayıf olduğu ifade tarzından ve davranışlarından anlaşılan ismi geçen kişinin muayeneye sevkedildiği bildirilmiş ve bahsedilen mektuplar ek olarak arz ve takdim kılınmıştır efendim.

3 Ocak 1926,

içişleri Bakanı Cemil”.

Ayşe Hanım hakkındaki soruşturma bir ay içerisinde tamamlanmış, kadının “aklından zoru olduğu” için tımarhaneye kapatılmasına karar verilmiş ve içiçleri Bakanı Cemil Bey 14-15 Şubat’ta gönderdiği yazı ile karardan Cumhurbaşkanlığını da haberdar etmiş:

“Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürlüğü’ne,

3 Ocak 1925 tarihli yazımıza ektir: Şapkanın şeriata aykırı olduğuna vesaireye dair mektup yazan Ayşe Hanım’ın aklı dengesindeki hastalık dolayısıyla tedavi için Toptaşı Tımarhanesi’ne sevkedildiği anlaşılmış olmakla, arzolunur efendim.

14/15 Şubat 1926,

içişleri Bakanı Cemil”.

Kaynak: murat bardakçı
Bence şapka derken prezervatiften bahsetmişte olabilir.
(bkz: at yalanı sikeyim inananı)
(bkz: yobaz iftira şeması)

son defa bilale anlatır gibi anlatalım bu konu artık kapansın.

Tarihin bir bilim dalı olduğunu bilmeyen, Cumhuriyeti nerdeyse bir asır geçmesine rağmen içine sindiremeyen, bilgiden kültürden yorumdan bihaber tarih yalancıları toplumun cahil kesiminin desteğini almak için bazı klasik sloganlar üretirler. Bu yalanların en başında gelenlerinden biri ise Atatürk’ün gerçekleştirdiği şapka devrimi yüzünden binlerce alimin idam edildiği yalanıdır. iddiaya göre Atatürk millete zorla şapka giydirmiş, giymeyenleri ise sorgusuz sualsiz idam etmiş. Sanırsınız ki devlet sokakta kapı kapı dolaşarak şapka giymeyenleri yakalamış, başına zorla şapka takmış, giymeyeceğim diyenleri de idam etmiş. Böyle anlatınca komik gelen bu iddia allanıp pullanıp biraz da duygu sömürüsü ile soslanınca tarih konusunda cahil olan insanlara yedirilebiliyor. Yalanları bir kenara bırakalım ve gerçekleri yazalım. Şapka devriminde gerçekte ne oldu? Kimler, neden asıldı? Hepsine teker teker cevap verelim.

Şapka devrimi hakkında konuşurken her şeyden önce bu devrimin ilk kez Cumhuriyet zamanında yapılmadığını bilmek zorundayız. ilk şapka devrimi 2. Mahmut zamanında 1828 yılında çıkarılan elbise nizamnamesiyle resmi başlık olarak kabul edilmiştir. Fesin Osmanlıya geçişi de biraz ilginçtir. 2. Mahmut döneminde Kaptan-ı Derya olan Koca Hüsrev Paşa Tunus’tan getirdiği fesleri gemilerdeki askerlere giydirmiştir. 1828 yılında Serasker olan Hüsrev Paşa bu kez de izmir’de bir taburun er ve subaylarına fes giydirerek istanbul’a getirerek eski Bab-ı Seraskeri meydanında (Bugünkü istanbul Üniversitesi meydanı) padişahın huzurunda talim yaptırmıştır. Fesin Osmanlı ordusuna girişi bu şekilde olmuştur. Eğer o gün 2 . Mahmud’un huzurundaki askerler fes yerine şapka giymiş olsaydı bugün tarih yalancıları ”Atatürk şapka devrimi yüzünden binlerce alimi astı” diyemeyeceklerdi.

2. Mahmud gerçekleştirdiği bu devrim yüzünden o dönemdeki gericiler tarafından ”gavur padişah” olarak anılmıştır. Şu komik duruma bakın ki fesi getiren padişaha gavur diyenler yaklaşık 100 yıl sonra fesi kaldıran Atatürk’e de gavur demişlerdir. Gerici her dönemde gericidir. Siz ne yaparsanız yapın eğer bir yenilik gerçekleştiriyorsanız gericiler için gavursunuzdur kafirsinizdir din düşmanısınızdır.

Cumhuriyetin ilanından sonra eskimiş, son kullanma tarihi geçmiş kurumlar teker teker kaldırılmıştır. Şapka devrimi de yeni devletin insanının yaratılmasında atılmış önemli bir adımdır. Mesele sadece başlık meselesi değildir. Eğer öyle olsaydı bugün şapka devrimi din eksenli tartışılmazdı. Bu da bize çok açık net gösteriyor ki sarık sadece sarık değildir. Aynı zamanda yüzyıllar içinde saçmasapan gerekçelerle dini anlamlar yüklenen bir başlıktır. Durum böyle olunca yobazın koyu damarı, tedavi edilemez hastalığı konuyu içinden çıkılamayacak hale getiriyor.

Atatürk şapka devrimini gerçekleştirmeden önce halkı şapkaya alıştırmak istemiş ve yurt gezisine çıkmıştır. Gezisine koyu muhafazakar bir il olan Kastamonu’dan başlamıştır. Yıllar sonra neden izmir gibi aydın bir değil de Kastamonu’ya gittiğini soranlara şu cevabı vermiştir :

izmir tarafı halkı beni birçok defa gördü. Eğer orada şapka giysem, bana değil, şapkama bakarlardı. Beni ilk defa görenler ise şapkamla olduğum gibi kabul ettiler .(Falih Rıfkı Atay Çankaya, istanbul. 1984, s.434)

24 Ağustos 1925’te Kastamonuya gelen Atatürk halkın yoğun sevgi ve ilgisiyle karşılanmıştır. Belediye binasında yaptığı konuşmada şehir esnafının temsilcilerini de odaya çağırmıştır. Dinleyiciler arasında oturan bir terziye elbiselerini göstererek ”Bu elbiseler herhalde ucuzdur. Kumaşı da düz. Uluslararası kıyafet midir?” diye sormuş, terzi Evet, uluslararasıdır diye cevap vermiştir. Konuşmasının devamında şu yorumda bulunmuştur :

“Biz her nokta-i nazardan medenî insan olmalıyız. Acılar gördük. Bunun sebebi dünyanın vaziyetini anlamadığımız içindir. Fikrimiz, zihniyetimiz medenî olacaktır. Şunun, bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz. Medenî olacağız. Bununla iftihar edeceğiz. Bütün Türk ve islâm alemine bakınız. Zihinleri medeniyetin emrettiği şümul ve tealiye uyamadıklarından ne büyük felâketler, ne ıstıraplar içindedirler. Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız ve nihayet son felâket çamuruna batışımız bundandır. Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona bigane olanları yakar ve mahveder.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ank. 1997, s. 216)

25 Ağustosta Kastamonu’dan inebolu’ya geçen Atatürk burada meşhur şapka nutkunu yapmıştr. işte tarihe geçen o konuşma :

Ey memleketini seven ve memleketi, milleti için hayatım fedâdan çekinmemiş bulunan kıymetli vatandaşlar! Hep beraber bütün cihâna sarih ifade edelim ki, bunca inkılâbâtın şuurlu kahramanı olan bu millet, medeniyet güneşinin bütün hararetini almıştır

“Efendiler, Türkiye Cumhuriyeti’ni te’sis eden Türk halkı medenîdir. Tarihte medenîdir, hakikatte medenîdir. Fakat medenîyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı; fikriyle, zihniyetiyle medenî oduğunu isbât ve izhâr etmek mecburiyetindedir. Velhâsıl medenîyim diyen, Türkiye’nin, hakikaten medenî olan halkı başından aşağıya vaz’ı haricisiyle dahi medenî ve mütekâmil insanlar olduğunu fiilen göstermeye mecburdurlar. Bu son sözlerimi vâzıh ifade etmeliyim ki, bütün memleket ve cihân ne demek istediğimi suhûletle anlasın. Bu izâhâtımı hey’et-i âlinize, hey’et-i umûmiyeye bir sualle tevcih etmek istiyorum, soruyorum:

Bizim kıyafetimiz millî midir? (hayır sadâlan).

Bizim kıyafetimiz medenî ve beynelmilel midir? (hayır, hayır sadâlan).

Size iştirak ediyorum. Tabirimi ma’zûr görünüz. Altı kaval üstü şişhâne diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millîdir ve ne de beynelmileldir. O halde kifayetsiz bir millet olur mu arkadaşlar? Böyle tavsif olunmaya razı mısınız arkadaşlar? (hayır hayır kat’iyyen sesleri). Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak enzâr-ı âleme göstermekte ma’nâ var mıdır? Ve bu çamurun içinde cevher gizlidir, fakat anhyamıyorsunuz demek musip midir?

Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak elzemdir; tabiîdir… Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştınp ihyâ’ eylemeye mahall yoktur. Medenî ve beynelmilel kıyafet bizim için çok cevherli, milletimiz için lâyık bir kıyafttir. Onu iktisâ’ edeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kıravat, yakalık, caket ve bittab’ bunların mütemmimi olmak üzere başta siperi şemsli serpuş, bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur, smokin gibi, işte şapkanız!

Buna câiz değil, diyenler vardır. Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok câhilsiniz ve onlara sormak isterim:

Yunan serpuşu olan fesi giymek câiz olur da şapkayı giymek neden olmaz ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papaz- lannın ve Yahudi hahamlannm kisve-i mahsûsası olan cübbeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ank. 1997, s. 220 – 221)

Atatürk millete zorla şapka giydirdi diyenler bu konuşma için ne diyecek? Tarihte hangi diktatör milletine şapka giydirmek için böyle bir açıklama yapmıştır ? Birazdan şapka isyanlarını açıklayınca meselenn sadece şapka olmadığını daha net anlayacaksınız ama önce şapka devriminin yurt içindeki yankılarından bir kaç örnek verelim

Konya’da lise öğrencileri fes giymemeye yemin etmiş, feslerini fırlatarak protesto etmişlerdir.

Bursa’da düzenlenen mitingte binlerce fes yırtılmıştır.

istanbul’da hamallar feslerini denize fırlatmışlardır.

Konya’da şapkanın tükenmesi üzerine eskiden mevlevi takkesi üretenler fötr, melon, panama şapka üretmeye başlamıştır.

Bilecik’te Vali’nin önderliğinde insanlar feslerini atarak şapkalarını giymişlerdir

Edirne’de memurların tamamı ve halkın büyük bir kısmı şapka giymeye başlamıştır. , Her gün farklı kılıkta dolaştığı için halkın “Şeyh Türlü” ismini taktığı kişi bile sarığını bırakarak melon şapkayla dolaşmaya başlamıştır. ( ikdam, 20 Eylül 1925.Cumhuriyet, 17 Eylül 1925. Cumhuriyet, 19 Eylül 1925. Cumhuriyet, 21 Kasım 1925. Cumhuriyet, 27 Eylül 1925.)

Görüldüğü gibi şapka devrimi 25 Kasım’da yasalaşmadan iki ay önce bile halk şapka giymeye başlamıştır. Bu da ”Atatürk millete zorla şapka giydirdi” iddiasını kökünden çürütmektedir. Eğer şapka devrimi anlatıldığı gibi halk tarafından şiddetle reddedilmiş olsaydı bunu devletin zorla giydirmesi mümkün olamazdı. 13 milyonluk bir ülkede hiç bir güç halka istemediği bir şeyi zorla dayatamaz. Üstelik o günün koşullarını göz önünde bulundurursak savaştan yeni çıkılmış bir ortamda çok büyük çapta isyanlar çıksaydı devletin bunları bastırması mümkün değildi. Durumun daha net anlaşılması için bir örnek vermek istiyorum. Devleti aylardır uğraştıran Şeyh Said isyanında isyancıların sayısı sadece 3000 dir. Şimdi varın isyan eden 500.000 kişinin nasıl durdurulmuş olabileceğini siz düşünün.

Halkın şapkaya olumlu tepkilerinden sonra isyanlara geçebiliriz. Acaba isyan edenler sadece şapka giymediği için mi asılmıştı ? Bu isyanların kaçı şapka devriminden önce çıktı? isyan edenler hangi faaliyetlerede bulundular? Teker teker bakalım

Atatürk’ün Kastamonu gezisinden çok kısa bir süre sonra 2 Eylül 1925 te çıkarılan bir kararname ile devlet memurlarının ve ordu mensuplarının şapka giymeleri zorunlu kılınmıştır. Sadece imamlar ve diyanet işleri başkanı bu kanun dışında tutulmuştur. Din adamlarının kıyafetleri ise siyah lata üzerine beyaz sarık olarak belirlenmiştir. Burada dikkatinizi bir noktaya çekmek istiyorum. 2 Eylül’de çıkarılan kararname sadece devlet memurları için geçerlidir. Şapkanın mecliste kanunlaşması ise 25 Kasımdır. Söz konusu kanunda şapka giymeyenlere verilen herhangi bir ceza yoktur. Daha da önemlisi kanun devlet memurları için çıkarılmıştır. Halkın ise şapka giyme zorunluluğu yoktur. Fes ve sarık giyme yasağı vardır

Yukarıda da görüldfüğü gibi şapka kanunu, devlet memurlarını şapkaya yavaş yavaş ısınan Türk milletine uygun hale getirmek için çıkarılmıştır fakat buna rağmen bir çok isyan şapka kanununun kabulünden önce çıkmıştır. işte o isyanlar :

22 Kasım’da Kayseri’de 1. Dünya savaşında şüpheli davranışları bulunan şafi mezhebinden Mekkeli Ahmet adında biri halkı şapka devrimine karşı kışkırtmıştır. Dini siyasete çok adi bir şekilde alet ederek halka Sivas’ta bir alim çıktığını, şapka giymemeleri konusunda Sivaslıları uyardığını, kendilerinin de hemen sarıklarını giymesi gerektiğini söylemiştir. Sivaslı sözde alimin daha sonra Sivaslı Kemanlı Hoca olduğu anlaşılmıştır. Kandırdıkları halk kitlesini arkasına alan mürtecilerin 24 Kasımda yaptığı eylem sonucunda 300 kişi tutuklanmıştır.

Kasım ayının başında Malatya’da şapka yüzünden çıkan küçük çapta bir kaç isyan Belediye Başkanı Hasan Bey’ tarafından bastırılmış, Atatürk, 3 Kasım’da kendisine yolladığı telgrafla Hasan Bey’i takdir etmiştir.

14 Kasım’da Sivas’ta imamzade Mehmet Necati isminde bir isyancının önderliğinde halk isyana teşvik edilmiş, duvarlara hükümete hakarete varan beyannameler yapıştırılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda imamzade Mehmet Necati idama mahkum edilmiş, diğer isyancılar ise kürek cezasına çarptırılmıştır.

25 Kasım’da Erzurumda Gavur imam ve Hoca Osman’ın elebaşı olduğu isyanda Vali binası basılmış, ”Gavur memur istemeyiz” sloganları atılarak olay çıkarılmıştır. isyan sonucunda 27 kişi tutuklanmıştır. Yapılan araştırma sonucunda isyanın ele başları olan Gavur imam ve Hoca Osman’ın daha önce aftan yararlanan mahkumlar olduğu anlaşılmıştır. 27 Kasım 1925 tarihli Cumhuriyet gazetesi Erzurum’da çıkan isyan hakkında şunları yazmıştır :

Erzurum’da bir iki softa, birkaç serseri inkılâbımızın ifadesi olan Türkiyat-ı içtimaiyemize karşı nümayişe sevk etmiş Devlet görevlilerini (Valileri), gâvur kabul etmişlerdir. Bu inkılâplar vücut bulacak değildir, vücut bulmuştur. Erzurum’da nümayişin yapıldığı gün TBMM den şapkanın mecburiyeti hakkındaki kanunun çıkmış olması kadar kudret-i inkılâp ifade eyleyecek bir hadise olamaz. Önümüzdeki hadise bir irtica hadisesidir.”

25 Kasım’da Rize de imam Şaban ve muhtar Yakup Ağa’nın ele başı olduğu isyanda ”devletin dinsizliğe doğru gittiği, kadınların namusunun kalmadığı” gerekçesiyle hükümet konağı ve Botaniye Jandarma karakolu basılmıştır. 6 Jandarma esir alınmıştır. imam Şaban şehrin yağmalanmasını, hükümet konağının basılmasını teklif etmiş, buna uymayanların öldürüleceğini söylemiştir. isyancılar halkın bundan sonra devlete vergi vermeyeceğini söyleyerek halkı devletre karşı açıkça isyana teşvik etmişlerdir. Muhtar Yakup’un akrabası Peçeli Mehmet Ankara’da ihtilal yapıldığını, Mustafa Kemal’in üç yerinden yaralandığını, ismet Paşa’nın öldürüldüğünü devletin dindar paşaların kontrolüne geçtiğini söyleyerek halkı galeyana getirmiştir. isyan gittikçe büyümüş, köylere yayılmış, eli silahlı isyancılar şehri yağmalamaya başlamıştır. Bunun üzerine Hamidiye zırhlısı isyancıların yığınak noktalarını iki gün boyunca bombalamıştır. işte bugün ‘‘Rize’de şapka giymeyenleri bombaladılar” yalanının gerçeği budur. Olay şapka giymeme meselesi değildir. Ortada silahlı bir isyan, yağmalanan köyler, basılan hükümet konağı ve esir edilen 6 jandarma vardır. Yargılama sonucunda 143 tutuklunun 80 i beraat etmiş diğerleri de çeşitli cezalara çarptırılmıştır

26 Kasım’da Maraş’ta Üsküplü ibrahim hoca adında biri halkı Cami-i kebir etrafında toplayarak ”Gavur memur istemeyiz şapka istemeyiz” diye isyana teşvik etmiştir. O gün Cami-i kebir karşısındaki CHP binasında olan bir muhabir olayı şöyle anlatmıştır :

Cuma namazından sonra, ‘Müslümanlar ne duruyorsunuz? Müslümanlık gidiyor, Allah Allah, Lailaheillallah!’ sözleriyle bir hareketlilik başlatıldı. isyancılar daha sonra caminin avlusundan tekbir sesleriyle Hükümet Konağı’na doğru harekete geçtiler.Halkın Cuma namazı vesilesiyle içtima halinde bulunmasından istifade etmek için bir zamandan beri elebaşı mevkiinde bulunan bazı melunların böyle bir günü tercih etmiş olmaları hatıra geliyor” (Cumhuriyet 6 Aralık 1925)

Hükümet konağının avlusunda slogan atan isyancı grup sonra tutukluların serbest bırakılması için cephaneliğe doğru yürümüştür. isyan kısa sürede bastırılarak 39 kişi gözaltına alınmıştır.

4 Aralık’ta Giresun’da Muharrem hoca adında biri halkı isyana teşvik etmiş fakat isyan kısa sürede bastırılmıştır. isyancılar tutuklanarak Ankara istiklal mahkemesinde yargılanmışlardır.

isyanlara dikkat ederseniz çoğu şapka kanununun mecliste kabul edilmesinden önce çıkmıştır. Daha da önemlisi isyanın ele başları halk tarafından benimsenmemiştir. Örneğin Erzurum’da belediye başkanı Nafiz bey, müftü Sadık ve Halk partisi il başkanı Ahmet Rıza ve şehrin ileri gelenlerinin ortaklaşa imzalayarak çektiği telgrafta şöyle demişlerdir:

“Vücutları memleket için şîn olan mahdut bazı rüzalâ tarafından bugün alessabah müessif hâdise zuhur etmiş ise de hükümetimizin tedbir-i sâibesi sayesinde lehülhamd çıktığı anda ve yerde batmıştır.Vatanın bir uzvu hayat bahşâsı olup, hükümetimizin mukarrerâtım hürmetle telâkki eden; isyana, fitneye, irticâya karşı nasıl bir nazarı nefreti olduğu ve imhasını nasıl âcil bir vecibe bildiğini hâdise-i ahiredeki canına minnet bildiği hizmeti ile isbât eylemiş olan Erzurum’un pak ve nezih halkı bu hâdise-i elem ve iftiradan dolayı teessürlerini arz ve müsebiblerine lânet eder ve bugün memletimiz nâmına sürülmesi muhtemel lekenin müsebbiblerinin pek ağır bir surette ve esas mürettip ve müşevviklerinin sehpayı adalette çırpınmaları suretiyle silinmesi Erzurumluların en samimi nuhbe-i âmâli olduğunu arz eyleriz (Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri,s. 157)

Sonuç olarak hiç kimse sadece şapka giymediği için idam edilmemiştir. idam edilenler, şapka giymemek suçundan değil devlete ve rejime isyan etmek suçundan idam edilmişlerdir.

TIBBIYELi HiKMET

https://tibbiyelihikmet.w...di-yalani/comment-page-1/