bugün

Yaşamımın her anında beni bırakmayan illettir. Her zaman en hassas olduğum noktalarda çelme takar bana. En önemli dönüm noktalarımda bana bir şey yapar ve ben o dönemeci dönemem.
sigara içemeden sahur selasına yakalanmaktır.
Bursaya okumaya gitmek, yil içinde bursa galatasaray macini izlemeye stada gidecegini dusunmek ama henuz bursaya gitmeden, ligin ilk macinin bursada galatasarayla olması.
gökten kar yağarken size taş düşmesi sırsında taşın sizi ıskalayarak yere düşüp yerden sıçraması ile omzunuza gelmesi durumu.
Bugün birkez daha vurdum sansizligin dibine!
Alt tarafı sunumu worde geçirmek için okuldaki bozuk bilgisayarlara sürekli denk gelmektir.
yanlış insanlara yanlış umutlar beslemek. *
Fakir doğmaktır.

Şimdi boğaza karşı kahvaltı yapmak varken düşünsene yapamıyorsun.
Bir türlü yakamı bırakmayandır.
budur.

görsel
Insanin sosyal hayatta konum edinmesi, pozisyon belirlemesi 3 kavramla izah edilebilir: itibar, Şöhret, haysiyet.. itibari Saygin çevreler, şöhreti halk kitleleri verir. Yani başkalarının sizi tanımlamaları ve size bir tanım bicmeleriyle gerceklesebilecek makamlardir. Dolayısıyla başkasının verdiği ve verdiği gibi alabileceği şeyler olduğu için sahipleri açısından şanssız bir durumdur. Oysa haysiyet, kişinin kendini tanımasıyla vuku bulduğu için süreç değil bir hal biçimidir. Kimse vermediği için kimse de alamaz.o varsa eğer hep olduğu yerde kalır.
artık benimle bütünleşmiş olan durumdur.
görsel
elimin ayarını ya
görsel
Şans seviyem (temsili)
Tee yazdan arkadaşlarla birlikte finallerin bitiminin ertesi gününe uçak bileti almıştık.
1. Bileti acenteden aldığım için 120₺ kazıklandım. Neyse artık dedim geçtim.
2. Final tarihleri açıklandı. Normalde 4 ocakta bitmesi gereken sınav dönemi tüm fakültede 30 aralıkta biterken bizim dönemde 5 ocakta bitti.
3. 5 ocakta iki sınavım vardı ve ben bileti kampanyadan aldığım için iptal durumu vs olamadı. Kafadan büte kaldı o dersler.
4. (Bence en kötüsü bu) sabah kalkıp sabihaya gittik. Tüm bu zamana kadar hiç heyecanlanmamışken içeriye girdiğimizde üçümüzün gözünde bir pırıltı oluştu "lağğğn gidiyoruz" falan durumları yani. Ama çok geçmedi inanın. Hepi topu belki 5 dk ancadır. Sonra arkadaş uçuşun ertelendiğini bildirdi. Yani bugün hem sınavlara giremedim hem de uçamadım.
BONUS: ertelenen uçuş yarın yapılacak kısmetse ama Bosna'daki hava koşullarından dolayı istenilen günde geri dönemeyebilirmişiz istanbul'a. Yani bütün de güme gitme riski vardı. Bu sebeple para iadesi talep edip tıpış tıpış dağıldık. Şimdi yaşasın bütlere çalışmak!!
yakamı bırakmayan illet.okulu biteremedim geçen sene ailevi durumlar vs derken olmadı ; mezun olamamama rağmen iş buldum .elektrik - elektronik mühendisliği okuyorum bu arada.sağolsun firmam kalktı beni bir fabrikada kurulacak atık ısı enerji üretim santralinin projesinin başına koydu.oh dedim valla orkino şansın döndü herhalde maaş az falan ama tecrübe için bulunmayacak şans.6 ay kadar bu tesisin projesini tek başıma yürüttüm hemen hemen.gün geldi işi teslim etmeye yakın içinde bulunduğum fabrikadan iş teklifi aldım ; tabi onlar beni mezun sanıyorlar şu anki maaşımın hemen hemen 4 katını teklif ediyorlar.şanslı olduğu zamanlarda bile şanssızlık peşini bırakmaz mı be insanın.vallahi tükendim...
Milyonlarca yıllık dünya tarihinde, böyle bir yönetim döneminde yaşıyor olmak. Zaten yaşayacağımız bi 60 yıl, o da şanslıysak, sen tut bu zamanda yaşa
Edilen küfürlerin öfkeyi karşılayamadığı durumlara verilen ad.
17 yaşındaydım, inatçıydım isyankardım. öss sınavında ülkenin en iyi üniversitelerin en iyi bölümlerine yerleşmeye yetecek kadar iyi bir derece yapmıştım fakat ailem istanbul'da okumama karşıydı. durumumuz iyiydi. eğer yaşadığım şehrin üniversitesine yerleşirsem 18ime girdiğimde son model bir araba alınacaktı fakat istanbul'u seçersem de eğitim hayatım boyunca hiç bir şekilde maddi yardım görmeyecektim. ailem seçimini yap dedi. yaptım. bu seçimi yapmamda da tek etken de lisedeki sevgilimle kurduğumuz istanbul hayalleriydi. o bana yalan söylemiş, ailesinin baskısıyla son anda izmir'i 1. tercihine yazmış, ve ben sırf onun için istanbul'a gitmişim beş parasız. *

neyse çok detay verdim. 17 yaşındayım, istanbul'dayım, dersler başladı, ben de derslerden sonra bir restoranda işe başladım. garson oldum. hayatımda ilk defa kendi paramı kazanıyorum kendi ayaklarım üzerinde duruyorum çok coolum falan. aldığım maaş da tiplerle beraber fena değil fakat o zamana kadar zenginlik ve şımarıklık içinde geçen hayattan sonra garsonluk yapmak değil de; arkadaşlara garsonluk yapıyorum demek gücüme gidiyor biraz. hem gurur duyuyurorum hem de utanıyorum saçma sapan ergensi bir ruh halindeyim. aileme de söylemiyorum zaten ne iş yaptığımı.

restorana devamlı gelen bir müşteri var 40-45 yaşlarında bir abi. bir dış ticaret firmasının sahibiymiş. haftada 2-3 kez iş çıkışında gelir yemeğini yer kendi başına, çıkıp giderdi. iyi de bahşiş bırakırdı. mutsuz bir adamdı bu. yüzü hiç gülmezdi.yalnızdı. neyse.

bir akşam bu yabancı müşterileriyle gelmiş mekana. müşterileri için ingilizce menü istedi, olmadığını fakat tercüme edebileceğimi söyledim. adam inanamadı. zaten çocuk gibi bir tipim var falan yaşım 14-15 anca gösteriyor adam inanamadı ingilizce konuştuğuma. müşteriler avusturyalıymış, bunlara bir de almanca "iyi akşamlar", "hoşgeldiniz" falan ufak tefek bir kaç kelime daha söyledim, adam dedi ki, "ya sen bu yaşta 2 tane yabancı dille burada garsonluk mu yapıyorsun? gel dedi benim şirkette sana iş vereyim, dış ticaret yap bizim için, yabancı dillerini buralarda heba etme. çalışma saatlerini ayarlarız" vs falan ben uçuyorum sevinçten, iş teklifi almışım. dedim tamamdır konuşalım görüşelim, telefon numaramı istedi verdim. bir ara iş görüşmesi için beni arayacak. o şirkette çalışacağım artık profesyonel bir işim ve maaşım olacak, beni istanbul'da aç bırakan babama baaaaaaak nolduuuuuuuu diyeceğim heyecandan ölüyorum.

adamdan 3-4 hafta ses çıkmadı. restorana da gelmedi. ben devamlı bir beklenti içindeyim dış ticaret firmasında çalışacağım vs diye ama arayan soran yok. tam umudu kesmiştim ki aradı bu. dedi ki iş çıkışı beni ara sana bizim ofisi tarif edeceğim oraya gel bize eleman lazım. uçtum havalara. yalnız ben işten 24.00 da çıkıyorum. ofis o saatte hala açık mı ki? dedim içimden sonra ya adamlar avusturalya'ya falan da iş yapıyorlarsa saat farkından dolayı gece de çalışıyorlardır belki; hem dış ticaret yapan bir firmada çalışmak istiyorum hem de yurtdışıyla iş yapan insanların çalışma saatleriyle ilgili bi bok bilmiyorum ne kadar aptalım ben yaaaaa.
her ihtimale karşı patrondan izin istedim saat 23.00 gibi çıktım erkenden görüşmeye gitmek için. aradım abiyi, dedim abi benim işim bitti nereye geleyim. dedi ki, bekle ben de şimdi çıkıyordum unutmuşum görüşeceğimizi, arabayla alayım seni başka bir yerde birşeyler içeriz. tamam abi dedim. tarif ettiği yerde bekledim, bir tane mercedes s350 l durdu önümde. "oha" dedim "arabaya bak, bu adam bu kadar zenginmiymiş ya" dedim. bin arabaya dedi bindim. saf saf arabayı inceliyorum ben, son model araba s350. klimayı açmış sonuna kadar, içerisi buz gibi donuyorum. bana sıradan sorular sordu yol boyunca, nerelisin, annen baban ne iş yapar, ne okuyorsun, mezun olunca ne yapacaksın falan. öyle sohbet ediyoruz. bir yandan ben nereye gideceğimizi merak ediyorum, birşeyler içecektik. benim için birşeyler çay, kahve en fazla bira falan ama abinin mercedesi olduğu için belki viski falan da içeriz diye seviniyorum bir yandan. 17 yaşındayım, inatçıyım,asiyim ve kendi ayaklarım üzerinde duran bir bireyim artık ben. iş adamlarıyla da viski içebilirim.

hay kafama sıçayım.

mercedes yolda hız yapıyor falan bir yandan hoşuma gidiyor, bir yandan tedirgin olmaya başladım ben. istanbul'u fazla tanımıyorum, araba dolaştıkça dolaşıyor, nereye gidiyoruz da diyemiyorum abiye, iş görüşmesi yapacaz patron adam falan. bir bildiği vardır diye bekliyorum. en son bu sevgilin var mı diye sordu, dedim abi bu sorabilir falan diye kendimi kandırmaya başladım fakat bu pezevenk ne zaman duracak da iş konuşacaz lan dedim kendi kendime ve bu aydınlanmadan sonra birden tavrım değişti. dedim ki, şimdi bırakalım sevgiliyi falan da bir yerde oturmayacak mıydık. dedi ki, yahu otururuz bir yerde sen niye canını sıkıyorsun ki - canım benim-. canım benim? derken? dedim içimden, dışa ses veremedim. 17 yaşındayım, inatçıyım asiyim fakat daha önce hiç 40 yaşındaki bir abi bana canım benim demediği için birden nutkum tutuldu, sesim kısıldı falan. korkmaya mı başladım bilmiyorum. en son vatan caddesi'ndeki emniyet müdürlüğünün önünden topkapı istikametine gittiğimizi farkettikten sonra dedim bir şeyler oluyor bu arabada, ne işimiz var buralarda bizim şuan taksim, nişantaşı'nda falan olmamız lazım diyerek geziyoruz kafamda deli sorular.

bu pezevenk işte tam o topkapıya giderkenki surların orda, vites topuzundaki elini önce bacağıma attı. dedim heralde çarptı falan hala konduramıyorum, sonra birden elimi tuttu. birden nefessiz kaldım, şoka girdim resmen, hiç beklemiyorum böyle birşey. sonra vites topuzunda elimin üzerine kendi elini koyarak "tenlerimiz uyuşuyor aslında değil mi?" şeklinde bir soru sordu, ağzına götürdü, öptü elimi ve ben sonunda kendime geldim.

adama bir yumruk çıkardım, ana avrat sövdüm. "çek lan kenara sapık o..ç.. öldürürüm seni" dedim. panik oldu bu, "dur tamam sakin ol, yanlış anladın" vs vs vs. ezilip büzüldü. "bak çekmezsen ben çekerim arabayı kenara" dedim, saldırdım üzerine tuttum direksiyonu sağa çektim, frene bastı bu. durduk. nasıl araçtan indiğimi hatırlamıyorum.

o gece eve nasıl döndüğümü de hatırlamıyorum fakat o adamın yüzünü, o elimi tutup vites topunun üzerine kendi elini koyup gözümün içine bakarak "tenlerimiz de uyuşuyormuş aslında bak" cümlesi hayatım boyunca unutamadım. 5 sene boyunca adamın telefon numarasını silmedim telefondan. birgün cezasını vereceğim diye yemin ettim kendime. sonra bir gün sokak ortasında gasp edildim telefonum çalındı, adamın numarasının yazılı olduğu giden mesaj taslaklarındaki kontak bilgilerini kaybettim de belki de katil olmaktan öyle kurtuldum. allah razı olsun o gaspçı tinerci bebelerden.

o gün belki de 150-160 km hızla giden araçtan kapıyı açıp atlayarak ölebilirdim. veya direksiyonu sağa kırdığımda arkadan gelen bir kamyon araca çarpabilir ve ben ölebilirdim. veya o an sesimi o denli yüksek çıkarmasaydım, adama yumruk çıkarmasaydım cesedimi şuan halen surlarda gömülü olabilirdi. bilmiyorum artık.

şimdi bazı tipler diyor ya "ya o kız üç erkeği tahrik ettiyse". "kadının hiç mi suçu yok", "dekolte giyiyorlar" "tahrik ediyorlar" "dişi köpek kuyruk sallamazsa erkek bir şey yapmaz" falan diyor ya, 3 gündür cinsiyetçi küfür etmemeye yemin etmeseydim ben onlara diyeceğimi biliyordum bu yayvan ağızlarına paralel sıçtığımın dangoz beyinli bok lalelerine.
Geçen oto sanayide nikelajciya ugradim. Araçtaki suzuki nin S si dustugu icin krom nikelajli S harfi alacaktim. Adam kutuyu acti tek tek tum harfleri cikariyor ariyor tariyor yok. X var w var ş bile var ama s yok. Adam abi Ş nin kuyrugunu kessek olmazmi dedi? Neyseki 20 dakkalik ugras sonunda karton kutunun tabandaki kapaginin arasinda s yi buldu. Sanssizlik boyle bir sey.
15 aylık bebeğimi bakıcıya bırakıp okula gideceğim. para çekmem lazım. halkbank bankamatiği var yol kenarında. tam bankamatiğin önü boş. oğlumu görebilecek şekilde park ediyorum. kapıları kitliyorum. o sırada 17-18 yaşlarında bir genç bankamatiğe doğru geliyor ve benden önce kartını bankamatiğe yöneltiyor. ben ise öğretmen bir baba olmanın da verdiği müthiş bir öz güvenle kendimden emin bir şekilde " dostum bana bir iyilik yapar mısın? arabada bebeğim var. sıranı bana verir misin?"diyorum. beklenildiği gibi "tabi abi ne demek " diyor. kartı takıyorum. atm kartı yutuyor.
Bu çağda doğmak. Allah kahretsin her şeyin sığ yaşandığı bir dünyaya denk geldik.
işiniz şansa kaldı mı o işin istenilen gibi olmayacağını bildiren durumdur.
sözlükte bile ne kadar şanssız olduğumu fark ettim. kimi takip etsem sözlüğü bıraktı.
özledik be metrobuste yer kapan muhendis...
askerlik yaparak geçen kış sonrası yazın deniz, bisiklet turu, kamp hayalleriyle yanıp tutusurken bi anlık sinirle duvara yumruk atıp sağ elini kırmak. bu mallıktı gerçi sanssızlık diil. yanlıs başlıga yazdık:/