bugün

yazı tamamen taslaktır her an her şey değişebilir. tematik modda yazılıyor.
Tanım: andante müzikte ağır tempoda anlamındadır. ölüm ağır ağır, yavaşça buradadır.

--------- Ölüm andante ------------

bazı şeyler sadece kötüye gider iyiye giderken bile daha kötüye.
size bildiklerimi anlatmaktan fazlasını vadetmiyorum. olaylar bana nasıl ulaştıysa tam olarak olduğu biçimde tam olarak yaşadıkları gibi..

işte buradayım.
havuz kenarında şakalaşan tatilciler, çimenlerin üstüne yayılmış üç beş mezuniyet balosu öğrencisi ve başka pek çok gelecek ile ilgili umutları olan insan sesi birbirine ve en sonunda da otel niagara şelalesi dibine yapılmış izlenimi verilsin diye oluşturulmuş su sesine karışıp açık balkon kapısından bana kadar geliyor.

her şey çok uzakta,
her şey yarın kadar uzakta ve ben buradayım.

"baban seni seviyor oğlum... hem de çok"

işte ölüyorum.
ben, küvet ve kesik bileklerim. allah kahretsin!

oysa hep ölümümün şiirsel, destansı şöyle geriye dönüp baktığımda işte bir erkek böyle ölmeli diyeceğim türden bir ölüm olacağını düşünürdüm.
yağmurlu bir gecede göğsümden vurulmuş olmalıydım. polis gelip etrafıma sarı şerit çekmeden, üstümü örtmeden önce kollarım ve bacaklarım yarım açık upuzun yatarken ben hissetmesem bile yağmur yüzüme yağardı.
Üstümdeki kıyafetler hangi renkte olursa olsun sırılsıklamken siyahmış gibi görünürdü ve mutlaka titrek bir sokak lambası yüzümü aydınlatırdı. kanım önce yağmurla birlikte etrafımda göllenirdi sonra bir yol bulup benden uzağa akmaya başlardı.
insan daha başka ne isteyebilir ki...

oysa şu halime bakın!

"hadi oğlum içeri gir üşüteceksin"
yağmur yağarken üşümeyi seviyorum anne.

size yeterince uzakta olan her şey mutlulukla ilgiliymiş gibi gelir.

bu bir tatbikat değil, bu bir tv şovu değil.
bu insanın küçükken kiminle evleneceğini merak etmesi gibi, nasılını merak edeceğiniz o garip zaman dilimi; ölüyorum.
evet belki teknik olarak ve yeterince geniş bir zaman süreci içinde hepimiz ölüyoruz ama demek istediğim benim ki biraz daha hızlı.
bileğimdeki kesikten kanım içine otel tipi küçük hermes parfümler, banyo köpüğü, şampuanlar ve suyla doldurulmuş küvete boşalıyor.

"oğlum yapma canını acıtacaksın"

kanım küvetin uzak noktalarına doğru yayılırken bir an için "bu difüzyon" diye düşünüyorum. biyoloji derslerinin hayatta karşılığı olmadığını düşünenler bileğinizi kesin.

neden küvette intihar etmeniz gerektiğini bilmiyorsanız: vazodilatasyon sizin için doğru kelime.

daha fazlasını hak edecek çok şey yapmış olmama rağmen parmağımla çay karıştırır gibi kanımı karıştırırken acaba erken mi diye düşünüyorum. gerçekten bütün olanlar benim suçum muydu?
insan ölürken hayatının film şeridi gibi gözünün önünden geçtiğini söylüyorlar. başrolünde sizin olduğunuz sıkıcı bir film gibi ya da figüranı olduğunuz.

bu hikayeyi ve her şeyi anlatmam için önce mesut gülmez'i tanımanız gerekir.
ömrümün sonuna kadar vaktim var, buradayım. Bir delinin son sözleri ilginizi çekmiyorsa, kendinizi çok akıllı buluyorsanız, şimdi buradan çıkın ve tekrar geri dönmeyin.
Anlatacaklarım delilik içerir.

mesut gülmez ve ben bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesinin aynı dönem mezunlarıyız.

onu ilk gördüğümde servisteki hemşireye koridorun ortasında zıplayıp, kıyafetlerini çekiştirerek ağzına geleni söylüyordu.
o kadar inanarak bağırıyordu ki söylediklerini dün gibi hatırlıyorum.
"ben hayatım boyunca ağladım" diyordu
"sen zor iş görmemişsin" diyordu
"ben senin gibi yüzlercesini çalıştırdım kadın" diyordu
evet. gerçekten görseniz delirdiğini düşünürdünüz.

mesut gülmez i nasıl anlatırsınız diye sorsalar "o istediği şeyi istediği zaman söyler, bitirir ve sözünü bıçak gibi keserdi" derdim. hayatıyla ilgili anlatmak istediklerini yüksek sesle sanki bir atasözüymüş gibi söyler ve susardı.

"35 yaşıma kadar hiç bir işte 6 aydan çok çalışmadım." sessizlik.
böyle söyleyince bütün bu şeylerin onun prensibi olduğunu düşünürdünüz. sanki hiç bir şeye bağlanmak istemiyormuş gibi düşünürdünüz.
sanki her iş ile ilgili tecrübe edinmek istiyormuş gibi düşünürdünüz.
gerçi bahçedeki adam heykeli dışında bu hastanede düşünen biri olduğunu söylemek zordu ama anladınız.

o konuşmaya başladığında sanırım sesinin tonu ve yüksekliği sebebiyle bir an için herkes bütün dikkatini ona verir, cümlesi bittiğinde o ana kadar nasıl bir deliyse o deliliğine devam ederdi.

aspirin kanınızı sulandırır, pıhtılaşmayı durdurur ve kazara birinin sizi kurtarıp kahraman olmasını engeller.

yıllar sonra geri dönüp bakınca hayatınızın bazı günleri farklı anlamlar kazanır.
o günleri biliyorsunuz: eşinizle birlikte bir memurun sorusuna "evet" dediğiniz o günü düşünün, hatta ilk "birlikte bir çay içelim mi?" sorusuna "olur" dediğiniz o günü.
gittikçe daha boktan olacak geriye kalan hayatınızın o lanet olası ilk günü.
her şey gibi bunu da mesut gülmez'den öğrendim.

o hastaneye girdiğim ve mesut gülmez'i gördüğüm o ilk gün "bugün geriye kalan hayatımın ilk günü" demem gereken gündü.
keşke onu hiç görmeseydim,
keşke manyağın teki deyip geçseydim.
keşke o kadar delirecek bir şey olmasaydı.

epinefrin kalp atım hızınızı artırır damarlarınızı genişletir ve kanınızın çok daha hızlı bir şekilde boşalmasına yardımcı olur.
sıcak su, aspirin, epinefrin ve bütün mücadelemin sonunda hak ettiğim her şeyin kötüye daha sonra daha da kötüye gidişi.

halbuki gerçekten ölümü hak edecek bir şey yapsaydım. eften püften bir davaya ihanet etseydim. mahkeme beni ölüme mahkum etseydi. bir meydana kurulmuş idam sahnesine gururla çıksaydım, binlerce insan benim nasıl öleceğimi görmek için toplansaydı.
cellat kafamı vücudumdan büyük bir kılıçla ayırsaydı. son isteğim olarak herkese başımı göstermesini isteseydim ve deseydi ki : bu kafaya iyi bakın çünkü o görülmeye değer bir kafadır.

mesut gülmez'in geriye kalan hayatımın ilk günü dediği gün tanımadığı birinin cenaze ile karşılaştığı gündü.
ve sessizlik.

mesut gülmez o gün adını ne koyarsanız koyun, ne kadar zorlarsanız zorlayın güzelleştirmekte zorlanacağınız işlerden birinden daha ayrılıyor.
son iki aydır süpermarketlerde gördüğünüz çocukları eğlendirmek içine girdiği büyük çizgi film karakterlerinden birine daha hayat veriyordu, her gün sevimli olması gereken bir şeylerin kılığına giriyordu.
mesut gülmez boyunda miki fare,
başka bir gün sanırım sarı, gagası olduğu için kuş olması gereken dev bir şeydi ve herkes için eğlenceli olması gerekiyordu.

mesut gülmez "kadınlar için bilmedikleri sürece çocuklarının kime sarıldığının bir önemi yoktu" diyor. "sıcak, kaşınma ve kaçıncı kere giyilmek ve aynı yere nefes vermekten oluşan koku dışında güzeldi" diyor. mesut "bazen beni gerçekten gördüklerini.. yani beni sevdiklerini düşünüyordum" diyor.

"aktivite görevlisi olarak çok da mutsuz sayılmazdım" diyor.

sihirli kelime gerektiği kadar..
insanlara ancak gerektiği kadar samimi davranmalısınız. gerektiği kadar sevmeli ve gerektiği kadar sarılmalısınız.
çünkü patronum beni kovmadan önce en son bunu böyle söyledi.

mesut gülmez o gün yani çubuklu şeker dağıtan köpek olduğu gün çocuklara gereğinden fazla sarıldığı işten kovuluyor.
anneleri şikayet ediyor falan.

mesut gülmez saatlerce şehirde yürüyor. yürüyor taki o cami avlusundaki cenazeyi görene kadar. mesut gülmez "bir şeyler beni ona doğru çekti ne bilmiyorum" diyor. cenazenin başında duruyor ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor. göz yaşları sümüklerine karışarak dakikalarca ağlıyor.
cenaze sahiplerinden biri yanına yaklaşıyor ve çok yakındınız sanırım. ben oğluyum diyor. mesut başını hayır anlamında sallıyor burnunu çekerek. tabuta kapanıp kendisini tamamen bırakıyor göz yaşları ve sümüğünü tabuta silerek doğruluyor bir süre sonra ve geri kalanını koluna silerek yavaş adımlarla cami avlusunun çıkışına doğru yürümeye başlıyor.

arkasından hızla yaklaşan adımlar mesut gülmez'e afedersiniz diyor. sizi az önce cenaze başında ağlarken gördüm tanımıyormuşsunuz da sanırım.
mesut sadece adama bakıyor. adamın paltosunun sıcak tutup tutmadığı aklından geçiyor.
adam yanlış anlamayın ama babam ölüm döşeğinde günleri sayılı.. yani iyi adamdır aslında ama pek seveni de yoktur. yani nasıl desem ardından ağlayacak birileri olsa iyi olurdu. acaba diyorum siz babamın cenazesinde de böyle ağlayabilir misiniz?
mesut gülmez adamın söylediklerini anlamaya çalışıyor.
lütfen diyor parası neyse veririm. çok para veririm.
mesut gülmez "ağlamamı mı istiyorsunuz diyor.

evet diyor adam hem belki bir iki kişi daha olsa sizin gibi iyi olurdu.

mesut gülmez bir kaç gün sonra bu adamın babasının cenazesinde iki arkadaşıyla birlikte çılgınlar gibi ağlıyorlar.

bir kaç gün sonra bir telefon üzerine farklı bir yas törenine ve bir kaç hafta sonrasında iki yurt dışı uçuşa birilerini yolcu ediyorlar.

not: tematik modda hikayenin taslağı yazılıyor denk gelenlere diyeceğim o ki uzaklaşın ağır düzlük içerir.