bugün

ünlü portekiz yazar jose saramago'nun kayıp kitabıdır.

jose saramago’nun ilk kitabı “çatıdaki pencere”, zaman içinde kayboldu, sonra bulundu ama saramago kitabın yayınlanması için asla ikna olmadı taa ki “ben öldükten sonra ne yaparsanız yapın” sözünden sonra…

eğer jose saramago’yla hiç tanışmadıysanız diğer eserlerinden dilediğinizi seçip okuduktan sonra bu kitabı okumanızı tavsiye ederim; onu tamamıyla tanıyan biriyseniz söylememe gerek yok artık siz bir saramago tutkunusunuz ve koleksiyonunuzu tamamlamak için acele edin.

http://www.soykudergi.com/2012/10/catidaki-pencere/
'zaman içinde kaybolan ve bulunan kitap'... öyle tanımlıyor josé saramago nun eşi pilar del rio bu kitabı. saramago nun 1940-50'li yıllarda yazdığı ve çok sonraları okuyucuyla buluşan ilk romanı.

pilar ın önsözde anlattıklarına göre, josé yirmili yaşların sonlarına doğru bu kitabı yazıp bir yayınevine gönderiyor basılması için. ama gidiş o gidiş... josé umutlarını saklayadursun, yayınevi kitabı basmayacağına dair red cevabını bile ulaştırmıyor yazara. ( buna hukuk dilinde zımni red diyoruz ya, neyse. umut fakirin ekmeğidir ne de olsa). belli ki yayınevinin bu sorumsuzluğu josé ye çok dokunuyor ve aradan yirmi yıl geçtikten sonra ancak bir şiir kitabı çıkarıyor . ve ardından dur durak bilmeden onlarca eser veren josé artık dünyaca ünlü bir yazardır, ki 98'de aldığı nobel ödülüyle bunu tescil ettiriyor isveç akademisinde .

sonra günlerden bir gün yayınevi saramago yu arayıp kitap arşivlerini başka yere taşırken, kendilerine vakti zamanında gönderdikleri bir kitabın taslağını bulduklarını ve izinleri olursa basmak istediklerini söylüyorlar. ( buna da yeşilçam dilinde, bir zamanlar istanbulun fakirliğinden ötürü horladığı bonus kafalı inşaat işçisi iboya günü geldiğinde ibrahim bey demek zorunda kalması denir). büyük bir nezaketle teşekkür edip bu isteği geri çeviriyor onurlu ve gururlu monsieur saramago. gidip kitabını alıp dönüyor. yaşamında basılmasına izin vermiyor.(acep neden?) biz saramago okurları böylelikle sevgili yazarımızın ölümünü kollamak zorunda kalıyoruz bu esrarengiz kitapla tanışmak için.

ta ki josé saramago 'hakkın rahmetine kavuşur ' ve eşi pilar gözden geçirip bastırır kitabı. sağolsun bir yazı da kaleme alıp kitabın önsözüne koyar.tabi başta diğer bütün faktörlerin yanında ayrıca çok romantik de geliyor. sophie, kocası tolstoy'un yazdıklarını temize çekmiş ve biz bunu yüzyıl sonra hala konuşuyorsak, pilar ın yaptığı da azımsanacak bir iş değil. ölen kocasının kutsal davasını sürdürüyor işte. ohh tanrım, sadece bu olaydan bile çok egzantrik bir roman çıkar. ölümün bile yenemediği bir aşk hikayesi! kitabı alacak yayınevi de belli: pegasus yayınları... (konu dağılıyor, farkındayım. tamam gevezeliğe son veriyorum. pilar senden de özür diliyorum ilişkinize karıştığım için. bi dahs olmayacak.) ama durun bir dakika ya! kitabı okuyup da bir saat tefekkür ettikten sonra bunun muhtemelen yayınevinin verdiği gazla yazılan bir metin olduğu anlaşılıyor. çünkü bu önsözde pilar kitabı öylesine cilalayıp süslüyor ki sanırsın tanrının gönderdiği kitab-ı mukaddes e saint paul yetkisiyle tanıtım metni yazıyor. neyse bulunduğu konum ve hısım ilişkisi sebebiyle bu subjektif davranışını yadırgamayalım. hem saramago nun mirasının dağıtılacağı birinci zümrede yalnızca pilar hanımın kendisi bulunuyor. e zaten aslan payını yayınevi sahibi kalantorlar alıyor.çok bilinenli menfaat denklemi işte. josé'nin kemiklerine de sızlamak düşer.

her neyse konumuza dönelim. pilar, kitabın çıktığı andan itibaren dünyanın dört bir yanında saramago okurları tarafından üstün bir ilgiyle karşılandığını belirtmiş. murakami abiye ayıp olmasın ama saramago okurları da karda kıyamette kuyruğa girmişler kitabı almak için. bazı uyanıklar yüklüce alıp daha sonra baskılar tükenince karaborsadan beş misli fiyata geçirmişler. (burayı biraz abartmış olabilirim. hüsranıma verin).

ama kazın ayağı hiç de öyle değil be dostlar! yani çok olağanüstü bir durum olmasa gerekti bu. kapağında josé saramago markasının olması ve hemen üstüne de süslü puntolarla 1998 nobel edebiyat ödülü başlığının konulması ( ruhun şad olsun sartre amca! bu ödülü elinin tersiyle itip o akademinin başına çaldın ya artık başımızın tacısın.) kitabı zaten anında best-seller klasmanında zirveye taşır. hele de zamanın içinde kaybolup sonradan bulunması gibi mistik bir olgu varken. yani şunu demeye çalışıyorum. ben bir kitap yazayım ve kendi adımın yerine josé saramago yazayım, akıbet aynı olur. marka değeri diyoruz biz buna. cemaziyülevvelin karşısında derin bir saygıyla eğiliyorum josé. ne hoş bir hatıra bırakmışsın. onu kirletenler utansın, ne diyim..

şimdi beklentiyi muaazzam bir safhaya çıkardın pilarcım. gel gör ki hiç de bu beklentileri karşılayabilecek bir metin değildi elimizdeki. ilk sayfalarından kendini ele veriyordu. saramago gibi bir deha ve mucizevi bir kalemin çıraklık dönemine ait olsa da yazacağı bir roman bazı standartların üzerinde olmalıydı. kalburüstü olmanın sorumluluğu da kalburüstüdür, bizi kandıramazsın sevgili pilar!

kitabın muhteviyatıyla ilgili çok fazla tafsilata girmeyeyim. işte salazar döneminin portekiz inde bir apartmanda bulunan beş altı haneyi ve bu hanelerde ikamet eden insanların hikayeleri romanın konusunu oluşturuyor. sırasıyla bu evlerin içinde yaşananlar anlatılıyor ve dikkat çeken bir özellik, bu insancıklardan biri diğerinden daha önemli veya önemsiz değil. yani filmde esas oğlan yok, herkes figüran. veya hadi şöyle diyelim; herkes başrolde. bir diğer dikkat çekici nokta, herşey bu evlerin içinde dönüyor bir iki istisna dışında. ayrıca işin ilginci bu evlerin birbirleriyle olan münasebetleri istisnalar kaideyi bozmasın ( hangi istisna kaidesini bozacakmış, şaşarım) hemen hemen sıfır seviyesinde. yahu bu portekiz denen yerde komşu ziyareti denen gelenek hiç mi olmaz kardeşim diye soruyorsun kendine. hadi geçtim ziyaret faslını insan ara sıra birbiriyle kavga eder. kavgasız hayat mı olurmuş? son olarak, roman biterken hadi bir şey yaşansın diyorsun, bir şeyler olsun da bari gönül rahatlığıyla anlayalım sona geldiğimizi. ama yok. nuri bilgenin filmleri gibi her bir evde ekran birden sessiz ve sedasız kararıyor.

biraz da romanın üslubuna ve diline değinirsek eğer, cümleler pek yavan be josé! bizi alıştırdığın ve aklımızı başımızdan alan anlatımından eser yok bu kitabında. nuri bilge nin fimlerinde bu kıt sinema bilgimizle olaydan pek bir şeyler çıkaramasak da en azından o kadrajdaki görüntü ve kareografi birazcık ruhumuzu okşuyordu. senin bu kitabında ne ses var ne görüntü.

kitabın ismine hiç laf etmeyeceğim zaten. romanda ne çatıyla ilgili bir şey var ne de pencereyle ilgili. hani illa bi isim koymak gerekiyordu diye diretiyorsan fazla masrafa girmeyip umberto eco gibi una rosa é rosa tarzı birşeyler uydursaydın ya.

eleştiri biraz ağıra kaçıyor farkındayım. josé şimdi mezarında ters dönmüştür. ulan sen de kim oluyorsun diyordur kesin. neyse geçelim buraları, hayranın olduğumu biliyorsun. hatta bakabilirsin(#18897500). anlayacağın ne diyorsam iyiliğin için. yine de affet beni.

ama her şerde de bir hayır yok değildir. şimdi saramago nun bu kitabının zamanında yayınlanmaması ile dünyaca ünlü bir yazar olması arasındaki ilintiyi açıklamaya çalışacağım. ne de olsa tüm olaylar arasında bir sebep-sonuç ilişkisi vardır. koca dünyanın akıl almaz muazzam tarihini bile bu kuyruklu doktrinle açıklıyorsak saramago nun kişisel tarihi bunun yanında ne ki?

ve şimdi şöyle ki, hangi yazardı hatırlamadım şu an ismini (allah nazardan saklasın, ne de sağlam bi referansım varmış!). özetle bunu diyordu, 'genelde ilk yazılanlar yaşanmışlıktan öteye geçmez. bu da sanatın sanat kurallarıyla yapılması gerektiği kaidesine çoğu zaman ters düşer (ne alaka diye sormayın hemen, bağlantıyı ben de çözemedim. fakat nedendir bilinmez bana mantıklı geldi.). onun için bir yazar ilk yazdığı eserini yayınlamadan çöpe atsın. ancak bundan sonra mükemmel eserler verebilir.' kim bilir, geothe'sinden dostoyevski'sine, stendhal'ından da kafka'sına (bu arkadaş biraz abartmış olabilir temizlik harekatını. allahtan vasiyetini yerine getirmeyen vefasız bir arkadaşı var.) bir çok şair ve yazar bu cesareti göstermiştir. allah her kuluna da böyle bir cesareti nasip etmez. görüyorsunuz işte geothe diyoruz, dostoyevski diyoruz, daha neler kimler var listede. tıfıl saramago bunu yapmamış tabi. bu kitabı bitirdiği gibi hemencecik bir yayınevine yollamış. ki basılsaydı, o dönem camus ile sartre ın yörüngesindeki dünya kesinlikle tınlamazdı bile bu ucuz ve pespaye eseri. belki saramago da bu hüsranla değil yirmi yıl, sittim sene başka bir şey yazmayacak ve ömrünün bu şaşaalı günlerini hiç göremeyecekti. ama allah ona da sorumsuz ( insan olumsuz da olsa bari bi cevap verir. böyle editör olmaz olsun!!), pişkin ve bir o kadar da dalkavuk ( iboya ibrahim bey diyen istanbulu hatırlayınız) bir yayınevi bahşetmiş. hiç inanmadığı tanrısının şanslı kuluymuş demek. böylece bu eser deponun bir köşesinde unutularak asıl saramago nun yapması gereken muameleye nail olmuştur. 98 nobel i tesadüfler silsilesine borçludur josé saramago desek, yeri midir acaba?

velhasılı kelam, çatıdaki pencere iyidir, hoş bir kitaptır. ne de olsa josé saramago nun kaleminden çıkmıştır. alıp okuyun..