bugün

efendim bundan baya uzun zaman önce. üniversite yılları. mevsim bahar. şenlikler var.. daha ikinci sınıftayız tabi bu gördüğümüz ikinci şenlik, böyle mal mal gelecek konserlerin listesine bakıyoruz. arkadaşlarla hazırlık yapıyoruz konserlere, bir heyecan falan. gören çıkıp biz söyleyeceğiz sanır o derece. neyse biz konsere hiç çıkmadık sözlük. *
konser var o akşam. Bizse sınıfta hocayı bekliyoruz, sınav yapacak diye. uzaklardan da yavaş yavaş konser hazırlıkları ses düzeninin denenmesi falan duyuluyor. böyle dum tıs sesleri sınıfta yankılandıkça, sınıfça oflayıp pufluyoruz. tam bir sabır denemesi konser süresinde sınav olmak.

hocayı bekliyoruz ama yok. saat tam 7 olmuş. hala yok. neyse sınav zaten 7 deydi. biraz daha bekliyoruz yine yok. yarım saatin ardından sivri zekalıyım ya hemen hocayı aramak geliyor aklıma.

telefon uzun uzun çalıyor bu sefer de açan yok. durun la hocaya bişi oldu heralde diyorum, bir anda sınıfta dedikodu yayılıyor, toplanmışız 40 kişi hocanın telefonu açmasını bekliyoruz, birden uzun denemeler sonrası hoca açıyor telefonu. aman allahım bir gürültü bir kıyamet önce trafik kazası geçirdiğini düşünüyoruz. sonra arkadan gelen sesleri duyunca bi dakka bu mor ve ötesi diyorum.

- alooo hocamm ne iş, sınav falan dedin. geldik yoksun ne ayak diyorum.

attım nan, öle der miyim.

- hocam biz sınıfta sizi bekliyoruz, sınav yapacaktınız diyorum.
+ aaaa evet ya unuttum ben konserdeyim şimdi yarın yapalım diyor.

ama ne demek öyle bağırıyor ki 40 kişi duyuyoruz o derece. tabi adam konserde, trafik kazası falan da yok ortamda. sınıfça başlarım ya uğultuları arasında çıkıyoruz. arkadaşlarla birbirimize bakıyoruz ve ilk olarak ben söylüyorum fikrimi, ben bu gece konsere kalırım hocam, yarın ki sınavdan da kalırsak toptan kalırız zaten, yaz okulu eğlenceli olur diyorum ve kantinin ordan geçiyoruz beraberce.

o zamanlar uludağ üniversitesi mühendislik kantini dendi mi milletin kanı donardı. Cidden donardı, buz gibiydi nan, bir binada ısıtma sistemi olmaz mı, yeminlen yoktu. böle kocaman bir bina. allah belalarını vermesin, buz gibi, mühendislik morgu yazardık kapısına o derece. şimdilerde gördüm iki tane doğalgaz sobası koymuşlar da ortam şenlenmiş. ama çay satışları düştü diyor kantinci. tabi düşer, biz çayı ellerimizi ısıtmak için alıyorduk, hey yavrum hey. millet ısınınca.. * yeni gelenler kantin olduğuna inanmıyor diye kantine gider diye tabelamız bile vardı. neyse efendim çıktık biz kantine gider tabelasından sola saptık, zaten o gün o yol tek yön halini almış. direk şenlik alanına gidiyor. dönenleri dövüyorlar o derece.

yavaş yavaş yürüyoruz arkadaşlarla ortam kalabalık milletin geçmesini bekliyoruz falan. eskiden ziraat bankasının karşısında iş bankası bankamatiği var. işte tam olarak ordan geçerken tepemden bir kedi uçuyor. evet efendim yanlış duymadınız uçuyor.

zaten böyle olaylar hep benim başıma geldiğinden ben garipsemedim de arkadaşlar olay karşısında soğukkanlılıklarını koruyamadılar. oysa ben alışkındım. bana kedinin bile kaçanı değil uçanı denk gelir.

neyse 6 arkadaş uçan kedinin etrafında toplanıyoruz. daha minicik, yeni doğmuş, gözlerini bile açamıyor bırakın yürümeyi. hani vıcık bacım afedersin. böyle sevimli desem sevimli değil, iğrenç desem hiç değil, zaten diyemem panter emel'den korkarım. hani böyle arada bir yaşam formu. henüz o kadar yeni doğmuş bir canlıyla ilk kez karşı karşıya kalmışız. aynı anda kafamızı kaldırdık arkadaşlarla ve uçtuğu yere bakıyoruz.

bankamatiğin üzerinde bir anne kedi ve yanında birkaç böyle sesleri bile zor çıkan küçük kediler. tabi biz sadece anne kedinin kafayı görüyoruz o yükseklikten.

- aa yavrusunu düşürdü salak diyorum ben.

arkadaşlara dönüp yerine koyalım, chok sheker ya bile demiş olabilirim.
yavru kediyi eline alma görevini grubun en uzun boylusu ve profesyonel basketbol oyuncusuna veriyoruz. o da pervaza çıkıp kediyi yerine koyuyor.

böyle sanki ilk çocuğunu kendi elleriyle annesine teslim etmiş bir baba edasıyla bize dönüp tamamdır diyor. 6 sevgi pıtırcığı yaptığımız işin verdiği hazla arkamızı dönüp sesin geldiği yola doğru gidiyoruz. daha birkaç adım atmışken pat diye bir ses duyuluyor ortamdan.

kahretsin ki onca gürültüye rağmen duyuyoruz bu sesi. yabancı bir ses değil. bizim uçan kedinin sesi. ama biz arkamıza bakmaya korkuyoruz. Hayır o yükseklikten düşüp canlı kalan nadir hayvanlardan biri olacak zavallı.

neyse efendim onu orada yüz üstü bırakamıyoruz tabi. tekrar yanına gidip önce kediye sonra zavallı kediyi iki metre yükseklikten atan annesine tekrar bakıyoruz. şerefsiz nasıl da böyle pis pis göz gezdiriyor bize.

yok diyorum arkadaşlara bu kadın bu bebeği kabul edecek, tekrar koyalım. arkadaş yine kediyi alıp koyuyor yerine. mühendis adamım tabi, olaya çözüm bulucam ya, etrafta bakınıp bir karton buluyorum. kedinin yavrusunu attığı oluğun başını bir güzel kapattıyorum.

tabi mühendis dediği kurduğu sistemi bir süre izler. oturuyoruz arkadaşlarla mor ve ötesi cambaz'ı söylerken pis pis kediye bakıyoruz. neyse diyorum heralde anladı hatasını. o yükseltiye çıkıp diyorum bana bak kedi, madem doğurdun bakacaksın. cennet anaların ayakları altındadır. zaten içine ettin bizim konserin. alırım ayağımın altına.

hani konser berbat geçmekte, o gün sınav falan olmamış, bizim nankör kedi de yavruyu kabul etmiyor. günün siniri üstümde ya gidip kediye patlıyorum. arkadaşlar hayretler içinde beni seyrediyorlar.

neyse kedi böyle bi sindi bi sindi. tamam nan yalan söledim. ne anlayacak bön bön bakıyor. o değil de kediyle kafam aynı hizada bir de kaldırdı ön patisini hırlamıyor mu, yok yani korktuğumdan değil zaten bi kavga çıksa biz daha kalabalığız. paramparça ederiz alimallah da sonra üçüncü sayfa haberlerinde elektronikte okuyan bir grup genç satanist ayinlerini uludağ üniversitesinde yaptılar dedirttirmek istemiyoruz. heralde ne sandın.

neyse kedi öyle yapınca bana bak aslanım, önce indir bi şu elini dedim. baktım indirmeyecek, hemen olay mahalinden uzaklaştık.

bizim dışlanan kediye gelince bir ay sonra gördük kendisini, anası oluğun diğer ucundan atmış öyle dedi. zaten benim de aklıma bu ihtimal gelmişti de daha fazla karton bulamamıştık. öğüt verdim kendisine, kendini hazır hissetmedikçe... doğru insan, doğru zaman geyikleri yaptım ama anlamamış.

geçende gördüm karnı burnunda dolanıyordu, dedim daha senin yaşın kaç, başın kaç, boyun kaç, bu aşk sana extra large.

git be manyak, biz mutluyuz dedi. en ağırıma da giden bu oldu sözlük. *

dip not: o dersten geçen sadece ben oldum. arkadaşlar yaz okulunda pek eğlenmemişler öyle söylediler, bunu haftanın iki günü sabahın köründen akşama kadar süren ders esnasında telefonla sürekli uyandırmaları ve attığı mesajlarla da sık sık ifade ettiler. *
eğer yeni doğanlar bir insan tarafından ellenmişse, okşanmış ve taşınmışsa anne kedi yavruyu reddeder.
kediler özellikle yakını hiç göremezler, bu yüzden yavrularını asla tipinden tanıyamazlar, sadece kokularını bilirler.
bir insan veya başka bir hayvan yavruyla oynarsa, anne kedi onun kendi yavrusu olduğu anlamaz ve diğerleri gibi bakmaz.
ancak kedi sizi yıllardır tanıyorsa, sizin kokunuza çok alışıksa böyle bir durum gerçekleşmez.
kabullenmiyor ne kelime vahşice yiyorlar yavrularını.