bugün

Loş bir uzun hava seriliyor genzimden, sessizliğime doğru.. aksak bir ritm sarkıyor beynimden, dünyama.. sen bilmezsin, sürgünde olsa da, yağmur yakışıyor aslında Istanbul’a.. bildiğin tüm renkleri unut, sevdiğin her sözü kaldır dudağından.. akışına bırak gözlerini.. sonra bak, nasıl da gelip bulacak beni: uzanmışken bir caminin avlusuna.. yine yağmur kokarken ezan, içki dolu bedenimi yıkayacaklar günün birinde bu taşın sırtında.. ve biliyorum gözlerin gelip bulacak beni..

öleceğiz sevgilim.. sevgimizden önce öleceğiz üstelik.. içimize oturacak yokluk.. ekmek kırıntısı gibi bir burukluk.. kötü hiç bir şey gelmeyecek aklımıza.. sadece dudak kenarında uysal bir kaç anı ve biraz da çocukluk.. ve öyle eminim ki; ikimiz de dalga geçeceğiz ölümle.. koşacağız kabrimize.. sarılacağız toprağa.. öpeceğiz karanlığı doya doya.. neden bilmem.. ikimiz de ısınamadık hayata..

yuvarlak hatların var senin, 360 tane köşesi olan.. üstünde devindiğim kederin, ezip geçtiğin düşlerim, söz kurusu lafların var.. çikolata kokan rüyalar var sonra, vanilyalı sabahlar, karamelize öğleden sonraları, rakı masasında söndürdüğümüz sabahlar.. senin bana rağmen bir yüzün var; kefenim gibi sabun kokan.. her şerde bir hayır var derler; benim şerrimde senin hayratın var.. dokun nabzıma.. dokun da dinsin sızım.. kimsenin olmadığı bir gün gel mezarıma.. gel ki şenlensin toprağım..

belki de dünya dönmüyordur sevgilim.. biz koşuşturuyoruzdur bu anakarada.. belki de güneş batmıyordur, sırtımızı dönüyoruzdur biz ona.. düşünsene, kış geldiğinde nasıl da oynuyorlar saatlerimizle.. her yıl, birer saat nasıl da geri alıyorlar hatıralarımızı.. üstelik resmi gazetede yayınlanıyor bu kepazelik; tıp kı diğer aşşağılık kanunlar gibi.. ve her yaz biraz daha yanmak için bir saat yaklaştırıyorlar bizi geleceğe.. belki de dönmüyordur dünya.. dönen sadece resmi gazetedeki haberler, ölen gençler, unutulan çocuklar, verilen sözler, sövdüğümüz kapitalist yüzlerdir.. kim demiş değişmeyen tek şey değişimin kendisidir diye.. dünya olduğundan beri değişmiş mi doğan, büyüyen, yaşlanan, ölen? değişen tek şey teferruattır sevgilim, değişmeyen hep mevzuattadır.. sen yine de gel mezarıma.. bizim sadık yarimiz, kara topraktır..

ne diyordum sahi ben? bir anda resmi gazete buldum kendimi.. loş bir rengin var senin.. tüm aydınlıklara ilham veren.. yuvarlak hatların var senin.. 360 tane köşesi olan.. ölmek ne garip şey.. insanlar bu kadar hızlı dönerken, suçu değişime atmak ne tuhaf şey.. yaşamak ne ilginç bir olay.. nefes alıp vermek ne kadar mucizevi.. düşünsene 80 yıl boyunca alıp verdiğin nefesi, bir gün genzinde yontacak tanrı.. ne demiş Neşat Baba:

sen ağladın canım..

ben ise yandım..

dünyayı gönlümce olacak sandım..

boş yere aldandım..

boş yere kandım..

rengi gönlümde,

solan dünyada..

öldüm ben sevgilim.. kefenime sığamadım.. üşüyor ayaklarım.. kimse yokken gel sen.. avcunu sür toprağıma.. de ki: “ulan adam, seni ne sevdim..” inlesin toprak.. yağsın yağmur.. sen bilmezsin, yağmurun ana vatanı Van’dır.. inlesin kemiklerim.. sen bilmezsin, bedenim; iliğine kadar sana aşıktır..
ders çalışmadığında öğretmenin sözlüye kaldırması gibi birşeydir.
Şemsiyenin göte girme sebebi ile oluşan durumdur.
güncel Önemli Başlıklar