bugün

düşündüm de bugüne kadar yazım kurallarını bilmediği ve yazarken olmayacak hatalar yaptığı için durmadan eleştirilen insanlar (bence eleştirilmeleri de gerekiyor zaten.) aslında biraz da geçmişte, ona öğretilecek olan şeyi neden öğrenmesi gerektiği konusunda aydınlatılmadığı hatta onu öğrenmesi gerektiğine ikna edilemediği için bugün bu durumdalar.

yani sorun şu: eğitimci, karşısındakinin en temel çatışmasının "bunu neden öğrenmeliyim?" sorusu olduğunun bilincinde değil. bu konuya değinme gereksinimi bile duymuyor. doğal olarak da alıcı, alması istenen şeyin kendisi için gerekli olduğunu düşünmüyor ve ileti, bir kulağından girip öbür kulağından çıkıp gidiyor.

yazım hatası yapan insanların eleştirilmesi gerekiyor ifademi de açmak istiyorum. belirli bir yaşa kadar müsamaha gösterilebilecek bir konu olmasına rağmen, belirli bir yaştan sonra ve özellikle birçok imkana sahip olduğu halde bunları öğrenmeyen insanların eleştirilmesinden daha doğal bir şey olamaz.

geçmişte öğrenemedin mi? yarım saat bilgisayarda oyun oynama, dilinin nasıl yazıldığına göz gezdir. yarım saat film izleme, müzik dinleme bunu yap. yarım saati uykundan ver yine yap. imkansız bir şey değil çünkü. aklı, mantığı, kitabı, bilgisayarı, kalemi, kağıdı olup da 30-40 yaşında ve sonrasında hala komik yazım hataları yapan insanları eleştirmeyelim de başımızda mı gezdirelim demek istiyorum.

konuya gelirsem, bu sözlükte öyle çok yazım hatası yapılıyor ki ben de bu defa yazarları eleştirmek yerine, onları ilk ve orta öğretim günlerine götürüp "bunu neden öğrenmeleri gerektiği konusunda" aydınlatmaya çalışmaya karar verdim.

yazım kurallarını neden öğrenmelisiniz? size neden daha 4., 5. sınıftan başlayarak yıllarca ve yıllarca bunları öğreteceğiz?

gerekçe 1: öğrenmenizi istediğimiz yazım kurallarının her biri, çeşitli vurguların belirginleşmesine, vurgulardan yola çıkarak da ifade edilmek istenenin daha iyi ve daha doğru anlaşılmasına yönelik kurallardır.

gerekçe 2: dilimizdeki her ifade "kelime" değildir. ek adını verdiğimiz ses parçalarının yazımı kelimelerden daha fazla özen gerektirir; çünkü bu ses parçalarının her birinin tahmin edemeyeceğiniz kadar ağır görevleri vardır.

gerekçe 3: sözü geçen ses parçalarının hangi görevi üstlendiğini konuşurken anlamak zor olmasa da, yazı sırasında anlamak bazen imkansızdır. çünkü, Türkçe zengin çağrışımlı bir dildir ve aynı sesli birçok ek farklı anlamlara gelebilecek şekilde kullanılabilir. bu ayrımlar konuşurken vurgu, tonlama sayesinde belirginlik kazansa da yazarken anlaşılmalarının, kelimelere bitişik mi yoksa onlardan ayrı mı yazıldıklarını bilmekten başka yolu yoktur.

gerekçe 4: bu dili yalnızca sen konuşmuyor ve yazmıyorsun. sen "babamda panik atak olduğunu söylüyor." yazdığın zaman ne demek istediğini anlayabilsen de karşındaki özellikle de dilinin kurallarını bilen biriyse o yazıda ne demek istediğini anlamayacaktır ki bu sadece küçücük bir örnek.

gerekçe 5: Türkçe, mevcut kelimelerini birçok şekilde değerlendirmiş bir dildir. kelimeler kaç harften oluştuklarıyla değil, ona ne kadar çok anlam kazandırılabildiğiyle değer kazanır.

gerekçe 6: bu yeni anlam kazandırma kelime üzerinde hiçbir değişiklik yapılmayarak sağlanabileceği gibi, birden fazla kelimenin yan yana getirilmesiyle de sağlanabilir ve yan yana getirilerek yeni anlam elde etmiş kelimelerin yazımına dair sayısız kural vardır. türü kaymışsa şöyle, anlamını kaybetmişse şöyle, ilki anlamını kaybetmiş ikincisi korumuşsa şöyle, ilki anlamını korumuş ikincisi kaybetmişse şöyle, mecaz anlamda kullanıldıysa şöyle, temel anlamda kullanıldıysa şöyle, bir varlığa ad olduysa şöyle yazılır vs...

gerekçe 7: Türkçe başka dillerle etkileşim içinde olan bir dildir ve güncel kelimelere her zaman açıktır. ancak bu kelimeleri bünyesine alırken çok hassas davranır. yani yabancı bir sözcük toplum tarafından benimsenir ve türk dil kurumu da bu benimsemeyi onaylarsa o kelime geldiği şekilde değil, mevcut Türkçeleştirme kuralları gereğince değişime uğrayarak yazılır ve kullanılır. bundan bihaber olan insan da yabancı sözcüğü ilk haliyle alıp kullanacağı için zaman içerisinde dilimizin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacağı acı bir gerçektir.

gerekçe 8: bizler duyan, düşünen, sorgulayan, anlayan, hisseden varlıklarız. birbirimizle ancak açık bir iletişim sayesinde sağlıklı ilişkiler kurabiliriz. öz be öz dilini nasıl yazması gerektiğini bilmeyen insanların bu topluma her zaman yarardan çok zararı olmuştur.

gerekçe 9: savaşlar, katliamlar, işkenceler her zaman düşünme becerisi yüksek olan; ancak yapması gerekenleri yolu yordamıyla değil; kendisini doğrudan sonuca götürecek metotlarla ilgilenenler tarafından gerçekleştirilmiştir. bu metotların doğru ya da yanlış olması önemsizdir onlar için. sonuca götürmesi önemlidir.

gerekçe 10: "dilimi nasıl yazmam gerektiğini bilmiyorum; ama yazıyorum ve iyi kötü anlaşıyorum ya ona bak sen." diye düşünenler, gerekçe 9'un içeriğini teşkil edenlerin bizzat kendileridir.

gerekçe son: "Bir ülkenin yönetimini ele alsaydım yapacağım ilk iş, hiç kuşkusuz dilini gözden geçirmek olurdu. Çünkü dil kusurlu ise, sözcükler düşünceyi iyi ifade edemez. Düşünce iyi ifade edilemezse, görevler ve hizmetler gereği gibi yapılamaz. Görev ve hizmetin gerektiği şekilde yapılamadığı yerlerde adet, kural ve kültür bozulur. adet, kural ve kültür bozulursa adalet yanlış yollara sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. işte bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar önemli değildir." Konfüçyüs

aslında çok gerekçe var; bunlar yalnızca bir kısmı. ingilizce öğretmenim Yusuf yeşil güzel bir ingiliz atasözü öğretmişti bize. Türkçeden söz ediyoruz madem, Türkçe yazayım. "eğer bir iş yapmaya değerse o, doğru yapmaya da değer demektir."

sadece yazmayın. yazmayı yapmaya değer bir şey olarak görüyorsanız o, doğru yapmaya da değer bir şey demektir.
konuşmayı neden öğrenmeliyiz sorunsalı gibi bi şey.