bugün

hakan gunday'in kaleme aldigi öykü.

"kahal, üç dağın paçasına yapışmış,kalbinden çamur geçen, çolak evleri sobadan bozma bir kazak köyüdür.
otuz altı hane, yüz on dört nüfus. her kış donup her baharda çözülen yüz on dört yüz. ne patikasında selam verilir, ne de meydanında kahve içilir. ama kahal’da çocuk da vardır, mezar da.

bir de isa. isa’nın adı isa’ydı. yirmi yedi yıldır insandı. doğduğu odayla yaşadığı arasında yedi adım vardı. kahal’ın tek avcısıydı. yabandomuzu öldürür, yabandomuzu yerdi. ormana karışmak için güneşin batmasını beklerdi. domuz ancak gömüldüğü karanlıktan çıkarılırdı. başka yolu yoktu. köyün güneşe bulandığı saatlerde yatağa saplanan, geceleri kahal’ın donmuş çamurunu çatlatan ayakların tek sahibiydi. çünkü kahal’da, gökyüzü ışıksız kaldığında ev kapısı açmak günahtı. ne çıkmak, ne de girmek için kapılar aralanırdı. ancak isa da yabandomuzları gibi günahtanımazdı.

belki de bu yüzden ilk hisseden isa oldu. önce uykusuzluktandır diye düşündü. belki de gündüz uyumaktan. isa, rüyalar görmeye başladı. üstelik gözkapakları gözlerini kapatmazken. rüyalarında bir kentteydi. babasının odasına astığı takvimde gördüğü binalara benzeyen beton parçalarının üst üste yığıldığı bir
kentte. elinde siyah bir çanta, yürüyor ve düşünüyordu. daha önce hiçbir zaman düşünmediklerini.
üstelik hiç duymadığı bir dilde. gözlerine rüya çekilmiş isa, bir gecede dört domuz ıskalamaya ve aç kalmaya
başladı.

chicago ıslaktır. caddeleri soğuk, sokakları ılıktır. buzda yürümenin en kolay yolu üzerinde kaymaktır. sidney de öyle yapıyordu. bir ayağıyla kendini itip diğeriyle buzu zımparalıyordu. jeologdu. toprağı da,
taşı da bilirdi. petrol peşinde bir şirketin yöneticisiydi. ama gözleri açık rüyalar gören bir yönetici ancak hayali kararlar verirdi. hayali kararlarsa ancak suyun üzerinde yürürdü. ne terapiler, ne de mucizesi henüz
üzerinde tüten farmakolojik buluşlar. hiçbiri işe yaramıyordu. oysa düzenli uyuyordu. ama rüya krizleri bitmiyordu. ani geliş ve gidişler, sidney’nin gündüzlerini gecelere bölüyor, yirmi yedi yaşındaki adamın yüzünü siyah ve beyaza boyuyordu. isa, avlanmaktan vazgeçene kadar sidney delirdi. sonrası içinse artık çok geçti. ikisi
de yaşadığı hayattan hiçbir şey anlamadı. kahal ve chicago arasındaki saat farkı on iki saat kadardı.

dünya üzerinde ölmesi emredilmiş insan nüfusu, dünya üzerinde yaşaması emredilmiş ruh nüfusunun iki katıdır. bu yüzden, her ruh iki insana aittir. ruhun birinden diğerine gitmesi için uyku şarttır. bir insan uyur ve diğeri uyanır. aynı ruh, yanlışsız biçimde iki eti de yönetir. ancak uyku ahengini kaybetmiş etler, ruhun zamanında yetişememesinden ötürü delirmeye mecburlardır. rüyalar, ruhun paylaşıldığı diğer etin yaşadıklarından kalanlardır. bilinçaltıysa, arada on iki saat farkın olduğu bir yerlerde yaşayan diğer etin bilincidir. buna göre,
gece uykusuna yüz vermemek, ruha acı çektirmektir. ancak sadece acı çeken ruhlar dünyanın mükemmel olmadığını anlayabilir. seçme hakkı irade sahibine aittir. gerçeği öğrenmek adına delirmek ya da zamanında yatağa girmek. burası, ruh ortağıyla tanışmak isteyenlerin diğerlerine “iyi uykular” dilediği bir gezegendir. her
şey uykudan sonra başlar. siz uyuduktan sonra."