bugün

hz. ömer döneminde iran'ın fethi ile türkler ile müslümanlar sınır komşusu olmuşlardır ve islamiyet ile tanışma süreci bu coğrafya üzerinden başlamıştır.
talas savaşı ise türklerin islamiyeti kabulunü hızlandırmıştır.

emeviler döneminde emevilerin ırkçı politikasından dolayı türklerin islamiyete geçişlerinde kitleler halinde bir geçiş görülmemiştir.
abbasiler döneminde türklere hoşgörülü davranılması, askeri anlamda ve idari anlamda görevler verilmesi gibi unsurlardan dolayı türkler kitleler halinde müslüman olmuşlardır.
ders kitaplarından çıkarılan özette müslümanları gören atalarımız hiç düşünmeden hemen oracıkta müslüman olmaya karar vermiş, arapların saflarına geçerek çinlilerle bir çok savaşa girmişlerdir. olayın aslında araplar, silah vb. bir çok şeyden yoksun türk boylarına katliam yaparak islamiyeti kabul ettirmiştir. daha sonra kendi inançları olan Gök Tanrı inancına benzerlik gösterdiği için türk kabileleri arasında hızla yayılma sürecine girmiş, türklerin islamiyetin önderi olmasıyla son bulmuştur.
ders kitaplarından çıkarılan özette müslümanları gören atalarımız hiç düşünmeden hemen oracıkta müslüman olmaya karar vermiş, arapların saflarına geçerek çinlilerle bir çok savaşa girmişlerdir. olayın aslında araplar, silah vb. bir çok şeyden yoksun türk boylarına katliam yaparak islamiyeti kabul ettirmiştir. daha sonra kendi inançları olan Gök Tanrı inancına benzerlik gösterdiği için türk kabileleri arasında hızla yayılma sürecine girmiş, türklerin islamiyetin önderi olmasıyla son bulmuştur.
türkler kendi dinine bakmış ve islamla çok uygun olduğunu görüp islamı seçmiştir. ( modern türk tarihi) özet bu bence, uzun uzun da yazılsa bunu anlatıyorlar.
Araplar tarafından çok büyük kıyım hatta katliam şeklinde gerçekleşmiştir. Sözde tarih kitaplarında yarım sayfa ile sanki güllük gulistanlikmis gibi gösterilmektedir.

edit: verdiğiniz eksiler tarihi değiştirmiyor ne yazik ki...
Türk deyince okudum eline sağlık, kurt ulusun allah türkü korusun diyorum.

not : mhp li değilim bu kurt destansı olan kurttur.
talkan ve curcan katliamı sonrasında hızlanmıştır.
Bence Türk toplumu islam dinini kendi kültürüne yakın gördü ve seçti. Ayrıca islamı da gayet güzel kullananlar var eyvallah.
bu yazıyı öncelikle ulu için yazmıştım. daha sonrasında kaldırdım. hatta bu yazı sonrasında sildirmiştim önceki sözlük hesabımı.

birkaç yerde yayımladım. bir dergide de çıktı. ancak sonraki süreçte internette gezinirken karşıma çıkınca içim ister istemez bir hoş oldu. gönendim, kıvanç duydum. burada yeniden paylaşayım. karşıt düşüncede olan arkadaşların da birinci el kaynaklardan bilgi vermesini dilerim. tarih ilmî slogancılığa dönüştürüldüğünde neler doğduğunu kadir mısıroğlu örneğinde de görüyoruz.

TÜRKLERiN iSLAMLAŞMA SÜRECi / MERT KILIÇ

Türklerin islamlaşma süreci ile ilgili olarak toplum içerisinde son yıllarda büyük bir bilgi kirliliği bulunmaktadır. Türklerin islamlaşma süreci birbiriyle ilgisiz iki ayrı kol üzerinden değerlendirilmekte ve bu iki görüşün içerisinde de birçok yanlış bulunmaktadır. Bunun nedeni geçmişteki olayları incelerken inançsal duygulara ve düşünsel akımlara tutsak olmaktan kaynaklanmaktadır. Doğru, usçu ve ilmî bir biçimde ele alınması gereken bu önemli konuyu; kısa, yüzeysel ve birinci el kaynaklardan yararlanarak açıklamaya çalışacağız.

Düşünsel akımların kurbanı olmuş bu iki düşünceden ilki Türklerin islamiyeti, Arap kıyımları yoluyla seçtiğidir.(1) Bir diğeri ise okullardaki ezber dizgesine dayanan yanlış bir uygulamanın neticesi olarak 751 Talas Savaşı’nın ardından hemen Müslüman olduğumuz sonucudur. iktisadi, siyasi, toplumsal nedenleri irdelemeden ve cihat, dailik, tüccarlık ile tarikat gibi olgu ve kurumları göz ardı ederek doğru sonuca ulaşmamız olanaksızdır. Bu konu irdelenirken aklımızın ucunda bulunması gereken bir diğer konu ise Türklerin Hristiyanlıktan Museviliğe, Budizm’den, islam’a kadar birçok dini kabul ettiğidir. Bu kısa girişten sonra konuyu yine kısa ve yüzeysel ancak doyurucu olacak bir biçimde ele alalım.

TÜRKLERLE, ARAPLARIN iLK iLiŞKiLERi

Türk ve Arap toplumları, tarihin en eski toplumlarından ikisidir. Yaşamış oldukları coğrafya, dönemin koşullarında birbirleriyle birebir ilişkide bulunmalarına engel oluşturuyorsa da, Türkistan coğrafyasından geçen önemli ticaret merkezi ipek yolu sayesinde birbirleriyle dolaylı da olsa etkileşimde bulunmuşlardır. Aynı zamanda Türk illerinden kalkan kervanların, Arap ellerine gittiğini söylemek de yanlış olmayacaktır.

Arap kaynaklarında ilk defa Türk ifadesine, Nabiğa ez-Zübyanî’nin divanında rastlanmaktadır.(2) Ancak bundan daha dikkat çekici bir diğer olay ise, Hz. Muhammed; islam’ı bildirirken kendisine inanmayan bir grup Arap’ın onları Türk yurtlarına gönderme istekleridir. Bu isteklerinde Akhun topraklarını kasteden Araplara, Peygamberin amcası Ebû Talib, Kaside-i Lamiyye adlı 96 beyitlik yapıtında yanıt vermiş ve Türk topraklarına gitmeyeceklerini söylemiştir. Bu kaside de görüldüğü üzere, Peygamberi Türk yurtlarına gönderme istekleri, coğrafyanın uzaklığından ve ilişkilerin zayıflığından kaynaklanmaktadır. ilk Türk-Arap münasebetleri kervanlar ve ticaret yoluyla, dolaylı olarak gelişmiştir.

TÜRKiSTAN ÜZERiNE SEFERLER:

Türk-Arap ilişkileri ilk olarak; islam ordularının Suriye ve Irak’ı geride bırakmasıyla başlamıştır. Hülefa-i Raşidin dönemine denk düşen 642 Nihavend Savaşı ile Sasanilerin yıkılmasını Türk-Arap münasebetlerinin başlangıcı olarak kabul etmek yerinde olacaktır.(3) Aynı zamanda Sasanilerin yıkılması, Türkleri tarih boyunca hiç denemedikleri bir göç yolunun da kapılarını açmıştır. Bu tarihten sonra Karadeniz’in kuzeyinden birkaç göç dalgası daha görülecek, sonrasında gerçekleşecek göçlerin önemli bir çoğunluğu iran yolu üzerinden Anadolu ve Suriye topraklarına akacaktır.
Bu dönemde Araplar tarihlerinin en parlak dönemlerini yaşıyorlar, en kapsamlı fetih hareketini uyguluyorlardı. Devletin bir ucu Mısır’ın batısında, diğer ucu ise Anadolu topraklarının doğusu da içinde olmak kaydıyla Kafkas sınırlarındaydı.

Türkistan coğrafyasında ise bu dönemde kargaşa ortamı yaşanmaktaydı. Kendisini kabul ettirecek güçlü bir otoritenin eksikliği Türk boylarını parça parça bölmüş, bağımsız yönetilen şehir devletleri doğmuştu. Türk yurtları ile islam orduları arasındaki yapay bir korunak konumunda olan Sasaniler Devleti’nin yıkılmasıyla islam ordularının yeni hedefi Maveraünnehir ve Türkistan coğrafyası olmuştur.

Türk ve islam ordularının ilk kez karşı karşıya geldikleri tarih 644 yılıdır. Ahnef b. Kays’ın komutasındaki ordu ile Türk ordusu karşı karşıya gelmiş, Ahnef b. Kays savunma düzeninde durmuş, Türk ordusunun da saldırıda bulunmaması üzerine iki ordu savaşmadan geri çekilmiştir.(4) Ancak sonraki süreçte, islam orduları, Türk yurtlarına akınlarda bulunmaya başlamış ve Hz. Osman döneminde Toharistan bölgesi de içinde olmak kaydı ile birçok nokta ele geçirilmiştir.(5) Ancak Hz. Ali döneminde patlak gösteren iç karışıklıklar, Türkistan fetihlerini durdurmuş, bu fetihler ancak Emeviler döneminde sürmüştür.

islam Devletindeki iç savaştan galip ayrılan Muaviye, Türkistan fetihlerini yönetmek için Irak Valiliğine atanan Ziyad b. Ebih’i görevlendirmiştir. Ziyad b. Ebih karargahını Merv’de kurarak Horosan ve çevresini tamamıyla ele geçirmiştir.(6) Ziyad b. Ebih’ten sonra da bu göreve Hz. Hüseyin’in katili ve Ziyad’ın oğlu Ubeydullah getirilmiştir. Ubeydullah b. Ziyad döneminde Buhara üzerine saldırılarda bulunulmuştur. Buhara kentinin hakimi olan Kabac Hatunla savaşan Ubeydullah, savaş sonunda Buhara halkını ağır vergiler vermeye mecbur tutmuştur.(7)

Türkistan’da gerçekleşen bu küçük çaplı çatışmalar, bölgeyi tamamıyla kontrol altına alamamıştır. Türkistan’ın asıl işgal edildiği dönem Haccac tarafından, Horosan’a vali olarak atanan Kuteybe b. Müslim döneminde gerçekleşmiştir. Kuteybe döneminde Toharistan, Buhara, Semerkand gibi bölgeler tam anlamıyla Emeviler’in boyundurluğu altına girmiş, Türkler çok ağır vergiler vermek zorunda kalmıştır. Kuteybe bu bölgede çok büyük kıyım ve zorbalıklarda bulunmuştur. Öyle ki cihat yapılmadan önce, karşı tarafı islam’a çağırma zorunluluğunu, dolayısıyla islam hukukunu çiğnemiştir. Türkleri kılıçtan geçirdiği bile bazı yapıtlarda söylenmektedir.(8)

KAFKAS SEFERLERi

Türkistan’da bunlar olurken, islam orduları Kafkaslarda da yine güçlü bir Türk kütlesiyle karşı karşıya gelmekteydi. Hz. Osman dönemine denk düşen bu dönemde, Museviliği kabul eden Hazarlar ile islam orduları arasında çok çetin savaşlar olmaktaydı. Bu çetin savaşın en büyük amacı iki tarafın da Azerbaycan’da üstünlük kurmalarıydı. Özetle Hazarlar bu savaşlardan yenik çıktılar ve Hazar Kağan’ı islam’ı göstermelik olarak seçmek zorunda kaldı. Başkent itil’de bu tarihten sonra on tane caminin varlığına tanık oluyoruz.

Özetle söyleyecek olursak ilk dönem ilişkileri tamamıyla kan ve şiddetin gölgesinde gelişmiş, bu süreçte de iki ulus birbirlerini tanımaya başlamışlardır.

ABBASiLER DÖNEMi

Dostluk ilişkilerin başlaması ise Abbasiler devrine rastlar. Emevilerin baskıcı devrinden ötürü Türklerin rahatsızlık duyduğu, hatta Emeviler çerçevesinde islam’a karşı düşmanca bir cephe aldıkları apaçık ortadadır. Ancak Ebu Müslim Horosanî’nin, Horosan’da başlattığı ihtilal hareketine Türkler destek vermişlerdir.(9) ihtilal sonrasında da Türkler, devletin önemli yerlerinde, özellikle orduda görev almaya başlamıştır. Devlet kademelerinde Türklerin en fazla yoğunluk gösterdiği dönem Halife Mansur’un halifeliği dönemidir.(10)

Abbasi halifesi Mu’tasım dönemine kadar Türkler ordu içerisinde büyük hizmetler göstermiştir. Gerek Harici isyanlarının bastırılmasında, gerekse fütuhat hareketlerinde Türklerden büyük yarar sağlanmıştır. Türk beyleri de devlet içerisinde önemli bir yerleşme alanı bularak, yönetime yön vermeye başlamışlardır. Halife Mu’tasım, bu tutsak, kul Türkleri, devlet yönetimine tehdit oluşturmasından ötürü Samarra kendini kurdurarak, Türklerin hizmetine verip onları kontrol altında tutmayı amaçlamıştır.(11)

Samarra kentinin kurulması da Türk komutanların güçlenmesine engel olamamıştır. Zamanla güçlenen Türk komutanları, Abbasilerden ayrılarak özellikle Mısır üzerinde egemenlik kurmuşlardır. Bunlar sırasıyla ihşidiler ve Tolonoğullarıdır.
Türk-Arap ilişkilerinde bu kısa siyasi bilgiyi verdikten sonra, bu süreçte Türklerin nasıl islamlaştığını da ele alalım.

A) Askeri Görevler dolayısıyla islamlaşan Türkler:

Türklerin savaştaki yiğitlikleri, islam ordularını çok etkilemiştir. Hatta Türk fetihlerinin zorluğundan ötürü, islam dinindeki kötü yaratıklardan Yecüc ve Mecüc Türkler ile ilişkilendirilmiştir. Yüzyıllar sonrasında Said-i Nursi tarafından bu varlıkların Türkistan Türkleri olduğu dolaylı yoldan ileri sürülse de; Türkler arasında özellikle Osmanlılar döneminde Oğuz Kağan; Yecüc ve Mecüc’ü yenen Zülkarneyn olarak betimlenmiştir. Bu düşüncenin önemli savunucularından birisi de Vanî Efendi’dir.
Konumuza geri dönecek olursak, Arapların fethettikleri topraklardan köle edilen yahut orduya alınan Türkler kısa sürede bürokrasi ve askeriyede söz sahibi olmuştur. Daha önce de söylediğimiz gibi bunların en önemlileri Tolunoğlu Ahmet’in soyu ve Ihşidilerdir. Devlet içerisine yerleşen eden yahut orduda görev alan binlerce Türk, islamiyeti bu biçimde seçmiş, bunların savaşçı özelilikleri yitmesin diye Türk kadınlarla evlenmişlerdir. Dolayısıyla o kadınların da müslüman olduğunu söylemek hatalı bir tanım olmaz.

B) Haraç ve Cizye vergileri vermemek için islamlaşan Türkler:

islam hukukunda, devletin bünyesindeki gayrimüslimlerden, devletin onları koruduğu için vergi alınırdı. Bu vergi kimi zaman ekonomik nedenlerden ötürü islam’a geçişi hızlandırmıştır. Müslümanlardan alınan öşür ve zekat yerine alınan harac ve cizye vergileri ekonomik olarak güçlü olmayanları zor duruma sokuyordu. Öyle ki Emeviler döneminde Müslüman olan mevalilerden(Arap olmayan) bile fazla vergi alınıp, ikinci sınıf muamelesi uygulandığını görüyoruz. Bu uygulamayı, Hülefa-i Raşidin devrinin bir devamı sayılan Ömer b. Abdülaziz’in kaldırmaya çalıştığını görüyoruz.(12) Ancak ölümüyle eski uygulamaya geri dönülmüştür. Harac adlı vergi, Müslüman olmayanların ektikleri ürünün belli bir kısmını vermesidir. Cizye ise Müslüman olmayanların islam devletinin koruması altında olduğu için verdiği diğer vergidir. (13) Emeviler döneminde, Maveraünnehir ve çevresinden gaddarca ve acımasızca alınan bu vergiler, Türklerin islamlaşmasına katkı sağlamıştır.

C) Türk topraklarına Müslümanların iskanı:

Osmanlı’nın, Balkanlarda uyguladığı iskan politikasını, Araplar da Türk yurtlarına Arapları iskan ettirerek gerçekleştirmiştir. Buhara ve çevresine yerleştirilen Araplar ve Türkler arasındaki ilişkiler zamanla gelişerek Türklerin islamiyet’i seçmesinin önü açılmış; öyle ki kimi zaman Arap orduları saflarında islam’ı seçen Türkler, Müslüman olmayan Türklerle savaşmayı seçmiştir. Araplarla savaşan Türklerin, Arap yöneticilerine bu konuda uyarılarda bulunduğuna ve ‘’Sen benim karşıma Türkleri çıkartıyorsun, yiğitsen karşıma Arapları çıkart'' dediklerine tanık oluyoruz.

D) Tarikatların ve dailerin etkisi:

islam’da tarikat ve cemaat algısı yerleşip, filizlendikten sonra birçok bölgede etkinliğe geçtiler. Bu etkinliklerin önemli bir kolunu da, sonraki yıllarda Türkistan üstlenmiştir. Türkistan’da etkin hareket eden dervişlerin başında, Hoca Ahmed Yesevî’nin piri, Nakşibendi tarikatının şeyhi Yusûf el Hemedânî gelir. (14) Türk dervişlerin, uluslarını islamlaştırmaya çalışmalarındaki istekleri olduğu gibi, Türk olmayan dervişler de Türklerin islam’a sağlayacağı yararın farkındaydılar. Öyle ki Süfyan-ı Servî ‘’Türkistan’da ezan okumak, Mekke’de namaz kılmaktan daha faziletlidir.’’(15) demiştir. ishak Baba, Abdüllah b. Mübarek, ibrahim b. Edhem, Şakik-i Belhi, Hallac-ı Mansur, Baba Tahir Uryan, Hoca Ahmed Yesevî, Süleyman Bakirganî Türklerin islamlaşmasında rol oynamış sufi ve din adamlarıdır.(16) Ancak Türkler arasında islamın yaygınlaşması için asıl güç Pirî Türkistan Hoca Ahmed Yesevi hazretleri tarafından ortaya koyulmuştur. Ahmed Yesevi, 12. Yüzyıl itibariyle Türklere islamiyeti binlerce müridi vasıtasıyla öğretmiş ve onun açtığı yolda Hacı Bektaş Veli de Anadolu’da tarikat eylemlerini sürdürmüştür.

E) Tüccarlar ve gezginlerin etkisi

Türkler ile Araplar arasındaki ilk etkileşimin kervanlar aracılığıyla, yani ticari amaçlar içerisinde gerçekleştiğini söylemiştik. Eski çağlarda, uzak kültürler arasındaki, kültür alışverişinin gerçekleşmesini sağlayan yegane kurum ticaret ve onların erbabı olan tüccarlar olmuştur. Gitmiş oldukları coğrafyaya islam’ı da götüren tüccarlar, burada birtakım dailik ve misyonerlik etkinliklerinde de bulunmuşlardır. Türkistan coğrafyasında da gördüğümüz bu durumun, gözle görülür en açık biçimi Bulgarlar üzerinde gözükmektedir. ibn Fadlan’ın tüccar ve gezginlerin etkisi üzerine verebileceğimiz şu örnek onun geziyazısında geçer: ''Benim elimle Tâlût adında bir Bulgar Müslüman oldu. Ona Abdullah adını verdim. Bu adamın karısı, anası ve çocukları Müslüman oldular. Ona ―elhamdü lillahi ve ―kul huvallahü ahad surelerini öğrettim. Bu iki sureyi öğrenmekten dolayı duyduğu sevinç, Bulgar hükümdarı olsa duyacağı sevinçten daha fazla idi.'' Bulgar Türklerinin çoğunluğunun bu şekilde Müslüman olduğu söylenmektedir.

F) Halife tarafından elçilik heyeti yoluyla islam’a geçiş:
Ta peygamber döneminde Habeşistan’a, Sasanilere ve Roma’ya mektuplar gönderilerek islam inancı bildirilmiştir. Abbasiler döneminde de bu biçimde olayların gerçekleşitğini, başka devlet yöneticilerinin islam’a çağrıldığını biliyoruz. Abbasi Halifesi Muktedir döneminde Bulgarlar üzerine bir elçilik heyeti gönderilmiş ve Şelkey Han, Cafer b. Abdullah adını alarak islamiyet’e geçmiştir. (17)

G) Müslüman Türklerin, Müslüman olmayan Türklerle olan Mücadeleleri:

islam'a geçen Türklerin, Müslüman olmayan Türklere karşı gaza hareketlerine başladığını ibn Fadlan ''Bulgarlar Müslüman olandan beri gaza yaparlardı'' diye açıklar. Oğuzlar ve Peçeneklerle savaşan Bulgarlar onları islam'a geçirmeye uğraşıyor, hakimiyeti altına aldıkları topraklarda da islamı yaymayı hedefliyorlardı. islamla daha gençliğinde tanışan Satuk Buğra Han da aynı şekilde, amcasıyla mücadeleye girişmiş ve sonuç olarak galip ayrılarak devleti islamlaştırmıştır. Satuk Buğra bu mücadelesinde karşısında Dokuz Oğuzlar, Uygurlar ve Yağma gibi boyları bulmuştur.(18) Mücadeleden geri durmayan Satuk Buğra Han, Müslüman Türklerin gönlünde yiğitsi bir görünüme bürünmüştür. Karahitaylar sayesinde islam’la tanışan Kırgızların(19) ise Müslüman olmayan Karluklarla olan mücadeleleri Manas destanında anlatılır.(20) Kutadgu Bilig’de de, fetih hareketi için şöyle bir erek çizilmiştir: ‘’onların evlerini barklarını yak, burklarını kır, yerine cami yap, etrafında islam cemaati toplansın’’(21)

Divan-ı Lügat-it Türk’te Karahanlılar ile Müslüman olmayan Uygurlar arasındaki şiirleştirilmiştir(22) Eski Türkçe’de ‘’tat’’ dini farklı, bugünkü söyleniş biçimiyle ‘’gavur’’ karşılığına gelirdi. Kaşgarlı Mahmud ünlü eserinde şöyle der: Geldi bana gavur bir tat, hemen vurdum öldürdüm, parçaladım onun etin, kurda kuşa yem kıldım.(23)

SONUÇ:
Türklerin islamlaşma süreci, yukarıda yüzeysel olarak anlatmaya çalıştığımız biçimde, tek bir nedenden ötürü olmayıp, içerisinde iktisadi, toplumsal, siyasi ve sosyal birçok nedeni barındırmaktadır. Türklerin kılıç zoruyla islam’ı seçmiş olduğu yönündeki savlar büyük oranda gerçekdışıdır. Türk ulusu, kendisine zorla yaptırılan, dikta edilen hiçbir şeyi zorla kabul etmeyecek karakterde bir ulustur. Kaldı ki, kıyımların gerçekleştiği Kuteybe döneminde, yukarıda söylediğimiz gibi ‘’islam’a çağrı’’ bile gerçekleşmemiştir. Bunun da nedeni bölgenin islamlaşmak için değil vergi almak için işgal edildiğini gösterir ki topluca islam’a geçiş olası değildir. Bu dönemde yapılan kıyınları da yok saymadan söylemek gerek ki islamlaşma Arapların yaptığı kıyınlarla değil Türklerin; Türkler üzerine cihadı ve Karahanlılar gibi devlet dinini islam yapan oluşumlarla gerçekleşmiştir. Ancak bu süreç de 14-15. yüzyıla kadar devam etmiştir. Kırgızların islam’ı Karahitaylardan öğrenmesi de buna bir örnek göstermesi açısından önemli olup, islam Ordularıyla mücadelelerde bulunmayan idil Bulgarlarının yeni dini benimsemesi de tek başına bu algıyı yıkmak için yeterlidir. Bunun dışında, Türkler, islamiyeti Araplardan değil Farslardan öğrenmişlerdir. Dilimize geçen ‘’namaz’’ sözcüğü Farsça olup; Arapçası ‘’salah’’dır. Bunun yanı sıra ‘’oruç’’ sözcüğünü de örnek olarak verebiliriz. Dilimizdeki, dini terimlerde Arapça yoğunluğun nedeni ise Türklerin batıya karşı yaptıkları göç devinimleridir. Türkistan coğrafyasında, islam’ı kabul eden Türkler Tanrı’ya ‘’bedük, erlig’’ gibi Türkçe önadlar ile seslenirken, camii için de ‘’toplak’’ diyorlardı. Yine mescit için ‘’anak’’, müezzin için ‘’ünlen’’, melek için ‘’iye’’, namaz için ‘’komaltı’’ ve ‘’yükünç’’, abdest için ‘’tezginç’’, türbe için ‘’kümbet’’ oruç için ‘’baçağ’’ sözcükleri kullanılmaktaydı.(24) Türklerin Batı’ya yaptığı göç önce Farsça terimlerin kullanılmasına neden olmuş, sonra da Arapça’dan birçok terim alınmıştır. Batıya yapılan göçlerin bir neticesi olarak da tasavvufi ve dini kitapların çoğu Arapça yazılmıştır. Ancak şeyhülislam Ebussuûd Efendi’nin 16. Yüzyılda ‘’tamu’’ dediğine de tanık olmaktayız.(25) Demeli, Türkler her ne kadar yabancı dillerin boyundurluğuna da girse kendi dilindeki dini terimleri tümden atamamıştır.
Sonuç olarak islam dini, Türklerin toplu olarak kabul ettiği ve hala ulusal bir din olarak gördüğü tek din diyebiliriz. 11. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar da bu dinin koruyuculuğunu yaptığını söylemek de yanlış olmayacaktır. En eski Boşnakça ilmihal sorularında ''ne zamandan beri Türksün'' sorusuna ''Kalubeladan beri'' yanıtının verilmesi Balkanlarda Türklükle, islamın aynı gözüktüğünü göstermektedir. Hatta bunu Balkanlarla sınırlamak bile yetersiz olacaktır.

Dipçe:
1- Aydın, Erdoğan, Nasıl Müslüman Olduk?, Kırmızı Yayınları
2- Togan, Z.V. Umumi Türk Tarihine Giriş, istanbul 1981, s.74
3- Merçil, Erdoğan, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, istanbul 1985, s.1
4- Belazurî, Futuh, trc. Mustafa Fayda, Ankara 1987, s.452-454
5- Dineverî, Ahbaru’t Tıval, I Mısır, s.1330
6- Ömer, Ferruh, Tarihi Sadru’l islam ve Devletü^l Emeviyye, Beyrul 1976, s.128
7- Belâzuri, Futuhu’l- Buldan s.577
8- Kitapçı, Zekeriya, Yeni islam Tarihi ve Türkler, s.351
9- Karapınar, Mahmud, Abbasiler Dönemi Türklerin Siyasi Faaliyetleri, Türkler Ansiklopedisi, C.4 s.352-363
10- Halife b. Hayyat, Tarih, thk. E. Ziya El-Ömeri, I-II, Necef 1967,
11- Ya’kûbî, Buldan, 29; H. D. Yıldız, Mutasım, 29
12- Yiğit, ismail, Ömer b. Abdülaziz, TDV, islam Ansiklopedisi
13- Kocaova, K. Altay, Alevilik ve Türklük ile olan ilişkisi 2
14- Kocaova, K. Altay, a.g.e
15- Kara, Mustafa, Tasavvuf Kültürünün Türkistan Macerasına Genel Bakış, s.11
16- Biçer, Bekir, Türklerin islamlaşma Süreci, s.70-86
17- Yazıcı Nesimi, Volga Bulgar Hanlığı’nda islamiyet, Türkler Ansiklopedisi, C.4 s.394-408
18- Ekber, Necef, Karahanlılar s.203
19- Gömeç Saadettin, Kırgız Türkleri
20- Kocaova, K. Altay a.g.e
21- Hacip, Yusuf Has, Kutadgu Bilig, çev. B. Atalay, Ankara, 1992, C.2 s.393-394
22- Biçer, Bekir a.g.e
23- Mahmud, Kaşgarlı, Divan-ı Lügat-it Türk, s.397-468
24- Karakurt Deniz, Türk Söylence Sözlüğü, s.738
25-Düzdağ M. Ertuğrul, Şeyhülislam Ebussuud Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, Enderun Kitabevi, s.142
hiç kimse kıvırmasın. gayet uzun kanlı bir süreç .

sonunda türkler olarak yenildik. kılıç zouryla müslümanlık kabul ettirildi.
Kuteybe denen orospu çocuğunun yaptığı katliamlarla geçmiş olan süreç. Neyse, Cengiz Han intikam olarak bir saatte yaklaşık 2 milyon arabı kestirdi.
arap geleneklerini kendi gelenekleri sanmasıyla sonuçlanmıştır. arap diline hayranlık ve asimilasyon. arapların kahramanlarından konuşurken bile hazreti, efendi falan demektedirler.
kardeşim gılgamış destanı mı yazıyorsun. bu kadar uzun anlatmana gerek yoktu kılıçtan geçirilerek zorla müslüman yapıldı demen yeterliydi.
Kanli bir surectir.
bugün arap ve fars diye bir milletin olmasının yegane sebebi budur. bu denyolar kabul etse de etmese de türk ordusu ve türkler tarafından kurulan devletler bu coğrafyayı ayakta tuttu. moğolundan haçlısına biz durdurduk bu denyolar değil.
güncel Önemli Başlıklar