bugün

en son gazeteciler Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan'ın 10 ağustos'taki mahkemelerinde sordukları "benim suçum ne?" sorusuyla yeniden akla gelen süreç. balbay ve özkan bu soruyu soran insanlardan ve özellikle gazetecilerden en güncelleri.

eğer 'kapatma' bir ceza ise ve kapatılan insan çektiği cezanın sebebini 1-2 sene sonra hala soruyorsa bu sürecin hukuki niteliği sorgulanmalıdır. yok eğer hukuki değil, siyasi bir süreçten bahsediyorsak, bu keyfiyetin siyasi karşılığı olsa olsa totalitarizm veya otoriteryenizm. darbe yapmak gibi faşist bir eylemi yargılarken faşizmle bütünleşmiş yöntemleri uygulamak rejimi rahatlatmayacak, aksine, geleceğe olan umudu yıkacaktır.

dünyada da tutuklu yargılama örnekleri görülüyor. şiddet uyguladığı veya suçu bilinen, bu nedenle etrafına zarar vermesi veya kayıplara karışması engellenmek istenen, ceza alması garanti olan sanıkların bir kaç ay boyunca tutuklu yargılanması göze batmıyor. ama söz konusu olanlar gazeteci oldukları ve bir kaç sene sonra hala suçlarını sordukları zaman akla dünyadaki başka örnekler geliyor. o örnekler ki beraberinde 'adalet' değil, 'insan hakları' kavramını getirir.

referanduma götürülen anayasa taslağının muhaliflerinin gerekçelerinden biri 'yargının bağımsızlığını kaybetmesi' iken iktidara muhalif olduğu bilinen gazetecilerin hapiste tutulması, taslağı hazırlayan iktidarın muhaliflerini gidişat konusunda haklı gösterir.

şimdiden balbay ve özkan'ın davası 12 eylül dönemi davalarına benzetilmeye başlandı. tutuklanıp serbest bırakılan (sonra yine tutuklanıp serbest bırakılan) komutanlardan farklı olarak sürekli tutuklu halleri aslında onların generallerden farklı bir statüye sahip olduklarının kabulünü gösteriyor. darbeyi yapabilecek silahlı kuvvetlerden farklı muamele gören insanlar doğal olarak darbeyi yapamayacak insanlardır.

verdikleri fikirsel destek kanıtlanırsa zaten halk onları kendi vicdanında yargılayacaktır. fikir ne olursa olsun, konu dönüp dolaşıp fikir ve ifade özgürlüğüne geliyor. kimin ne zaman ihtiyacı olacağı belli olmayan özgürlükler.
bir yıldır tutuklu olan işçi-Köylü gazetesi Kartal Büro temsilcisi Suzan Zengin'ın ilk davası 26 ağustos'ta.

http://bianet.org/bianet/...khanli-serbest-birakilsin

(bkz: tutuklu gazeteciler)
cmk da (m.100) tutuklama sebebinin varsayıldığı haller sıralanmıştır.
1-kaçma, saklanma veya kaçma şüphesi oluşturan somut olguların varlığı
2-şüpheli veya sanığın davranışları
a) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme şüphesi
b) tanık mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma şüphesi
3-tutuklama sebebi varsayılan katalog suçlar
cmk un 100(3) md. deki düzenleme ile tutuklama nedenlerin varsayıldığı katalog suç listesi öngörülmüştür. tck da veya özel ceza yasalarında yer verilen bazı suç türlerinde delillerin karatılması veya kaçma, saklanma ihtimalinin varlığı bir karine olarak kabul edilmiştir.

ancak burada da aslolan, şüpheli veya sanığın suçu işlediğine dair kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığıdır. *
öncelikle çapsız bir mühendis olarak hukuktan pek fazla anlamadığımı belirtmek isterim fakat, ergenekon süreci ve şike davaları sonucundaki gözlemim çok saçma bir şekilde uygulanan yargılama sürecidir. sanırım tutuklu yargılamanın amacı insanların yurt dışına kaçmalarının engellenmesi. e iyi de senin yargıladığın adamlar türkiye'nin en çok tanınan insanları. bu adamlar nasıl ellerini kollarını sallayarak kaçsınlar. hadi kaçabiliyorlar diyelim, sen ne gerzek bir devletsin ki bu adamların kaçışını bile engelleyemiyorsun da adamları yıllarca tutuklu olarak yargılayabiliyorsun?

eğer bir yanlışım varsa düzeltirseniz sevinirim ama daha suçlu olduğu bile kesin olmayan adamların içerde olması bana çok can sıkıcı geliyor.