bugün

şöyle bir şey demiş:

görsel
ses tonuyla gecenizi mayhoş bir şekilde geçirmenizi sağlar.
hatta sesinin tonu sizi sigara içmeye teşvik eder.
hatta sesinin tonu sizi içki içmeye zorlar.

böyledir tom.
kötü alışkanlıkların babası.
sesinde yağmur bulutlarını taşıyan adam. o yağmur hep bulutunda durur. yağmakla yağmamak arasındaki o yerde.
mezesi aşk ve şarap olan şarkıların adamı.
kalp ritminizi değiştiren adam.
mezesi, ayrılık ve viski olan şarkıların adamı.
umursamadan şarkı söyleme yarışması olsa açık ara birinci olacak müzisyendir. dünya sanki hiç yokmuş gibi söyler. sesi bulunmazdır. bu ses için sigaraya çok şey borçludur.
innocent when you dream" diyen adam. Bu adamı tee eski çağlardan tanıyormuş gibiyim.
hakkında söyleyebilecek milyonlarca şeyim var. likit hüzün formunda şarkılar yapar, damarlarında kan yerine viski akıyor olabilir.
ancak bugünkü sebeb-i ziyaretim, kendisinin seven psychopaths filmindeki harika performansını övmektir. hala izlemediyseniz bi bakın derim.
sabah dinlenilmemesi gereken bues sanatçısı.
(bkz: russian dance)
(bkz: i hope that i don t fall in love with you)
Bu havalarda ve bu saatlerde dinlemek için bire bir olan muhteşem adam.
bu nasıl bir sestir dedirten bir abimizdir. dünyaya ya bir kere gelir ya da hiç. sanslıyız ki tom waits çağında yaşıyoruz. bu şarkıları başkaları yapamazdı.
ses olarak rakibinin olmadığını düşündüğüm adam.
umut sarıkaya'nın sevdiği adam. dinlermiş hep. ben de dinliyorum artık.
boktan sese sahip olup tarzıyla kapatabilenler kervanının üyesidir. ergenler sever. ben de severim. hakkıyla dinleyen herkes sever.
sesinin 'bir fıçı burbonda ıslatıldıktan sonra beş ay tütsülenmiş ve ardından da bir arabanın altında çiğnenmiş' gibi olduğu rivayet edilen all the world is greenine yandığım adam.
thomas alan waits, 7 aralık 1949'da bir çoğumuz daha portakalda vitamin bile değilken kaliforniya ellerinde doğar. bu doğumun müzik elleri için ne anlama geldiğini muhtemelen thomas'ı dokuz ay karnında taşırken türlü acılar çeken, geceleri uykusuz kalan, hamileliğinin son iki ayı bu küçük bebeciğin sıkıştırmaları sonucu her gece dört kez tuvalete kalkan annesi bilemezdi, bilseydi thomas doğduktan sonra pek bi alkolik olan babasına, geceleri evde olup bebekle ilgilenemediği için beddua etmezdi. pearl harbor olayının sekizinci yıldönümünde dünyaya merhaba diyen bu kendi çapında filozof bebek, anne tarafından norveçli, baba tarafındansa irlandalı ve iskocyalıdır.

annesi ve babası öğretmendir thomas'ın, fakat babasının içki tutkusundan mıdır bilinmez, tom* 10 yaşına geldiğinde boşanırlar. ergenlik çağına böylesine zorlu bir olay atlatarak giriş yapan kahramanımız tabiri caizse bob dylan'a sarar. kendisinden yalnızca sekiz yaş büyük olan bu ulu müzisyen tom'un müziğe olan ilgisini ve yeteneğini ortaya çıkarmasında ona yardımcı olmuştur. bir yandan pizzacıda çalışıp, okula gittiğindeyse de yeteneğini farkeden öğretmenleri sayesinde armonika, helvacıoğlu blok flüt gibi enstrumanlar çalmakta, eve gelip yanından ayırmadığı defterine aklına gelen şarkı sözlerini yazmaktadır.

bir komşusunun evinde bulunan piyanonun markasını, neresinde kaç çizik olduğunu eminim tom şu an hatırlıyordur. zira komşuya gide gele piyano çalmayı kendi kendine öğrenmiştir bu piyanoda. daha sonra eline alacağı gibson marka ilk gitarı ile beraber bugün dinleyip ağzımızı açık bırakan şiirlerin bestelenebilmesinin ilk yardımcılarıdır bunlar.

1972 yılının yazında bir barda kapı görevlisi olarak çalışmaya başlar. bu bara gidip gelen prestijli insan sayısı fazladır ve tom'un gösteri aralarında sahneye atlayıp bir şeyler çalıp söylemesi asylum records adlı şirketin bişeysi olan herb cohen adlı vatandaşın ilgisini çeker ve tom'a albüm için öneri götürür ve böylece 23 yaşında ilk albüm sözleşmesini imzalar.

tom bu yıllarda santa monica bulvarı'ndaki tropicana motel'de yaşamaya başlar. ve elbette ordan buraya turnelere çıkmaya, konserler vermeye başlar.john hammondve frank zappa gibi isimlerle konserlere çıkar, bunlarla dostluğunu pekiştirir. los angeles'ta yaşayıp frank zappa ile arkadaşlık eden, babasından alkolizm genini almış her insan evladının başına gelebileceği gibi bizim küçük thomas da içer, içer, içer, sevişir, içer. hızlı arabaları, güzel kadınları, ağlayan gitarları, alkolik piyanoları sever. güzel laflar eder tom, onu anlayabilen herkesin isteyip de edemediği laflar eder.

"i don't have a drinking problem except when i can't get a drink." t. w. kendi alkolikliği ile dalgasını geçer ve kanımca asla saçmalayacak kadar uyuşmaz. içkisi, sigarası ve tom arasında üç kişilik bir aşk yaşanır, ki hepimiz bilmez miyiz bütün aşklar üç kişiliktir ? aşk dediğimiz şey gönüllü can acısından başka bir şey değildir ama bir yandan insanı törpüleyip bir sürü kazanım sağlar. tom'un katranlı sesi ve ayın üzerinde düşünebilmesidir sevgililerinin ona getirdikleri. "i thought i heard a saxaphone, i'm drunk on the moon." t.w
1973 yılında closing time'ı, 1974'te heart of the saturday night'ı çıkarır. closing time, tom'un alkolizmden önceki sesini duymak için ilk ve son fırsat olmakla beraber kanaatimce için i hope that i don't fall in love with you, rosie ve lonely gibi birçok şaheser barındırmaktadır. 1976'da small change adlı albümü yayınlar.

1977'de foreign affairs, hemen ardından 1978'deblue valentine çıkar piyasaya. blue valentine albümü benim için ve eminim bir çok waits sevici için özel bir albümdür. a sweet little bullet from a pretty little gun ve blue valentines bu albümün mihenk taşları olmakla beraber, şu yazıyı yazarken bilmen kaç kez dinlediğim yine blue valentines adlı şaheserdir. bu iki albümle beraber tom, hem çevrenin etkisi hem de kendi sağduyusundan dolayı olacak biraz sakinleşip piyano sandalyesinde içip şarkı yazmanın daha mantıklı olacağına karar verir. o günlerde plak şirketini değiştirir, ve hayatının aşkı kathleen'le tanışır.

benim en sonunda portakalda vitamin olmayı başardığım, benden biraz büyük abilerimin de çocuk akıllarıyla ülkedeki karışıklığa anlam veremediği, annemin babamın üniversite hayatlarının kısa bir sekteye uğradığı günlerde ; 1980 senesinin ağustos ayının sonlarında thomas alan waits, kathleen brennan ile evlenir. şu dünyada evlenilecek belki de bir kaç yüz adamdan biri olan ve bana keşke otuz kırk yıl önce doğsaymışım dedirten tom da artık kendini evlilik müessesinin şefkatli kollarına atar. kanımca bu evlilik onun müziğini hem iyi hem de kötü etkilemiştir fakat çok da fazla girmek istemiyorum moralim bozuluyor zira.

aynı yıl heartattack&vine çıkar piyasaya. 1980'den sonra hem hayatındaki değişiklikler hem de yaşın kısmen kemale ermeye başlaması ile beraber, tom waits'in müziği de değişmeye başlar. pek hızlı yaşadığı gençlik yıllarını daha derin sözlerle analiz etmeye başlar, piyanosuyla daha sıkı ilişkiler içine girer. kanımca "özel" hayranları olan müzisyenler kategorisine girmesi kesinleşir müziğindeki bu değişimden sonra. şöyle de ilginç bir anektod vardır ki ; ilk zamanlar şarkılarını devamlı çalan radyolar bu yıldan sonra artık listelerinde tom waits'e çok da fazla yer vermemeye başlarlar.

bundan sonra bir çok albüm ve single çıkarır, bir çok filme soundtrack yapar ve bir çok filmde, tiyatro oyununda oynar. bir kaç filmde cameoluk yapar. kendisinin aktörlük kariyerini başka bir entyde incelemek üzere kenara not ediyor ve herkese bol tom waits'li geceler, sabahlar diliyorum.

" there ain't no devil, there's just god when he's drunk."

"i did my time in the jail of your arms..."

"the piano is fire wood, times square is a dream."

"i'd tell you about my secrets, but i'll lie about my past."

*: sarhoş olabilirim ama en azından deli değilim.
Leyla ile mecnun dizisi ile tanıştığım adam.
yavaş yavaş ergen tayfanın adamı olmaktadır. yazık be.
Başka bir duruş, başka bir sese sahip hani sadece o söylesin sen otur aşık ol. Öyle bir ses, etraf sanki buğulansın, oyle bir şapka ki sadece onda yakışık dursun bir adamdır.
closing time albümü ile kalbime işlenmiş olan insan.
dünyaya gelmiş en cool sanatçılardan biridir.
Bukowski dili ve edebiyatı diye bir şey tamam yoktur ancak bu adam bunun edebiyatını yapmıştır. Ustadır...
güncel Önemli Başlıklar