bugün
- yazarların kız çocuğu olursa koyacağı isimler9
- macar bakanının türklük açıklaması10
- yanındakiyle yaşar aklındakiyle ölürsün13
- istanbulda vurularak öldürülen okul müdürü16
- ali koç'un jose mourinho ile anlaşması22
- sözlük yönetimi beni silsin mi16
- ameliyat ettikleri hastann karnında mala unuttular10
- anın görüntüsü16
- 25 yaşında üniversite okumaya niyetlenmek8
- 1 85 boyunda zeki esprili yakışıklı kültürlü erkek30
- sözlüğün terzisi8
- 007 silik yesin kampanyası9
- suratı sabunlamak8
- eksi ruyaları kaldıracak kantar11
- bir erkeği cezbeden şeyler11
- bik bik silik yesin kampanyası9
- nervio'nun güzel ellerinden yiyeceğim dayak10
- sözlük yazarlarının boy kilo ölçüleri11
- düşün ki o bunu okuyor11
- rusyaya gidince kızlar etrafımda pervane olacak17
- hayatınız boyunca sizi en derinden yaralayan olay19
- görüldü bile atmayan insan tipi22
- galatasaray17
- fenerbahçe8
- kocaeli de fabrikada yaşanan cinsel grup seks14
- yazarların evlenmek istedikleri dizi karakterleri11
- iğrenç bir his tarif et8
- allah yerine hızır'dan yardım istemek14
- eloande'ye zengin koca bulmak8
- aşık olmak12
- mimarlığı bırakmak13
- flörtü eleme sebepleri12
- erkeklerin iğrenç özellikleri21
- öğretmen maaşları17
- keki kabarmayan sözlük kızı30
- sözlükteki kızlar mı dışardaki kızlar mı10
- deniz gezmiş25
- fenerbahçe neden şampiyon olamıyor17
- eloande14
- bebeği gibi seven incitmeyen değer veren erkek13
- fener olmasa galatasaraylılar kimle dalga geçecek9
- 6 mayıs 2024 konyaspor fenerbahçe maçı30
- bik bik'in 18 saat 30 dakikadır sözlüğe girmemesi12
- hayatta kalmak için cebinde köpek maması taşı9
- akp'nin galatasaray'ı destekleme nedeni17
- icardi'nin burnuna kafa atacak olmam13
- durduk yere tribe giren erkek17
- allah ile tanrının farkı var mı9
- 5 mayıs 2024 galatasaray sivasspor maçı17
- bülent uygun10
nefs'i muhtelif mertebelerden oluşan bir hiyerarşi içinde açık kılmaya çalışan teorinin uzunca bir süreç içinde oluştuğu kesindir.
Bu süreci anlamak için başka şeyleri anlamaya ihtiyaç var.
Dünyayı ve eşyayı Kur'an'dan hareketle anlamak ve tanımlamak zorunluluğunu hisseden dindar bilinç, gayet tabiidir ki kelime ve kavramlarını Kur'an'dan temin edebilmek için elinden geleni yapmış, Kur'an'ın en küçük bir işaretinden bile istifade etmek için büyük çaba göstermiştir.
Aradıklarını bulmakta da hiç güçlük çekmemiştir.
Tarih içerisinde oluşan teoriler, bu açıdan, dinî değil, aklî ve nazarîdir. Daha açıkçası yapılan açıklama teşebbüslerinin hiçbiri islâm değildir, ve fakat islâmî'dir. Yani müslüman bilincin eseridir. Dolayısıyla hakikat(in kendisi) değil, bilâkis onun ifadesi ve temsilidir.
Sürekliliği de bu cihettendir. Duygusal yaşantıların kavramsallaştırılma gücünden.
Dindar bilinç, inancını ve duygusal tecrübelerini kavramsallaştırabildiği ölçüde onlara süreklilik kazandırır. Çünkü ancak böylelikle üzerinde konuşulacak bir alan oluşabilir.
Konuşulabilecek ve sınanabilecek bir alan.
imanın (inancın) değil, iknânın (tutarlılığın) geçerli olduğu bir alan.
Sözgelimi "Kaal ilmi değil, hâl ilmidir" denilen tasavvufun, bir zamanlar kaale gelmeseydi, kalemin konusu yapılmasaydı, sıradan bir edebiyattan ne farkı kalırdı?
Evet, tavavvuf hâl ilmidir, ama yine de bir ilimdir. Teorik bir dil kullanması kaçınılmazdır bu yüzden. Her defasında sağlaması hâl ile yapılacak bir dil...
Kelimeleri değil sadece, terimleri de olan bir dil...
Nefs meselesinde de önce ikili/üçlü tasnifler kullanılmış, sonra dörtlü tasnif yaygınlaşmış, en nihayet bu tasnif de yedi mertebe olarak kemâline erdirilmiştir.
ikkat edilmesi gereken, burada, itibarın itibar-ı aklî olmasıdır. Bu tür tasnif ve tertiblerden maksad, bazı ayrıntıları ifade etme ihtiyacıdır.
Niçin?
Sırf insanın ruhî/manevî yaşamını kavramsallaştırmak için. irfanı mümkün olabildiği kadarıyla ilme dönüştürmek için. Talibin, insan yaşamının en köklü tecrübeleriyle hiç değilse zihnen yakınlık kurmasına yardımcı olmak için.
Tertib ve tasniflerin nassî değil aklî, itikadî değil inşâi olmasının hikmeti budur.
Bazı ustalar Varlığı ikiye ayırmış, bazıları dörde, bazıları yediye, bazıları kırka...
Maksada hizmet ettiği ölçüde hepsi de caizdir.
Bu türden teorik inşâların devrin bilim anlayışıyla uyum içerisinde olduğunu bilmek gerek. Nitekim klasik fizik, tıb ve psikoloji ilkeleri nazar-ı itibara alınmadan bu yapıları derinliğine kavramak mümkün değildir.
insanın en köklü hâllerine ilişkin kadîm kavramsal yapılarla çağdaş dindarlığın bir türlü yakınlık kuramamasının en temel nedeni, bu yapıların arkasındaki bilimsel çerçevenin analiz dışı bırakılmış olmasıdır.
Sözgelimi ibn Arabî'nin veya Hz. Pir-i Mevlanâ'nın kullandığı dilin, o devrin tıb ve psikoloji verileriyle uygunluk arzettiği ve Tevil'in/Yorum'un gücünü artıran bir cihetin de doğrudan bu uygunluk olduğu dikkate alınacak olursa, acaba devrin tıb ve psikolojisi nazar-ı itibara alınmadan tek başına Füsûs'un veya Mesnevî'nin hakkı verilebilir mi?
Aslâ!
Bu sorunun sorulmasında ve bu cevabın verilmesinde bir fevkaladelik yok!
Suâli şöyle soralım o hâlde, ve erbab-ı himmetten bir cevap bekleyelim:
Geleneksel yapılar, meselâ tasavvufî ve felsefî ruh/nefs/akıl/beden nazariyatı, bugünün bilimsel verileriyle ne denli uygunluk içerisindedir?
Modern insanın sorunlarını, çelişkilerini, çıkmazlarını yorumlamak bakımından geleneksel nazariyâtın açıklama gücüne ne kadar güvenebiliriz?
Farklı temellerden köken alan yapıları birbirleriyle karşılaştırmak mümkün müdür? Mümkünse bu karşılaştırma hangi ilkeler, hangi veriler çerçevesinde gerçekleştirilebilir?
Farklı bilimsel paradigmaları karşılaştırmak mümkün, peki ya duygusal (dinî) bir yapı ile kavramsal (aklî) bir yapıyı?
islâm dünyası kavramsal olanla duygusal olanı dikkatle tefrik edebilecek entelektüel kararlılıktan yoksun görünüyor.
Tamir ettiği çatının üzerine yıkılmasından korktuğu için, entelijensiya, 'dinî' metinleri tartışılması (doğrulanması veya yanlışlanması) hem gereksiz, hem imkânsız 'edebî' metinler derekesine indirgemekten hiç çekinmiyor.
Bugün adına Tasavvuf denilen cereyanın bir zamanlar bilimsel karşılığı ilm-i Hak ve/veya ilm-i Vücûd idi.
Şimdiyse tasavvuf edebiyatı. Aklı yere seren değil, akıldan kaçan mistifikasyonlar mecmuası.
"Anlamazsın, yaşaman gerekir" hakikatini vulgarize eden ciddiyet yoksunluğu.
Bir adım sonra, mürid biriktirme hevesi.
Hakikat talibinin siyaset dışı kalmak konusundaki hassasiyetini anlayabilirim, ama bilim-dışı, akıl-dışı kalmayı bir marifet gibi sunması karşısında susamam.
Kaal ilmi'nden vazgeçtik, Hâl ilmi'ni ise öpüp başımıza koyuyoruz.
Peki ya, ilimden/irfandan yoksun sözümona 'hâl' şarlatanlığını?
Onu da tüccarâna terkediyoruz; talibin ayaklarının dibine...
Şarlatanlığın üstesinden gelebilirse ancak talib yolun hakkını verebilir.
Gayenin.
Aşk u iştiyakın yani.
(bkz: dücane cündioğlu)
Bu süreci anlamak için başka şeyleri anlamaya ihtiyaç var.
Dünyayı ve eşyayı Kur'an'dan hareketle anlamak ve tanımlamak zorunluluğunu hisseden dindar bilinç, gayet tabiidir ki kelime ve kavramlarını Kur'an'dan temin edebilmek için elinden geleni yapmış, Kur'an'ın en küçük bir işaretinden bile istifade etmek için büyük çaba göstermiştir.
Aradıklarını bulmakta da hiç güçlük çekmemiştir.
Tarih içerisinde oluşan teoriler, bu açıdan, dinî değil, aklî ve nazarîdir. Daha açıkçası yapılan açıklama teşebbüslerinin hiçbiri islâm değildir, ve fakat islâmî'dir. Yani müslüman bilincin eseridir. Dolayısıyla hakikat(in kendisi) değil, bilâkis onun ifadesi ve temsilidir.
Sürekliliği de bu cihettendir. Duygusal yaşantıların kavramsallaştırılma gücünden.
Dindar bilinç, inancını ve duygusal tecrübelerini kavramsallaştırabildiği ölçüde onlara süreklilik kazandırır. Çünkü ancak böylelikle üzerinde konuşulacak bir alan oluşabilir.
Konuşulabilecek ve sınanabilecek bir alan.
imanın (inancın) değil, iknânın (tutarlılığın) geçerli olduğu bir alan.
Sözgelimi "Kaal ilmi değil, hâl ilmidir" denilen tasavvufun, bir zamanlar kaale gelmeseydi, kalemin konusu yapılmasaydı, sıradan bir edebiyattan ne farkı kalırdı?
Evet, tavavvuf hâl ilmidir, ama yine de bir ilimdir. Teorik bir dil kullanması kaçınılmazdır bu yüzden. Her defasında sağlaması hâl ile yapılacak bir dil...
Kelimeleri değil sadece, terimleri de olan bir dil...
Nefs meselesinde de önce ikili/üçlü tasnifler kullanılmış, sonra dörtlü tasnif yaygınlaşmış, en nihayet bu tasnif de yedi mertebe olarak kemâline erdirilmiştir.
ikkat edilmesi gereken, burada, itibarın itibar-ı aklî olmasıdır. Bu tür tasnif ve tertiblerden maksad, bazı ayrıntıları ifade etme ihtiyacıdır.
Niçin?
Sırf insanın ruhî/manevî yaşamını kavramsallaştırmak için. irfanı mümkün olabildiği kadarıyla ilme dönüştürmek için. Talibin, insan yaşamının en köklü tecrübeleriyle hiç değilse zihnen yakınlık kurmasına yardımcı olmak için.
Tertib ve tasniflerin nassî değil aklî, itikadî değil inşâi olmasının hikmeti budur.
Bazı ustalar Varlığı ikiye ayırmış, bazıları dörde, bazıları yediye, bazıları kırka...
Maksada hizmet ettiği ölçüde hepsi de caizdir.
Bu türden teorik inşâların devrin bilim anlayışıyla uyum içerisinde olduğunu bilmek gerek. Nitekim klasik fizik, tıb ve psikoloji ilkeleri nazar-ı itibara alınmadan bu yapıları derinliğine kavramak mümkün değildir.
insanın en köklü hâllerine ilişkin kadîm kavramsal yapılarla çağdaş dindarlığın bir türlü yakınlık kuramamasının en temel nedeni, bu yapıların arkasındaki bilimsel çerçevenin analiz dışı bırakılmış olmasıdır.
Sözgelimi ibn Arabî'nin veya Hz. Pir-i Mevlanâ'nın kullandığı dilin, o devrin tıb ve psikoloji verileriyle uygunluk arzettiği ve Tevil'in/Yorum'un gücünü artıran bir cihetin de doğrudan bu uygunluk olduğu dikkate alınacak olursa, acaba devrin tıb ve psikolojisi nazar-ı itibara alınmadan tek başına Füsûs'un veya Mesnevî'nin hakkı verilebilir mi?
Aslâ!
Bu sorunun sorulmasında ve bu cevabın verilmesinde bir fevkaladelik yok!
Suâli şöyle soralım o hâlde, ve erbab-ı himmetten bir cevap bekleyelim:
Geleneksel yapılar, meselâ tasavvufî ve felsefî ruh/nefs/akıl/beden nazariyatı, bugünün bilimsel verileriyle ne denli uygunluk içerisindedir?
Modern insanın sorunlarını, çelişkilerini, çıkmazlarını yorumlamak bakımından geleneksel nazariyâtın açıklama gücüne ne kadar güvenebiliriz?
Farklı temellerden köken alan yapıları birbirleriyle karşılaştırmak mümkün müdür? Mümkünse bu karşılaştırma hangi ilkeler, hangi veriler çerçevesinde gerçekleştirilebilir?
Farklı bilimsel paradigmaları karşılaştırmak mümkün, peki ya duygusal (dinî) bir yapı ile kavramsal (aklî) bir yapıyı?
islâm dünyası kavramsal olanla duygusal olanı dikkatle tefrik edebilecek entelektüel kararlılıktan yoksun görünüyor.
Tamir ettiği çatının üzerine yıkılmasından korktuğu için, entelijensiya, 'dinî' metinleri tartışılması (doğrulanması veya yanlışlanması) hem gereksiz, hem imkânsız 'edebî' metinler derekesine indirgemekten hiç çekinmiyor.
Bugün adına Tasavvuf denilen cereyanın bir zamanlar bilimsel karşılığı ilm-i Hak ve/veya ilm-i Vücûd idi.
Şimdiyse tasavvuf edebiyatı. Aklı yere seren değil, akıldan kaçan mistifikasyonlar mecmuası.
"Anlamazsın, yaşaman gerekir" hakikatini vulgarize eden ciddiyet yoksunluğu.
Bir adım sonra, mürid biriktirme hevesi.
Hakikat talibinin siyaset dışı kalmak konusundaki hassasiyetini anlayabilirim, ama bilim-dışı, akıl-dışı kalmayı bir marifet gibi sunması karşısında susamam.
Kaal ilmi'nden vazgeçtik, Hâl ilmi'ni ise öpüp başımıza koyuyoruz.
Peki ya, ilimden/irfandan yoksun sözümona 'hâl' şarlatanlığını?
Onu da tüccarâna terkediyoruz; talibin ayaklarının dibine...
Şarlatanlığın üstesinden gelebilirse ancak talib yolun hakkını verebilir.
Gayenin.
Aşk u iştiyakın yani.
(bkz: dücane cündioğlu)
güncel Önemli Başlıklar