bugün

görsel

bu dünyada her insanın en az bir kez yaşaması gereken muhteşem, doğaüstü güzellikte tecrübe. sabah kahvaltısı olur, öğle yemeği olur, akşam yemeği olur... askerde olur, okulda olur, kamu yemakhanesinde olur, ucuz devlet kurumu tatil kamplarında olur... ne olursa olsun insan hayatında bir kez 4+1 çatalbıçak gözü olan çelik tabldotu alıp, sıraya girip yemek yemeli.

bakın burada önemli birkaç husus var.

- tabldot kesinkes çelik olacak. o strafor olanlar bu hissiyatı asla yaşatmaz. düğünde müğünde tavuk döner yenir straforla, sonra kaldırıp çöpe atarsın. çelik olduğu zaman bir kere "lan acaba düzgün yıkandı mı" tereddütü basar insanı daha eline alır almaz. acaba bundan önce yemek yemiş olan herif tüberkiloz muydu, verem miydi, kuduz muydu da yarısını ısırıp karnıyarığın dibini sıyırmak için ayırdığı son ekmek parçasıyla size virüsleri yılbaşı hediyesi olarak bıraktı mı diye tırsarsınız ama nafile. artık çok geçtir. o çaresizlik hüce zarlarınızın içinden adeta istilacı uzaylılar gibi girer ve tüm dna kodlarınıza yapışır.

- kesinlikle önünüzde bir sıra olacak. o sıra sosyal hayatın, kapitalist düzenin, insanoğlunun son 100 yılda ayyuka çıkardığı o hiyerarşik yalanların hepsini bir anda skipatar. önünüzde ve arkanızdaki adam sizinle aynı sıradadır artık. kimsenin kimseye bir sik ucu kadar üstünlüğü yoktur. herkes bir tarağın dişleri gibi eşittir. düşünün mesela, bir önünüzdeki adam normalde sizin 4'te biriniz kadar maaş alan biri iken, bir arkanızdaki adam sizin çalıştığınız şirket gibi onlarcasına sahip bir holding patronu bile olabilir. artık hepiniz aynı sırada, aynı şartlarda, aynı etik düzene köle olmuş birer canlısınız. önünüze konan kadar yiyebilir, onunla yetinebilirsiniz. başka çareniz yok. başka hakkınız ve başka üstünlüğünüz de yok.

- yemekte ne var heyecanı bu saydıklarımın en can alıcı kısmı. bu hazzın doruk noktası, tabldotla yemek yeme meditasyonunun nirvanasıdır işte. elinizdeki tabldotta 5 göz var. biri çatal kaşık gözü. diğer dördü ise biraz sonra sırayla dolacak olan pandoranın kutuları adeta. ben bunu sevmem şımarıklığı yok. yemek zorundasınız. yemezseniz aç kalacaksınız. bir sonraki öğün en az 5 saat sonra çünkü. ya birine salata gelirse! aman allah'ım, hele bir de kuru soğanlı domatesli çoban salataysa... böyle bir mucize olabilir mi? lütfen olsun çünkü... ya da bir göze cacık gelir. o cacığı kaşıkla içmeye çalışmak dünyadaki en büyük işkencelerden biridir. tabldotun dibinde kalır. asla tam olarak bitiremezsin. ziyan olur hep. ya da kaşıkla kenara doğru ittirmeye çalıştığınızda hep pilavın içine kaçar. allah'ın ne büyük felaket! içim daraldı şerefsizim. belki yemekte mercimek vardır. o gaz mahvedektir sizi bütün gün. çare yok! yenecek o yemek. size biçilen değer bu.

işte gördünüz dostlarım. bir tabldotla bile insan tüm benliğini bulabilir. tıpkı bir budist keşişin çıkması gereken yüzlerce merdiven basamağı gibi siz de her gözde, her yemek çeşidinde hayatın bir güzelliğini ya da bir zorluğunu daha keşfedeceksiniz. sizin sınavınız da bu işte. o tabldotun gözlerinde hayatı sorgulamak. kendinizi tanımak. şahsiyetinizi yeniden keşfetmek. hayatın bundan sonraki evresi için yeni bir sen inşaa etmek. verdiğiniz ve vereceğiniz bu amansız savaşa yeni stratejiler geliştirmek. kazanmak ya da kaybetmek.

işte bütün mesele bu...
Üniversite yemekhanesini kullanmama sebebi.
Adam yandaki cafede manitalarla Armutlara uzanmış oturuyor, sen elinde tabldot ile yemekhane sırası bekliyorsun... yok böyle bir avamlık amk.
O yüzden üniversite boyunca hiç yemekhanede yemek yemedim.
hele ki köylerdeki düğün yemeklerinde olunca bambaşka bir tadı olan bir sıra bekleme hali.
itiraf ediyorum, hayatımda hiç yapmadım. Üniversiteyi de ailemin yanında okudum, gerek olmadı ve hiç tecrübe etmedim.
bazen yer kalmaz, helvayı da çatal kaşık bölmesine koyarsın...
gözyaşları sel olur...
bu da bonus; görsel
Özlenendir.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar