bugün

''kollarını göster. nasıl oldu bu iz?'' dedi bu sabah doktor. ''hatırlamıyorum.'' dedim. ''ama tek bildiğim bu dikişler yüzünden bir zamanlar polis kolejinden ayrılmak zorunda kaldım.''

ara ara gelen baş dönmelerim yüzünden bu sabah doktora gitmek zorunda kaldım. zorunda kaldım, çünkü bana kalsa gitmeyecektim. ama hastaneye gidip görünmem konusunda biri ısrar ediyordu, kıramadım. gittiğim doktor başımın dönmesi durumu haricinde başka şeylerle de ilgilendi. kolumdaki iz gibi mesela. ben de sakin kalmaya çalışıp, işi yokuşa sürmeden verdim sorularının beklediği cevapları. tek istediğim bir an önce hastaneden çıkmaktı.

''peki kolunun bu pazı kısmındaki çizik nasıl oldu?''
''bir kavgada oldu sanırım, hatırlamıyorum.''

kafasını sallıyordu önündeki kağıda bir şeyler yazarken. sorduğu sorularda ve verdiğim hiçbir cevapta, daha önce duyduğu cümleler yer almıyordu belli ki. ama aslında yanılıyordum böyle düşünürken. emindim insanoğlunun en berbat türlerine en ince ayrıntısına kadar tanıklık etmek zorunda kalmış olduğuna. kısa boylu ve hafif toplu bu adamın mesleği, belki de dünyanın en geçersiz olan mesleğiydi. en hayalperest mi yoksa? öleceğini bildiği insanları kurtarmaya çalışmak. doktorluk.. ölümü dizginleyemeyeceğini bilen doktorun üzerinde yoğunlaşabileceği tek konu, acısız bir yaşam ve dolayısıyla acısız bir ölümdür. yani ''ben acılara dayanırım, nasıl olsa öleceğim'' diyen birinin beyaz önlüklülere ihtiyacı olmaz. keyfe keder bir meslektir doktorluk. aslında tiyatroculara, sanatçılara benziyorlar. onlar gibi, 'şu anı' iyileştirmeye çalışıyorlar ve en önemlisi ölümü unutabiliyorlar. o yokmuş gibi mesleklerini icra etmeye devam ediyorlar. doktorluk dışındaki tüm mesleklerde, mesleğinde başarılı olanların ölümsüz eserleri, kendilerinden sonra var olacak yapıtları olur. bunlar bir avukatın adıyla anılan yasadan, bir kaporta ustasının yeniden hayat verdiği hurda arabaya kadar gider. ama doktorun en sağlam yaptığı insan bile en fazla 50-60 yıl yaşar. onun için, doktor isimleri de sadece hastanelerdeki bölümlere, tıp fakültelerindeki amfilere verilir. gönüllerini almak için. bir zamanlar iyileştirdikleri, ölümden kurtardıkları insanların 'mezarlarına' verilemeyeceğine göre isimleri, ancak kendi alanlarında yaşamaya devam eder. oysa belki de mezarlıklara verilmelidir adları. ''doktor x sayesinde bu kadar uzun yaşadık ve rahat öldük!'' benzeri yazılar süslemelidir mezarlıkların girişini.

her neyse. arada gelen baş dönmesi şikayetiyle gittiğim hastanede, önce filmimi çektiler. sonra filmle beni alt kata yolladılar. basamaklardan yavaş yavaş inerken, bir yandan da bir hastalığımın olup olmaması konusunun aslında o kadar da önemli olmadığını düşünüyordum. tabii kendim için. ama ailemin yanına, yani hayata henüz 3-4 ay önce dönmüştüm. şüphesiz ki onlar için önemliydi. kabul etmeliyim, buraya dönmem belki de en büyük adımdı hayatın içine atılan. yıllardır hiçbir şeye ait olmayan ben, artık bir devletin himayesindeydim. yıllardır kuralsız yaşayan ben, kurallara uyduğum takdirde toprakları üzerinde özgürce yaşamama izin verecek bir devletin vatandaşıydım. doğarken kazandığım, 19 yaşlarımda isteyerek kaybettiğim her şeyi geri almaya çalışıyordum şimdi. kimliğimi, insanlığımı, ailemi..

beyaz kapının üzerinde, doktorun isminin yazdığı sarı demir plaketin biraz altına üç kez vurdum. ''girin'' sesi geldi. girdim. gözlüklü, kısa ve zayıf bir adam oturuyordu içeride. güler yüzlüydü. eliyle oturabileceğimi işaret etmişti. oturdum ve elimdeki filmi uzattım. on saniye kadar bakıp kenara koydu. benimle konuşmaya başladı. sanki filmlerle değil, insanlarla ilgilen bir psikologdu. ''evet, sorun nedir?'' dedi. şaşırmıştım. çünkü bunu onun açıklaması gerekiyordu. ''neden yeteri kadar uyumuyorsun, neden sağlığına dikkat etmiyorsun, bunu soruyorum'' diye ekledi. tartışmaya niyetim yoktu. başladım konuşmaya ben de. düşündüklerimi, yaptıklarımı, deli cesaretimle göze aldıklarımı anlattım.
'' sorunumun ne olduğuna siz karar verin o halde. ben sadece yaptıklarımı anlatayım. 18-19 yaşlarımda, ailemden ve şehrimden ayrılıp gittim...''
yaklaşık 15-20 dakika boyunca, 3-4 soruyla kesilen bir konuşma yaptım. her cümlemin sonunda gözlüklü doktorun gözlerinin çapı daha da büyümüştü. ilk defa yeni bir insan türüyle karşılaşıyor olabilirdi. ve konuşmamın sonunda şu sözler çıkmıştı ağzımdan; ''ancak, artık tek kurtuluşumun ailemin yanına, evime dönmek olduğunu anladım. artık, iyi ve mutlu bir insan olabilme ihtimalimi geri istiyorum. kimliğim var ve yaşamak istiyorum. dinlemek istediniz, şimdi de sorunumun ne olduğuna karar verin.''

gerçekten de öğrenmek istiyordum bunu. yani sorunumun 14-15 yaşlarımda başlayan garip düşüncelerimin ve giderek canavarlaşmış beynimin nedenlerini öğrenmek istiyordum. birkaç saniye baktı bana. ağzını açtı ve teknik mesleki terimlerle konuşmaya başladı. ve sıra benim de anlayabileceğim cümlelere geldi. ''uykusuzluk, gerçek dünyadan istemli kopma, kendi bildiğini yapman, birçok kavramı ve kuralları reddetmen ve tek doğrunun kendininki olduğunu düşünmen. tabii bir de hiçbir zaman tıbbi yardım görmemiş olduğunu göz önüne alırsak, bütün bunlar katlanarak çevrende bir kabuğa dönüşmüş. ama anlaşılamayan tek bir şey var. o da kırılması bu imkansız kabuğunu sen kendi başına nasıl deldin? nasıl anlayabildin yaşadığın hayatın yanlışlığını? aileni özlediğin için onlara döndüğünü sanmıyorum. elbet de bu da var ama sırf bu nedenden olmasa gerek. belki de korktun. o şekilde yaşadığın sürece bir gün belki de öleceğini düşündün, korktun ve geri döndün.''

ölümden korkma fikri ilginçti. çünkü bu korkuyu hiç hissetmemiştim. kabul etmeliyim ki etkilenmişti geçmişimden. ilginç bir vakaydım. üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken. emekliliği için planladığı kitabının en az 20-30 sayfasında yer alabilirdim bu tür vakalarla ilgilenen doktorların.

evet bir hastalığım yoktu. tabii geçmişimden izler taşıyan ve yok etmeye çalıştığım zihnimin bir bölmesini saymazsak. benim de tahmin ettiğim gibi, uykusuzluktan oluyordu bu baş dönmeleri. en az 7 saat uyumamı ve bir süre bol bol istirahat etmem gerektiğini söyledi doktor. yıllarca doktora gitmemiştim. bugün o zinciri de kırdım, bunu fark ettim. ''işte dünya'' dedim. ''işte reddettiğin o medeniyet, kurumlar, kurallar.. daha ne istiyorsun? gerçek hayata hoş geldin!'' hoş bulduk..
Babamdan kaç yaşıma kadar nefret edeceğimi artık merak etmiyorum.
Sabah 9:15'te dersim var daha sonra ise bir kitap sunumu odevim var. Ama gel gor ki hala kitabi bitirmis degilim. Sunumu ne zaman hazirlayacagim. iyice tembellestim sozluk. Ya da birinden okkali bir beddua yedim heralde de o tutuyor.
odamın duvarındaki ufak lekelerin gün geçtikçe sümük olduğunu anlamak.

(bkz: uncompromised missile industries)
Hayatımdan bir günü daha değmeyecek bir şey uğruna heba ettim. Hem de saatlerin bile benim için çok değerli olduğu şu günlerde. Bari bunun için değseydi.
durduramıyorum kendimi, kaptırıyorum.
Etraf ruh hastası dolu, insan birini sevmeye korkuyor artık.

Yalnızlığın gözünü seveyim be, kafa rahat en azından.
Acı itiraflar;

görsel
ev arkadaşım mutfakta kahvaltı hazırlıyor. sabah sabah kırdığı 3. tabağın seside az önce geldi. içerde sirtaki mi yapıyor ne yapıyor belli değil.
arada sırada hiç tanımadığım ama hepsi de birbirine benzeyen bazı kadınları öldürmek geçiyor içimden. beni yakalayamacaklarına emin olsaydım büyük ve şanlı bir katil olmam olasıydı.
Bu ara gereksiz cok para harcadim.
Hayatımda geçirdiğim en berbat gün.hani ağlayamamak,bağırıp çağıramamak kimseye.bildinmi o duyguyu.1 gün bile görmesem içime bi öküz oturan kız benden uzağa gidiyor ve ailesinin tepkilerine bakarak bunun nedeninin ben olduğumu anladım.ağlayamamak işte tüm mesele bu.
Çok üşüyorum. Kışın bile bu kadar üşümedim.
yıllar evvel yeğenlerim ile beraber sabahlara kadar eğleniyorduk geceleri. ne gecelerdi o geceler. hayatımın en güzel günleriydi. hiç bir zaman aklımdan çıkmadı, bir ömür boyu çıkmayacakta.
rüzgar ne tarafa eserse oraya gidiyorum. bir gün istediğim bir şeyi diğer gün istemiyorum. 2 farklı gün de bundan 10 yıl sonra nereden görüyorsun kendini diye soranlara farklı cevaplar verebilirim. kararsızım ve lanet bir iç sorgulamadayım.
Tam bir kadın düşmanıyım. Elimde olsa bitki olup kadınlara ihtiyaç duymadan bitki gibi tohumlama yapmak isterdim.
Dün akşam 18:30 gibi üniversitede işim vardı içeri girdim 3 tane at gibi kız otostop çekiyordu almadım alırsam randevuya geç kalırım diye. Kafamı sikiyim.
yaşamak zorunda bırakıldığımız hayattan sıkıldım lan.
Oynadığım maçın özetini izledim.Kendimi beş saniye anca gördüm.içim parçalandı.
Sizinle mutlu olmayana yapacak hiçbir şeyiniz yok. Bir gün seni azad ederim umarım.
Son 2 senedir kendimi geliştirecek hicbir şey yapmadım. Her günüm bir önceki güne sövmekle geçti. Tam bugün iyi olacak her şeye yeniden baslıyacağım derken bi bakmışım yine aynı yerdeyim. Bunun herhangi bi nedeni yok aslında. ilk basta üsengeclik sanıyordum ama öyle değildi. Benimki umursamazlıktı. Her şeyi sktir ettim. Dersleri öğretmenleri okulu ailemi arkadaşları kitapları filmleri... Her seyi. Çünkü bıkmıştım. Bu döngüden sıkılmıştım. Ve sonra amacsız bir hayata mahkum oldum.

Geleceğe yönelik bi hayalim hedefim yok. Niye yaşıyorum bilmiyorum.
iyi şiir yazanlar hep az bilindi. kötü şairler hep çok sevildi. sırtı yük taşımaktan yarılanlar fakir öldü. onları övenler zengin.
her gün bu başlığa günün ilk entrysni girmek için fırsat kollayan tek ben değilim herhalde.
işerken kafamı duvara dayarım. geçen çok işemişim fayansın izi alnıma çıkmış. evde kimse farketmedi çünkü birbirimizin suratına bakmıyoruz teşekkürler.
çişimi tutmayı seviyorum. mesela şu an çok sıkıştım ama gitmiyorum tutuyorum. hadi bunu da öğrendi bu sözlük yine iyisiniz çok müthiş bir bilgi daha.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar