bugün

“hasan deri’ye iki çay!” diye seslendi diafonun öteki ucundaki çaycı çırağına. anlatmaya devam etti: “öyle işte bekir… memlekette epey sıkıntı çektik vaktinde, ne zaman benim amca oğlu verdi bana bu aklı; aldım çoluk çocuğu geldik istanbullara. küçücük bir dükkan açtık evvel. sonrasında büyüdü işler. gördüğün gibiyiz şimdi, bir sıkıntımız yok.”

-maşallah hasan abi, buralarda dikiş tutturmak kolay değil öyle. bak bizim köyden kimler kimler geldi, tutunamayıp döndüler memlekete yine. en son ramazan gelmişti, hatırlar mısın? tek ayağı aksak olan hani…

-duymuştum. n’olmuş sonra?

-dolandırmışlar mazlumu, bir kaç herif çelmiş bunun aklını, gel ortak dükkan açalım demişler. ramazan da varını yoğunu vermiş bu şerefsizlere, adamlar cukkalayıp kaçmışlar. bir daha hiçbirinden eser yok.

“deme be! yazık olmuş ramazan’a desene.” güldü. “e tabi kolay değil be bekir, eksik akıllı olmayacaksın bu devirde. bak mesela, benim amca oğlu bana akıl verdiğine göre kafalı adammış ama kendisi açlıktan sürünüyor şimdi köyde. sürecek bir tarlası bile yok, neden? çünkü kafalı olmakla akıllı olmak aynı şey değil, o kafayı kullanabilecek akıl lazım adama. ben akıllı adammışım ki büyüttüm işlerimi.”

-amca oğlunu da aldırsan ya yanına hasan abi, birlikte yürütseniz işleri.

“orada duracaksın işte!” dedi hasan. anlık hiddetini örtmek için yapmacık bir gülümseme takındı suratına: “allah herkesin rızkını verir, herkesin yiyeceği ekmek bellidir. öyle herkes amca oğlunu yanına aldırsaydı ohoo!”

- yok hasan abi yanlış anlama. amca oğlundur, daha iyi yardımcı olur. ne bileyim, elalem gibi kazık atmaz, diye dedim. malum etraf yamuk adamla dolu… kime güveneceğini şaşırıyorsun bu devirde. yoksa öyle tabi, herkesin rızkı kendine.

…

çayları getirdi 11-12 yaşlarındaki çırak, “iki tane yabancı kadın bizim ocağa sizin dükkanı sordu hasan abi, gelirler şimdi.” dedi.

“gelsinler bakalım.” ellerini ovuşturdu: “bizim ekmek kapımız ruslardır bekir, ruslar olmasa dericilik diye bir şey de olmazdı koca laleli’de…”

…

az sonra biri yirmili, diğeri otuzlu yaşlarda iki sarışın kadın geldi dükkana. uzun boylu, beyaz tenli ve fazlaca gösterişlilerdi.

“zdravstvuyte!” dedi dükkana girer girmez otuzlu yaşlarda olanı.

“dabro pajalavat!” diye karşılık verdi hasan güzel kadınlara gülümseyerek. rusçası -bunca yıldır laleli’de dericilik yapmasına rağmen- toplasan 10 kelimeden ibaretti. dükkanın arka tarafındaki elemanlarından rusça bilenine seslendi: “kamil gel oğlum, müşterilerimiz var.”

“kamil gitti abi.” dedi elemanlardan diğeri, “anası diyalize girecekmiş bugün.”

“hay onun anasına!” diye söylendi hasan, ” ne bok yiycez ulan şimdi, çağır gelsin.”

-karşıya geçecekti abi, çağırsak da gelmesi iki saati bulur, beklemez müşteriler. senin oğlanı çağırsak ya, o anlar dillerinden.

*

müşterilere el hareketleriyle -parmağıyla saatine vurduktan sonra, baş ve işaret parmaklarını hafifçe kısıp “azıcık” işareti yaparak- “sizi biraz bekleteceğiz” mesajını vermişti. kadınlar, hasan’ın yanlarına kadar çektiği taburelere karşılıklı oturup kendi aralarında bir şeyler konuşmaya başladılar.

hasan, bekir’e döndü: “bu rus karıları da bir başka oluyor yav, şunlara bak ilik gibi.”

bekir kızardı: “hep geliyorlar mı abi böyle kadınlar?”

-yahu bunların hepsi böyle zaten, içlerinde bir tane çirkinine rastlayamazsın.

-hakkaten hepsi böyle mi abi, nataşa değil değil mi bunlar?

-nataşa da var aralarında tabi, ama bunların nataşaları bizim nataşalar gibi değil, okumuş nataşa. geçen bizim kamil bunlardan biriyle sohbet etmiş, kadın memleketinde diş doktoruymuş ama burada daha iyi para kazanıyormuş.

şaşırmıştı bekir. okumuş nataşa mı olur diye düşündü içinden. hasan, rus kadınlarını öve öve bitiremezken o bir yandan çaktırmadan kadınlara bakmaya çalışıyor, bir yandan da uçsuz bucaksız hayal dünyasında +18 hayaller kuruyordu.

***

genç ve tok bir erkek sesiyle kendine geldi.

“selamunaleyküm” dedi ali.

“aleykümselam.” diye karşılık verdi dükkandakiler.

-heh şükür! oğlum müşterilerimiz yarım saattir seni bekliyorlar, bak köyden de bekir abin gelmiş, yanımıza uğradı.

-hoşgeldin abi, dedi ali.

-hoşbulduk ali, dedi bekir. koskoca adam olmuşsun yav. hadi müşterilerle ilgilen sen sonra konuşuruz.

***

hasan’ın en büyük oğlu ali müşterilerle ilgilenirken hasan ile bekir sohbet ediyor, bekir ise göz ucuyla kadınları kesmeye devam ediyordu.

- bu rusya çok soğuk memleket bekir, ondan böyle meraklılar deriye. biz malın hasını diğer dükkanda üretip bu dükkanda satıyoruz. bir kere bizden alışveriş yapan, müdavimimiz oluyor. bak kendi mallarım diye demiyorum... ucuza kaçmam üretirken, gelgelelim satarken de ucuza satmam.

-abi şimdi bu kadınlar nataşa değil mi?

“hayda! oğlum sana ne anlatıyorum ben. kafan karılarda değil mi?” bastı kahkahayı: “her sakallıyı deden mi sanıyorsun sen? her rus orospu mu olacak oğlum, tövbe tövbe.”

-belki öyledirler abi, sordursak mı ali’ye adaplıca.

-lan senin çenenin yayı kopsun! müşteri lan onlar! senin canın karı istiyor anlaşıldı, köyde yok değil mi böyleleri?

-yok valla hasan abi, böylelerini görmüşken nasiplenmeden dönmeyeyim köye.

-sus oğlum ali duyacak. hasan abin seni aç göndermez köye merak etme. dükkanı kapayalım, icabına bakarız. anavatanlarına götürürüm seni bunların. paran yoksa hiç heveslenme ama.

“sen de gelecek misin abi?” diye sordu sessizce. “yalnız çekinirim şimdi ben.”

“istersen aranıza kayıvereyim bende.” dedi hasan. “kaç yaşında adamım oğlum ben, ayıp. maksat senin gönlün olsun.”

“yapma gözünü seveyim hasan abi.” bir yandan da “bana ayak yapma şimdi” bakışı atıyordu hasan'a.

-bakarız. şşt sus geliyorlar.

***

elinde biri bordo biri siyah iki deri ceket ile ali önden, kadınlar da arkasından kasaya yaklaştılar. “bunları alacaklarmış baba.” dedi ali.

-vı prinimaete kreditnıe kartoçki?

-kredi kartıyla çekilir mi diyorlar baba, pos makinesini uzatıversene.

kadınlar kartları çekerken dahi, bekir kadınların vücut hatlarını süzmekten bir dakika vazgeçmemişti. “abi gidiyoruz değil mi dükkanı kapayınca?” diye fısıldadı hasan’ın kulağına.

“sus be oğlum, tamam dedik.” diye cevap verdi hasan.

***

müşteriler, “dobrıy veçer” deyip çıktıktan sonra, oturup ikişer çay daha içti hasanla bekir. ali yanlarına geldi.

-yav bu ali, senin en büyük abine benziyor hasan abi, şu belediyede memurluk yapana. kaşı, gözü, boyu posu aynı amcası. nasıl gidiyor aslanım, kaçıncı sınıftasın şimdi sen?

-lise sonuncu sınıftayım bekir abi.

“huyu suyu da aynı amcası.” dedi hasan. “saftirik, vur ensesine al ekmeğini. çok isterdim benim izimden gitsin, derici olsun diye ama olmayacak, bunda ticaretçi kafası yok. benim küçük oğlan bana benziyor, çakal. o olacak inşallah babası gibi, bu da amcası gibi memur neyin olur artık.”

“kısmet abi, herşeyin hayırlısı.” gözlerini büyüttü: “çıksak mı abi biz ufaktan, şu işi halletseydik?”

-ali biz çıkacağız şimdi. bekir abinin bir işi var onu halledeceğiz, sen dükkana göz kulak ol.

-olurum baba.

***

dükkandan çıkmadan, masanın üstünde duran ve üzerinde “hasan dericilik toptan ve perakende satış” yazısı bulunan kabartmanın üzerindeki tozu eliyle alıverdi kabaca.

-dükkanı kapamadan z raporu almayı unutma. çıkıyoruz biz.

sol adımla çıktı dışarı, “haydi bismillah, allah’a emanet olun, müşterilerle ilgilenin. annene söyle yemekleri yapsın, misafirimiz olacak. yorgun geliriz eve. bekir gel araba şu sokakta.” dedi.

***

babası yokken de babasının koltuğuna oturmazdı ali. bir tabure çekti. çekmeceden kalem alıp masanın üstündeki bulmacayı çözmeyi düşünmüştü. olmadı.

hiç yapmak istemediği ve kendi kendine bir daha bakmayacağına dair söz verdiği halde kalktı, ve elemanların yanına yaklaşmasının dahi yasak olduğu yazarkasayı açtı. oradaki varlığından, bir hafta kadar önce tesadüfen haberdar olduğu, binlerce fişin altına -aransa dahi bulunamayacak kadar özenle- saklanmış kondomun yerinde olup olmadığını kontrol etmek için yavaşça fişleri kaldırdı; yoktu.

ah şu adam...ne tuhaf adamdı!

boğazına koca bir yumru oturdu. kulakları uğuldamaya başladı.

“sen de allah’a emanet ol baba, allah işini rast getirsin, allah yardımcın olsun. sağ ayakla gir gireceğin yere, sol ayakla da çık.” dedi içinden.

babası haklıydı, gerçekten hiçbir zaman onun gibi olamayacaktı.. toparlanmaya çalıştı ve diafonun yanına gitti kafası karmakarışık:

“hasan deri’ye bir oralet getirir misiniz?”

---