gözyaşı...

sevinçlerin, üzüntülerin, çelişkilerin, çaresiz kalışların, burulan sıkılan iç dünyamızın dışa dökümüdür . herkes ağlar, ağlamıştır da...ancak

işin içinde sevgilinin ağlaması varsa o zaman etkileşim süreci zincirleme hale gelmektedir. zincirleme trafik kazaları kadar trajik üstelik.

hayatın merkezine konan, aldığı nefesle ısınılan, gülüşü ile güneşi çağrıştıran hayran bakışların odağı,akıldan çıkarılamayan, kıyılamayan sevgili, ağlama neticesinde gözyaşı döker.

çok pis bir durumdur harbiden... kendi acılarına, matemine, yaşantısındaki olumsuzluklara, kısacası hayatın getireceği her türlü piçliğe karşı bağışıklık kazanmış bünyenin en zayıf noktasından vurulma halidir, çalışmadığı yerlerden çıkan bir sınavdaki 40 dakikalık eli kolu bağlı bekleyişidir sevgilinin gözyaşlarına şahadet etmek.

"sevdiceğin" ağlaması işte...

zordur dedim ya, damlayan her tuzlu su parıltısı, kalbinize işleyip kan dolaşımınıza tesir eder, kanı pompalayan o yumruk büyüklüğündeki kalp acıyı pompalar bütün aceleciliği ile.

tuz yakıcıdır bilirsiniz, gözyaşı daha yakıcı, sevgilinin gözyaşı daha da yakıcı.

kalbin pompaladığı acı, kılcal damarlarda hissedilir hale gelince acı tanıdık olmaya başlar vucuda...

özümseyerek sevdiğiniz, kıymet verdiğiniz, bakmaya kıyamayacağınız derecede aşık olduğunuz kişinin şu yada bu şekilde gözlerinden dökülen damlaların kalp hizasına gelinceye kadar ne derece delici bir kıvamda olduğunu öğrenirsiniz.

her damlasıyla yangınlar çıkaran bir su, tuzlu bir su...

aşk böyle bir şey işte, söndürme özelliği olan suyun bile yakıcı bir hal alışını öğrenir insan sevgili sayesinde.

ve her tebessümün hektar hektar orman yangınları ile uğraşan kalbi bir anda nasıl ferahlattığını/serinlettiğini/ ve yeniden heyecanla bir uğur böceği ürkekliğinde atmaya başlattığını öğrenir insan...

bir yanar, bir söner insan.
(bkz: badem-sen ağlama)