bugün

zeki kayahan coşkun'un akşam'da yazdığı yazıdır.şöyle ki:

konu arada bir gündeme geliyor...

serdar ortaç yaşadıkça da, 1999 yılında mgd gecesindeki fiştekleyici tavrı ve ahmet kaya'nın fransa'da 'vay benim köpek yalnızlığım' diyerek ıstırap içinde ölmesi, zaman zaman önüne koyulacaktır kendisinin...

klasik bir doktor cümlesi olarak; 'hastalığınla yaşamayı öğrenmen gerek' serdar ortaç'a tavsiyemdir...

zannediyorum ki, bir yerde sahne almadan önce en büyük kabuslarından biri 'o gece yaptıklarımdan dolayı biri tepki gösterecek mi?'dir..

ve eminim ki, hayat montajına girme imkanı olsaydı, pişmanlığını kusarak, o sahneyi ömründen çıkarttırıp öyle devam ederdi yoluna...

ahmet kaya'yı sevmek için birçok bahaneniz olabilir...

sevmemek için de...

kimi 'ben sadece şarkılarını seviyorum...' der, dudak büker geri kalanına...

şarkılarını da, kendisini de sevip; villalarda oturmasına, lüks arabalara binmesine, hayatının son dönemlerinde magazinel bir hayatı seçmesine kızanlar da çıkabilir...

son 2-3 albümü berbattı düşüncesine sahip olanlar da vardır...

kalıbının adımı değilmiş diye düşünenler de olabilir...

'ama bölücü o...' suçlamasında bulunanlar da...

bana türküyü sevdiren adamdır ahmet kaya...

karadeniz, akdeniz, ege, anadolu türkülerine albümlerinde yer vererek, bölücü değil; bütünleyici olmuştur benim için...

'evlerinin önü mersin...' türküsünü ahmet kaya'dan duyana dek, türkülerin kıymetini bilmiyordum...

kara yılan'ı tanır mısınız?..

ahmet kaya tanıttı bana bir türküsünde...

ve 14-15 yaşında öğrenmiştim, antep'in fransız işgalinden kurtuluşunda yer almış bir kahraman olduğunu...

ayrılık telaşını, aşkı, dımdızlak ortada kalmayı ondan daha iyi anlatana rastlamadım...

türkçe'yi çok iyi kullanmasını nasıl es geçerim...

şarkılarına ustaca yerleştirilmiş betimlemelerle, şarkıyı dinlemiyor; gözümün önünde yaşıyordum...

ama bölücü o...

ya serdar ortaç?..

serdar ortaç'ın konuştuğu türkçe'ye dikkat ettiniz mi?..

'ama conversation'ın dozunu kaçırdınız...

eğleneceğin en maksimum akşam bu akşam olsun...

bildiğin geniş işte, darın opposite'i...

diksiyon dersleri alıyorum, kelimeleri doğru pronounce etmek için'...

(kaynak: shockhaber)

peki şarkılarındaki anlatım bozukluklarına, bayağılığa ne demeli?..

inceleyelim...

hadi diyelim biri çok deli sevdi/ senin için her şeyi, her şeyi verdi / ya bir gün olur sana bel kıvırırsa?/ binlerce dansöz var...
burada söylemek istediği; gün gelir de sevdiğin tüm yaptıklarına rağmen, sana 'burun kıvırırsa', beğenmezse seni görürsün gününüdür... sevdiceğimizin bize bel kıvırması-dansöz bile olsa- olumsuz değildir... şahanedir bilakis...

adam gibi yürekli ol, çık karşıma bak yüzüme/ yalandı de, unuttum de, aldattım de, bağır yüzüme/ senin kokun, senin dokun, senin tadın yetmedi de/ sokaktaki köpek kadar gururlu ol, bağır yüzüme...
sevdiceğimiz kalkıp da bize, öpülesi ağzıyla itiraz ederken; 'senin dokun bana yetmiyor' derse bir mana teşkil etmez... doku; kan doku, bağ doku, kıkırdak doku, kas doku, yağ doku, sinir doku, sümük doku gibi alt başlıklardan oluşur... hücre bilinci gelişen sevgili ise söz konusu kişi, histolojiyle ilgileniyorsa itiraz edemeyiz tabii...

geceleri çok soğuk olur/ istanbul'un caddeleri/ üşüme sakın güzelim/ kucağıma gel geceleri...
istanbul'un caddeleri soğuktur moğuktur ama temizdir... özellikle de geceleri belediyenin temizleme araçları vızır vızır... büyükşehir çalışıyor!..

seni aşkımızdan, şarkımızdan/ okyanustan da çok sevdim/ ama tek suçum/ aşkı anlatırken, tarifi zor bir yol seçtim...
okyanus mu?.. kişi aşıksa, sevgiyi göstermek için mukayese gereci; okyanus, ay, ırmak, ova olabiliyor demek ki... peki hangi okyanus?.. gerçekten tarifi epey zor bir yol olmuş...

bu devirde kimse sultan değil/ hükümdar değil, bezirgan değil/ bu kadar güvenme kendine/ kimse şah değil, padişah değil/ bu zamanda kimse sultan değil...
serdar ortaç'ın bezirganı; hükümdar, şah, padişah gibi üst düzey bir yönetici sandığını bir kez de ben yazayım... oysa türk dil kurumu bezirganı şöyle tanımlıyor: alışverişte çok kar amacı güden kimse... yani günümüzde bezirgandan geçilmiyor...

kırkından sonra amcam/ çeker halayı/ e amcamın zamanında/ halay mı vardı?..
vardı serdar vardı... emin ol, halayın tarihçesi amcandan daha eskidir... çoooook daha eskidir hatta... ama sen yine de amcana tekrar sor, yanıltmayayım seni!..

taşıma su taşıma su senin aşkın/ yakı yakı yakıyorsun güneş açtın/ gece mece güldürmece neşe saçtın/ taşıma su taşıma su senin aşkın...
yakı yakı?.. bili bili biliyoruz ki tuhaf bir şey bu da... ayrıca kafiye oluştuysa, şarkı sözü tamamdır düşüncesi bilindik bir yanı yanı yanılgıdır...

bana kalırsa serdar ortaç daha bölücüdür...

'jötem jötem... ille de jötem' gibi anlamsız sözlerle, türkçe'yi hiçe sayarak şarkı söyleyen kişi daha zararlıdır...

ulusçu olmayacak mıyız?..

bir ulusu yok etmek için önce dilini ve kültürünü yok etmek gerekiyor ya hani...

dilimize sahip çıkmayacak mıyız?..

türkçe'yi, kültürümüzü korumayacak mıyız?..

türkçe'yi kötü kullananları yasaklamayacak mıyız?..

kültür bakanlığı albümlere bandrol verirken, türkçe'nin kullanımı hususunda hassas davranmayacak mı?..

serdar ortaç'a da çatal bıçak fırlatıp, linç etmeyecek miyiz?..

ben onuncu yıl marşı'nı söylemek için, mikrofonu kaptığım gibi sahneye çıkmaya hazırım...

yeter ki ortam oluşsun, goygoyculuğun kralını yaparım!..

zeki kayahan coşkun
21 ocak 2007 / akşam gazetesi
(bkz: en süper serdar ortaç şarkıları)
(bkz: sekiz senede bir nükseden kuyruk acıları)

şunu da belirtmek isterim:

serdar ortaç'ı zerre kadar sevmem ama ahmet kaya'ya böyle bir dersi, populist bi şekilde de olsa goygoycu bir tavırla bile olsa vermiş olabilmesi taktire değer.