bugün

film ilk yarısına kadar iyi, yarısından sonra çok saçma.
Mabel matiz in maya albümün de yer alan şarkı.

Arka vokelde sıla nın olması ayrı bi tat katmış şarkıya.
mabel'in loopa aldıran şarkısı. nağmelere gel. ey yavrum ey.
tarla sarmaşığı (Convolvulus arvensis)

en sevdiğim yabancı otlardan biridir.
Son yıllarda çekilmiş güzel bir tek mekan filmi. Ayrıca filmde hiç kadın oyuncu yoktur.
izlediğim en iyi türk gerilim filmi olabilir. yani başlangıçta normal seyirde devam ederken bam bam bam olaylar gelişmeye başlıyor ayrıca cenk rolünde ki nadir sarıbacak mükemmel oynamış. vakit bulunduğunda kesinlikle izlenmesi gereken bir film.
Güzel film metaforlar falan ama metaforların anlamları çok belli oluyor. Bilal izlese “aa bunlar babamları anlatmış” der o kadar anlaşılır. Nadir sarıbacak (fetöcüymüş!) yine çok iyi oynamış. Gerçekte fötöcü çıkması beni şoka uğrattı.

--spoiler--

“göt yalayıcılar o adam üstüme geldiğinde hiç sesiniz çıkmadı. amına kodumun salakları niye burdayız lan biz? biz niye gitmiyoruz ulan?! parası olan gitti, belki o armatörü tanıyanlar çoktan aldılar paralarını. biz niye gitmiyoruz, o senin ihtiyarın maaşı tıkır tıkır ödeniyor ondan gitmiyoruz, ondan anamızı sikiyor o ihtiyar. kim için sikiyor armatör için sikiyor. armatör nerde, dağa kaçtı, dağ nerde, suya düştü, armatör ‘gemicikleri’ aldı şimdi bir yerlerde takılıyor. biz burda sintinasıyız oğlum biz, armatör bu gemiyi (ülkeyi) yedi sindirdi sıçtı biz de sıçtığı sintinasıyız tamam mı”

--spoiler--
Solak giriş kapılarına hoş bir görüntü sağlar.
açıkçası filmden bu tarz bir sembolizm beklemeyerek izledim uzunca bir süre , ta ki kürt kaybolduğunda bir kaç kıvılcım ateşlendi beynimde . kısa süreli aptal hissettim kendimi.

ben cenki bir ortalama türk'ten ziyade ortalamanın altındaki esnaf - yoksul türk statüsünde değerlendirdim.üzerindeki adana demir forması da bunu kanıtlar nitelikte bence.

alper daha çok etliye sütlüye karışmayan ortalama türk insanını andırdı bana yani memur sınıfı. gemideki şımarıklıklar ve eli yüzü düzgünlüğü bana bunu hissettirdi.

ismail kafamızdaki dinci olgusunun daha ötesine geçerek 'kafasına' yediği darbeden sonra aklı başına gelmiş islamcı kesim fakat burada yerine oturmayan taşlar var . kafasına yediği defalarca demirden sonra aklı başına gelmişe pek benzemeyen ülkemizdeki sözüm ona islamcıları pekte yansıttığını düşünmüyorum ancak filmin sonunda ismailin cenke onaylarca bakması ve filmin orada bitmesi de belkide bu sebepten dolayı.

benim için filmde en büyük soru işareti nadir'di yaşadığı bunalımlar ve içine kapalı yapısını çözümlemekte oldukça zorladım varsa bunun hakkında fikri olan beni de bilgilendirsin * .

kürt karakteri de bana realistik gelmeyen bir diğer kişiydi öncelikle seçilen karakter gerçekten çok ama çok kötüydü , evet sampatik ama bu adama kürt diyen hayatında hiç kürt görmemiştir tip olarakta ortalama bir kürdü asla yansıttığını düşünmüyorum . onun filmdeki imgelemsel açıklamasını ise etliye sütlüye karışmayan işler çok sarpa sararsa otoriteyi koruyan ama taraf olmayan kesim olarak görüyoruz bu bağlamda kürt karakterini daha çok islamcı kürt olarak nitelemek bence daha doğru.

sevabıyla günahıyla harika bir yapıt olduğunu düşünüyorum izledikten sonra 3-4 dakika kafamı yastığa gömüp içimi sıkan tarzda bir filmdi. elinize kolunuza sağlık.
Mabel matiz'den başkası söyleseydi bu ne be der geçerdik muhtemelen. Ama şimdi baya kalp kurcalayan şarkılardan biri.
sözleri ayrı klibi ayrı güzel mabel matiz şarkısı. klipteki yürüdüğü gök kuşağını andıran ince şerit, kendi halısını serecek yer araması, bulunca insanların kaçması, gök kuşağının ilk bağlantısı olan halıların sayısı falan o kadar ince düşünülmüş ki... Uzun zamandır dinlerken duygulandığım bir parça olmuyordu, mabel bey sağolsun yine muazzam bir parça ile kalbimize dokunmayı başardı. yürüyedur, yolun hep açık olsun.
güzel bir film...sembolizm ve gösterge bilimin dibini sıyaran bir yapım.
gemi ülke, kaptan iktidar mesela eheheh...bi tane kaptanın yalakası dindar adam var;
o da güce tapan toplum.
Daha önce sahnelerini çokça izlediğim ancak yakın zamanda seyredebildiğim film. Bana kalırsa oyunculuklar müthiş özellikle cenk karakterini nadir sarıbacak çok iyi oynamış.
Gemide aylarca kalıp kafayı sıyırmaya başlayan gemicilerin ordaki günlerini konu alıyor. Ancak filmin son kısmını iyi bağlayamadıkları kanaatindeyim. Daha güzel bir son yapılabilirdi.
görsel

tolga karaçelik'in ikinci uzun metraj filmi.

bir takım fikir ve metaforlar üzerine kurulu bir senaryo var. genelde karakterlerin önüne çikan engeller küçük, buna rağmen gerilim hiç durmuyor. filmin ikinci kısmını nasıl idare edecek diye çok düşündüm durdum. inanamadığım, harika bir şekilde kurtardı durumu.

ayrica, kelebekler filmine göre biraz daha baskın bir hikaye anlatımı var filmin.
benimse çok sevdiğim şarkı..
öyle bir taht yaptım ki sana, kimsenin gücü yok yerini almaya.
Yaklaşık 1 sene önce izlemişim, bu gece tekrar izledim, o zaman pek anlayamamışım, çok güzel filmmiş. Tabii metaforları anlamıştım da yine de çok coşmamıştım, bu sefer çok etkilendim, çok başarılı.

Filmle ilgili girdiğim ilk entari: (bkz: #40442831)

görsel
görsel

--spoiler--
Birden rüzgar dindi, tüm yelkenler indi
Yoğun bir hüzün çöktü her şeye
Ağırlığı hissettik, rastgele sözler ettik
Sırf denizin sessizliği bozulsun diye
--spoiler--
"hepimiz aynı gemideyiz" klişesine farklı bir boyut kazandıran, metaforlarla kaplı Tolga Karaçelik filmi.

Gemideki her karakter birer temsildi aslında. Her repliği, her karakteri, her göndermesi ince düşünülmüştü. Anlam derinliğini fark etmeyenlere ise muhtemelen gerilim/psikoloji filmi gibi gelecektir. Eh, o da olur. Öylesi de izlenilir.

--spoiler--
Film boyunca konuşmayan tek karakter kürt'tü. Dikkatimi de yalnızca suskunluğu çekmişti. Çünkü yasaklanmış bir dili vardı.
--spoiler--
Aşk, kelimesinin bir anlamı da sarmaşık demek. Nasıl ki bir sarmaşık bir ağacı çepeçevre sarıp, onun dış dünya ile ilişkisini keser ve sardığı ağacı bir süre sonra kurutursa, aşk da sardığı tuttuğu kişiyi çevresinden koparır ve bir süre sonra o ağaç gibi kurutur.

iskender pala - Kitâb-ı Aşk.
Sarmaşık filmi, iktidarın gücünü değişen koşullara bağlı olarak yavaş yavaş kaybetmesi sürecinde geçirebildiği evreleri; hareket etmediği için varlık amacını yitiren ve normal yaşantının sürdürülemez hale geldiği bir yük gemisinde yaratılan mikro dünya üzerinden anlamaya çalışır. Yük gemisinin hiyerarşik yapısı ve mekânsal nitelikleri ile geminin durması sonrası hapsolunma halini betimlemek için yapılan mekân odaklı çekimler başta olmak üzere kullanılan çeşitli sinematik araçlar, filmin bu anlatısını güçlü kılma noktasında başat rol oynarlar. Özellikle mekân kullanımındaki başarıyla yaratılan gerilim, arzulanan his ve düşüncenin aktarımında etkin bir rol oynar. Filmin esas derdi olan iktidar olgusunu anlama düşüncesi noktasında en göze çarpan husus, Beybaba’nın film boyunca elinde tutmak için çeşitli yollar denediği ve son sahneye kadar bunu başardığı sarkastik iktidar imgesine karşı gemi mürettebatı eliyle ortak ve sonuca götüren hiçbir tepkinin üretilememesidir. Haksızlığın çok net olduğu durumlarda dahi kaotik bir şekilde söz konusu erk asla aşılamadığı gibi, bunun nasıl yapılacağına dair bir farkındalık ve insiyatif de ortaya konulamaz. Gemi hiyerarşisinin karakterler üzerindeki yerleşik etkisinin de bu durumda payı olduğu iddia edilebilecek olsa da, koşulların dayanılmaz hale gelmesine rağmen ortak tepki verilememiş olmasını, geminin hak arama bilincine sahip bireylerden ziyade iktidar erkini kabullenen ve tepki veremeyen bireylerden müteşekkil olması ile açıklamak mümkündür.
Toplumsal hayatla örtüşme noktasında filmin yakaladığı diğer bir önemli ayrıntı da, çeşitli iktidar biçimlerinin kendi etkinliğini sürekli korumak için farklı formlara bürünebilmesi ve derin çelişkileri barındıran eylemler içine girebilmesidir. iktidarın bu yapısıyla diyalektik bir bağa sahip olan yönetilenler penceresinden baktığımızda ise, filmde özellikle Cenk ve nispeten Alper karakteriyle anlatılan ve toplumsal hayatımızda da ciddi ölçüde karşılıkları olan figürler karşımıza çıkar. Bir yandan alkol ve uyuşturucu kullanıp sürekli isyan eden görüntüleri ile modern bir portre çizen bu figürler, öte yandan otoriteyle direkt karşılaşıldığında hiçbir şey yapamayıp kırılganlıklar içeren tavırlar sergileyerek toplumsal yapıda mevcut tanımsız, kimlik bilinci henüz oluşmamış ve bu yönleriyle de kolay idare edilebilen tipolojileri temsil ederler. Yazıda film üzerinden ele alınan erkeklik olgusu bağlamında bir değerlendirme yapıldığında da bu duruma benzer bir tablo karşımıza çıkar. Filmde kısmen ortaya konulduğu üzere kendisini cinsiyetçilik ve hegemonya odaklı ilişkiler üzerinden var eden erkeklik, işlevi biten ya da azalan ve haksızlıklar yapan bir iktidar yapısına dahi rasyonel bir tepki üretemediği ve bu konuda belirleyici bir rol üstlenemediği gibi; bu tarz bir iktidarı eleştirirken bir yandan da farkında olmadan onu üreten bir kimlikte karşımıza çıkar. Sonuç olarak da, filmin merkezinde yer alan iktidar mücadelesini yürütme araçlarından biri olan ve sosyal hayatta çeşitli biçimlerde karşımıza çıkan erkeklik imgesinin bizatihi kendisi de, filme dair yapılan incelemelerde de ortaya çıktığı üzere mikro ve makro ölçekte çeşitli toplumsal tahakkümler üretir.
https://youtu.be/jCEvoBfg6Qs
Kaybolan bir kedi.

Onun peşinden giden bir yazar.

Esrarengiz Yeşil Ev’in bahçesinde beklenmedik bir karşılaşma.

Düş ile gerçeğin, geçmiş ile şimdinin kesiştiği yerde yaşanan,

esaslı bir hesaplaşma.



“Dur,” dedim, “nereye gidiyorsun?” Gitmesini istemiyordum. Arka bahçede zaman dursun istiyordum. Bir daha gitmesine, birinin daha gitmesine dayanamazdım ki? Güçlü değildim ben, hiç olmamıştım. “Gitme baba!”



SARMAŞIK

Bir baba oğul hikâyesi.



Yekta Kopan yazdı, Levent Gönenç çizdi.