bugün

samuel beckett'ın marcel proust üzerine yazdığı metis yayınlarından çıkan denemesi.

kapaktan;
"proust, beckett'in yayımlanmış ilk kitabıdır. beckett, 1930'da yazdığı bu eleştirel monografide, doğrudan doğruya, proust'un romanının merkezinde yer alan "zaman" sorununa hücum eder. arzu, ölüm ve alışkanlık gibi ikincil izlekler, bu kök sorunun çevresinde çözümlenir. proust, proust'un ilginç yaşamıyla ilgili söylentileri bir yana iterek kayıp zamanın izinde'nin kendisine yönelen ilk sistemli çalışmalarından biridir.

kitap yayımlandığında ingiltere'de daily telegraph gazetesinde çıkan bir tanıtma yazısı, bu eleştirel metnin sıradışı niteliğini teslim ediyor, "bay beckett çok zeki bir delikanlı" diyordu."
(bkz: marcel proust)
Tam da Proust okunacak zaman

ÇATIŞMANIN, düşmanlığın, sevecensizliğin, vasatlığın, zevksizliğin, kültürel deformasyonun griliği çökmüş olan Türkiye’de insanın kendini düzgün ve dik tutabilmesi hayli zor oldu.

Bu gibi, grinin ağırlığının tüm acımasızlığıyla çöktüğü dönemlerde Marcel Proust’un “Kayıp Zamanın izinde” adlı romanını okumak hepimize iyi gelebilir. Proust okumanın hayatlarında endişe, gerginlik, huzursuzluk duyan insanlara iyi geldiği biliniyor. Alain de Botton, Proust’un bu etkisi üzerine “Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir” adlı bir kitap bile yazdı.

Proust’un bu “magnum opus”u edebiyat tarihinde bir dönüm noktası ve evrensel olarak da bir şaheser olarak kabul edilir, ama okuması hayli zor olan bir kitaptır.

Öncelikle temposu farklıdır. Proust 7 ciltlik bu kitabını yazarken öncelikle hiç acele etmemiştir.

Kahramanının uyumak için yattığında yataktaki dönüşlerini bile 30 sayfa uzunluğunda anlatıyor. Cümlelerinin uzunluğu da gerçekten inanılmazdır. Ölçüldüğünde görülmüştür ki dört metre uzunluğunda olan cümle bile vardır kitabında.

Sonra beşinci cilde ulaştığınızda bile kitabın ana konusunun ne olduğunu anlamamış olma ihtimaliniz büyüktür. Çünkü Proust’un asıl amacı aslında gündelik yaşamın rutin, sıkıcı tekrarlarını anlatmaktır. Proust, bu sıkıcı rutin içinde bireylerin var olma biçimlerini irdelemektedir. Tonu hep melankoliktir.

Tempoya bir kez alışırsanız ve okumaya daldığınızda Proust sizi koparıp alıverir bu dünyadan kendi gerçek sorunlarınızdan kopup onun sorunlarıyla uğraşmaya başlarsınız.

Türkiye’de akıl sağlığını korumak isteyen her insanın ihtiyacı olan şey bu. Dünyadan kopmak ve kendi hayalleri içinde yaşamak.

Bu belki özgür olabilmenin de tanımıdır ama Türkiye’de hayal kurmak özellikle geleceği düşünmek hayli zorlaştı bir süredir.

Gazetecinin kendisine hayrı yok okuyucuya nasıl yardımcı olsun diye düşünüyorsunuz eminim. Haklısınız da, ama ben yine de küçük bir yardımım belki olur diye sizlere özellikle bu günlerde Proust’un dünyasına girmenizi tavsiye ediyorum.

*

Proust’un yazı stilinin kaynağı kendi yaşam biçimiydi. Hayatta fark etmeden atlayıp geçiverdiğimiz şeyleri fark etmemizin ancak yavaşladığımız zaman mümkün olduğunu düşünen Proust, acele etmeden yaşamayı başardığımızda, her konu hakkında çok derin gözlemler yapabileceğimizi düşünüyordu.

Proust bir gün arkadaşıyla bahçede yürüyüş yaparken aniden durmuş ve açmakta olan güllere bakakalmış. Arkadaşı birkaç tur atmasına rağmen Proust hiç kımıldamadan bakmasını sürdürmüş. Bütün detayları gözlemlediğini tahmin etmek zor değil. Hepimizin kaçırabildiği detayları yakalayacak ve sonra onları yazacak...

Uykuya geçiş sürecini bile 30 sayfada anlatabilen bir yazarın güllerin açması süreciyle ilgili kaç sayfa yazabileceğini düşünebiliyor musunuz?

Proust, çörek daldırılarak içilen çayda ve hayattaki her konuda aşkında, ilişkilerinde, hayatın rutininde hem hayatı hem de kendisini yavaşça ve derinden gözlemliyordu.

Bu bizler gibi insanların bugünün Türkiye’sinde gerçekten ihtiyacı olan şeydir. Buna gerçekten inanıyorum; bu yüzden daha önce iki kez okuduğum bu kitabı tekrardan okumaya başladım. Bu günlerin bizleri teslim alıp, ezip yenmesine izin vermemeliyiz; beynimizi ve ruhumuzu özgür tutmalıyız.

Proust bu işte bize yardımcı olur.

Ben bu arada bir de filozof babamın bana vermiş olduğu Jiddu Krishnamurti’nin “Farkındalığın Işığı” adlı çalışmayı da okuyorum. Proust ile birbirlerini tamamlıyorlar ve insana ufuk açıyorlar. En azından kendi beynimizde farklı mikrokozmosların olmasının imkân dahilinde olduğunu bize söylüyorlar. Son kitabın temeldeki amacı insanı özgürleştirmek, insana sınırlarını yıkmak konusunda yardımcı olmak.

Yeni Türkiye’nin bize dayatmaya çalıştığı “gerçek” aslında gerçek değil, çünkü asıl gerçek herbirimizin içinde, onu herkes tek başına kendisi keşfedecek. Biraz yavaştan alıp hayata derinden bakabilirsek ve yaşadığımız andaki tüm baskılara rağmen hâlâ daha var olabilen detaydaki güzelliklere dikkatimizi verdiğimizde özgür ve mutlu olabilmemiz mümkün.

Anlayacağınız hangi dilden olursa olsun sizlere felsefe yapmanızı tavsiye ediyorum. serdar turgut .
Gerçek keşif gezisi yeni yerler aramak değil, yeni gözlerle bakabilmektir.
Sevdiğiniz zaman aşk o kadar büyüktür ki bir bütün olarak içinize sığmaz, sevdiğiniz insana doğru yayılır. PROUST, Marcel