bugün

içimdeki o ölmeyen ölme dürtüsüne verdiğim ismin şairi. "Benle benim aramdaki fark" diye sorar bazen "görüyor musun" o an keserim dileklerini tüm olabileceklerin ve peşi sıra karıncaları sırtlanırım, ağırdırlar, zordur taşıması karıncayı, yuvasını, toprağı... "Pavor Nocturnus Ya Da Delikli Uykular"ı bırakır yastığımın altına...

"üzü olmayan bir palyaço, elleriyle olmayan yüzünü örtüyor ve ağlıyor. içerden ağlıyor ve ölüyor. Zaman yüzünü eskitemez çünkü yüzü yok!

Yok yüzlü palyaçonun giysisi olması gerektiği gibi oysa, kabarık yakalar ve renk renk kareli tulumu.

Yüzüyorlar, saydam ve ılık suyun içinde, şiddetle. Yukarıdan görülüyor bedenleri yarım, belden aşağıları yok. Hızla kayıyorlar sıvının içinden, adaya vardıklarında kollarıyla tırmanıyorlar kesik bedenlerini yukarı çekerek adamlar...

Benle benim aramdaki farkı görebiliyor musun?"
Şimdi'nin bedensizliğinden sıyrılıp "gökkuşağından darağacı"na boyanan şair ama insan... Özlemin bedeni, sureti olduğunu her defasında bana ispatlamasına kızmıyorum, gülümsüyorum sadece...

Şimdi'nin bedeni yok,
Yontuyor geçmiş bilgisiyle
gelecek belki olur diye taşı,
taşını kokluyor
yontu dağılıyor...

Şimdi'si yitik
bundan boyuyor
boyuyor evine aldığı
ağacın üzerine tüneyip
duvarını, tavanını, geçmişi
ve geleceği ve her yanını;
dal kırılıyor...

Şimdi'si yitik
diziyor diziyor notalarını,
göğe ışık üzerine boncuklarını,
ucuza getiriyor varlığını
sonsuzun sessizliğiyle
sonlunun gürültüsü arasında,
O bitirince kıyısında gezindiği
yol çöküyor...

Şimdi'si yitik
bundan yazıyor
yazıyor enine boyuna
içini ve dışını ve yeri
ve göğü ve suyu,
bindiği kadırga
o inince batıyor..
kuşların bile terk ettiği kafeslerinden, kendi isteği ile ayrılan şairdir.

kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim,
yalpalayan hayatımın kara çarşaflı
bekçi gizleri.

ne zamandır ertelediğim her acı,
çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi,
-bu şiir -
sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim,
dost kalmak zorunda bana ve
sizlere!

çünkü saldırgan olandan kopmuştur o,
uykusunu bölen derin arzudan.
büyüsünü bir içtenlikten alırsa
kendi saf şiddetini yaşar artık,
-bu şiir -
kuramadığım güzelliklerin sessiz görünümü,
ulaşılamayanın boyun eğen yansısı,
sevda ile seslenir sizlere!

nilgün marmara
öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna.
doğumda içi kanayan,
kağıda mayın döşeyenlerden..
dünyamsın benim, zorbam, düzenim
bundan gözlerim göğe çevrili
ellerim denizde
hiç katılmadan sende yaşıyorum
dirimimsin benim
doğarken öldüğüm

Nilgün Marmara
“Hayat yine de üzülmeye değer!”
Nilgün Marmara
http://galeri.uludagsozluk.com/r/531938/

hiç sıkılmam ki bunu yazmaktan.
"dökülmüş bedenim kimyasına pirincin, yok edilerek kalsiyumun büyüsü yazgım belirlenmiş. her an, hoş geldin diyorum bana doğru gelene, dalgalanan duygularımla. sarkıyorum tavandan (bir tavan varmışçasına), yeryüzünün (varolduğunu umarak) renklerini bilmeme karşın (lal rengi, çivit mavisi ve sarı) ve onların yalanlamalarını (tutku, dinginlik ve ölüm), kendimle işaretliyorum yanı, yöreyi (bir aşağı bir yukarı, bir yukarı bir aşağı, sağ sol, sağ sol). yönlerin bulanıklığında bir sorumluluk bu. Uluma geri tepiliyor böylece, bana doğru gelene karşı. bir iskeletler zinciri tutuyor beni havada, uzay konusunda bir unutkanlık yüklemeye ve devindiğim cılız önlemleri yıkmaya çalışarak. soğukkanlı bir çaba. ben, kusursuz bir porte olmayı yeğlerdim oysa. işte şuracıkta, özlüyorum sol anahtarımı ve notalarımı. umursamam, nereye dağılırlarsa dağılsınlar, daha sonra...
şimdilik, hava akımının istencine boyun eğmişim, sinekler ırzına geçerken uzantılarımın, sürdürüyorum dansımı bu dikey tabut içre, günden geceye, geceden güne, ben tümünü ezip geçinceye ve "bana doğru giden kim?" in yatay bilgisine ulaşıncaya dek..."
“Üşümüşüm…
Bu yaklaşan kışla değil,
Deniz ürpertisi, göğün alacasıyla değil,
Ellerimin soğukluğu hep bir kalabalıkta.”
— Nilgün Marmara, Daktiloya Çekilmiş Şiirler
“Perdeler çekilidir bakışına belleğin
çok öncelerden beri,
büyüyen ağaçlarına özgür çocukların,
vurur baltasını sinsi körlüğüyle tarih!”
— Nilgün Marmara
"hayat hep yüzünle seviştik,
tersinin hatırı kaldı."
cemal süreya'nın "günler" kitabında "zelal" diye bahsettiği edebiyatçı, şair.
13 şubat 1954 doğum, 13 ekim 1987 ölüm tarihidir. insanın 13'ün uğursuzluğuna inanası geliyor.
kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim,
yalpalayan hayatımın kara çarşaflı
bekçi gizleri.

ne zamandır ertelediğim her acı,
çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi,
-bu şiir -
sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim,
dost kalmak zorunda bana ve
sizlere!

çünkü saldırgan olandan kopmuştur o,
uykusunu bölen derin arzudan.
büyüsünü bir içtenlikten alırsa
kendi saf şiddetini yaşar artık,
-bu şiir -
kuramadığım güzelliklerin sessiz görünümü,
ulaşılamayanın boyun eğen yansısı,
sevda ile seslenir sizlere!

nilgün marmara

öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna !
kendinde bir yer lafını fiiliyatsızlığıma yerleştiren şair ama insan...

bir şeyden kaçıyorum, bir şeyden kendimi
bulamıyorum, dönüp gelip kendime
yerleşemiyorum, kendime bir yer
edinemiyorum, kendime bir yer.
bu saatte akla gelendir.
öldü mü öldürüldü mü, bilinmez. güzel kadın güzel şair. düştüğü uçurumu hayal etmek bile beni yoruyor. o ise buna göğüs gerebildi. plath ve nilgün ölümleri olduğunca korkaklığın içerisinde müthiş bir cesaret belirecektir kalbimizde.
sanat dünyasında ses getirmiş kadın.
intihar etmesiyle bütün sevenlerini üzmüştür.
“yaşamak bir ‘hiç’i büyütmekti.” sözünün sahibi şair ama insan... Bir filozofun "yaşam, yaşamıyor" sözüne göz kırpan bir cümlenin derininde yatan fikir aslında, varoldukça, yaşadıkça kendimizden bir hiçi, hiçliği varettiğimizi ortaya seriyor. Daha da güzeliyse, hiçlik insandan yaratılmıştır!
bir küçük ağaç gibi göğe çığlığını haykıran şair ama insan... Kitapları ne zor bulunur oldu. Eksiliyor, unutturulmaya çalışılıyor; etmeyin... Günlükleri kül hale getirilip sesimizi yangın yerine devşiriyorlar; eylemeyin... Koca koca editörlü, gözlüklü ve de kütüphaneli yayınevleri bu kadar mı aciz de basamıyorlar nilgün'ün kitaplarını! Hadi o intihar etti - o toplumun intihar ettiğiydi- ya kitapları onlara ne yapılmaya çalışılıyor?

"Üşümüşüm…
Bu yaklaşan kışla değil,
Deniz ürpertisi, göğün alacasıyla değil,
Ellerimin soğukluğu hep bir kalabalıkta.
Kaçışının gizini gönlünde tuttuğun
Bilisiz aşkı
(nı) ver bana!
Üşümeyeyim…"
savrulan beden isimli şiirini okuduğunuzda - bir anlamda- vasiyetine tanıklık etmenizi sağlayan şair ama insan... "Olduğum gibi ölmeliyim" diye yazmış şiirin bir yerinde, "nasılsan öyle ol" veya "nasıl rahatsan öyle davran" sözünün karamizahi bir üslubu gibi gelir bana bu söz. "Olduğum gibi ölmeliyim" lafını kullanan birinin ölümünün intihar olması, hayatının baştan sonra - daha doğrusu- yaşadığı hayatın baştan ayağa bir intihar olduğu fikrini getirmez mi usa?

Pek az zamanı kaldı bu zora koşulmuş bedenimin,
Olduğum gibi ölmeliyim, olduğum gibi...
Tüy, kan ve hiçbir salgıyı düşünmeden,
Kesmeliyim soluğunu doğmuş olmanın!
Nasıl da biçilmiş kaftan ölüm
bu solgun yürek için.
Sevinçlerle sevinçleri bağlamayan zaman bir.,
bir boz köprü ve onun dayanılmaz gölgesi.
Yitiyor işte gözardı edilen bedenim,
Olduğum gibi ölmeliyim, olduğum gibi...
Dost, ana baba ve hiçbir umudu düşünmeden
Doğramalıyım bu tiksinç vücudu beynimle!
Bilirmiydim yaklaşan karanlığı daha önceleri,
Son verilebilir yaşamın benimki olduğunu?
Şendim, şendim ben,
Kahkaham insanları ürkütürdü!
Zamanı azaldı artık, zorlanmış bedenimin,
Olduğum gibi ölmeliyim, olduğum gibi...
Aşk, bağ ve hiçbir utkuyu düşünmeden,
Kalıvermeliyim öylece kaskatı!
bugün senin şiirlerini verdim, ankara'yı şarap kokutan adamlara. hep bir ağızdan yaşasaydı dedik, yaşasaydı kaç şarap daha bitirirdik?

hiç katılmadan sende yaşıyoruz.
--spoiler--
“Nilgün bütün gün kapalı kapılar ardında odasından hiç çıkmıyordu, tedavisi için evine gelen psikologu içeri aldıktan kısa süre sonra doktor dışarı çıkarak, ‘psikoloji dalının ve benim yapabileceğim hiç bir şey yok, zira kendisi fazlasıyla her şeyin farkında zaten”

KAAN ÖNAL
--spoiler--
(…) Nilgün Marmara ve Tezer Özlü. Bence ikisi de erkekti! Hodri meydan anlamında. Adımlarını geri almazlardı. (…) Yabancı dili çok iyiydi Tezer’in. Ellias Canetti’nin kitabını “Körleşme” diye çevirdiler. Tezer, “Aslında Körleşme değil, Kamaşma” demişti. Nilgün Marmara’nın en belirgin özelliği; Mülkiyet Duygusu’nun olmamasıdır. Kızıltoprak’taki evinde oturuyorlardı. Evlenecek. Ev kocasının. Salonun parkeleri bir milim inceltildi, yeniden cila yaptılar. Haftasonları onlarda kalıyordum. “Bak ne güzel oldu” dedim. “Misafirler için artık salonu kullanmayın, benim kaldığım odayı kullanın.” Dedim. O da “insanlar kullanmayacaksa ne işe yarar!” demişti. Nilgün Marmara’nın nikâh şahidiydim. Kadıköy’deki nikâhta hiç süslenmedi, gelinlik giymedi. Şöyle bir mavi sürmüştü gözüne, herhalde rimel. Ben bazen Tezer Özlü ile Nilgün Marmara’yı birbirine karıştırırım. Sahi, Nilgün Marmara ile Tezer Özlü yaşadı mı patron?!

Ece Ayhan
Öküz Dergisi, Sayı: 2000/2, s.2
"rüzgarla
yanan kadın
mahzun köpeğe sırtını dönen kadın
şiir yazan, canına kıyan kadın
kürekçi erosun kayığındaki kadın
çiçek kadın
seyyah kadın
bahçe kadını
masa kadını
pencere kadını
çoğul kadın
çocukluk kucağında kadın
martı tüyü kadın
çöl zambağı kadın
kontrat imgesi kadın
köpük kadın
şafak kadın
durgun hayat kadını"

kırmızı kahverengi defter kitabından.

kendini yazmış gibi.