bugün

1933'te avusturya'lı yazar franz werfel'in yazmış olduğu bir roman. romanda 1915'teki ermeni tehciri ve musa dağına sığındıkları sırada osmanlıyla savaşmalarını anlatıyor.
sylvester stallone de bunun filmini çekmek istiyormuş. olayın doğru olduğunu ve türklerin bunu 85 senedir öldürdüğünü belirtiyormuş. artık filmin bir sahnesine de hrant dink'i ekler. adamın eline hazır senaryo veriyoruz resmen.
Viyana'daki Ermeni Piskoposu'nun asilsiz sozlerine kanan (Yahudi) Franz Werfel tarafindan abartilarak yayinlanacak ve Ermeniler mazlum gosterilecektir. Yanlisini sonralari anlayacak, ancak aldigi sayisiz tehdit sonucu kitabini geri cekmekten korkacaktir. Aslinda bu kitap bir 'roman'dir ancak Ermeniler ve (yerli yabanci) yandaslarinca tarihi belge olarak kabul edilmektedir, yalan yanlis bilgilere dayanmasi da bir sey ifade etmemektedir.
franz werfel'in, sözde soykırımı musa dağ'daki yoğunoluk köyünde doğup, daha sonra paris'te yaşamaya başlayan, fakat abisinin ölümü üzerine tekrar köyüne dönen ve o sırada tehcire yakalanan gabriel, ailesi ve köydekiler üzerinden anlatan, birçok yerde ermeni ırkını yüceltip, asılsız, gerçek olmayan $eylere yer veren, türkleri vahşi, yabani olarak gösteren kitap. yazar kitapta karakterlerin ağzından soykırımla ilgili birçok soruya cevap niteliğinde konuşmalara da yer vermiş. örneğin sözde soykırımın neden yapıldığı, neden başka bir zaman değil de şavaş sırasında yapıldığı vb. gibi. ayrıca almanya'yı aklamaya çalışması, enver, talat, cemal paşaları tarif ederken onları küçültmesi gibi birçok şey.
$imdiki kitap 3 kitabın birleşiminden oluşuyor. toplamda 710 sayfa. belge yayınları'ndan ilk basımı 1997'de yapılmış. franz werfel, kitabı 1929 yılında o günkü suriye'yi ve antakya'yı gezerek bilgi toplamış. yazımını da 1932 temmuz'u ile 1933 mart'ı arasında gerçekleştirmiş. daha onra bu kitabın bir de filmi yapılmış. bizi haksız şekilde karalayan ve mavi kitap'tan sonra delil niyetine kullanılan bir kitap. kitabın orjinal ismi die vierzig tage des musa dagh, 1. kitabın ismi yaklaşan, 2. güçsüzlerin mücadelesi, 3. yokoluş, kurtuluş, yokoluş. okunmaya değer bir kitap gerçekten.
kitaptan bazı satırlar :

- bu ittifak bizi tarih önünde suçlu hale getirmemelidir. o nedenle biz, hükümetimizin acilen bir şeyler yapmasını diliyoruz. istanbul'a baskı yaparak, amerikalı, isviçreli, hollandalı ve iskandinavyalıların oluşturacağı tarafsız bir komisyonun, neler olduğunu araştırmak için, anadolu ve suriye'ye girişine izin verilmesini talep edin.
+ bu talebe alacağımız yanıtı, kendi başınıza hesap edebilecek kadar iyi tanıyorsunuz imparatorluğun yeni sahiplerini, bay lepsius.

+ çanakkale boğazı, kafkasya, filistin ve mezapotamya, bunlar bugün osmanlı cephesi olmaktan çok alman cephesidir. eğer bu cepheler çökerse, bütün savaş yapımız çöker. kendimizi komik duruma düşürmeden, osmanlı hükümeti'ni, kendi intiharımızla tehdit edemeyiz, majesteleri kralın şark'taki iktidarımıza verdiği büyük öneme işaret etme gereği bile duymuyorum. oysa osmanlıların bize kendilerini borçlu gibi değil, daha çok alacaklı gibi hissettiklerini bilmiyor musunuz ? ... bugün ermeni katlimı üzerine yüksek sesle feryat ederek öfkelenen aynı fransa ve ingiltere'nin bir süre sonra konuyu görmezden geldiğini görebilirsiniz kolayca. gerçek olan, bu konuda kozların ittihatçıların elinde bulunduğu ve bizim çok dikkatli davranarak imkanların sınırlarını göz önüne almak zorunda olduğumuzdur.

+ ben sadece, bu yüksek tarihsel güçler rolünü oynamak için talat ve enver'in, şeytani bir dehayla, en uygun anı fırsat bildiklerini kavrıyorum.
sayfa 470, 471.
( yani diyor ki, osmanlı'yı zor durumda bırakırsak bu bizim için kötü olur. o yüzden buna göz yummalıyız. yani almanya'yı aklıyor. son paragraftada osmanlıların bu durumdan yararlanarak bu soykırımı neden böyle bir zamanda yaptığını gerekçelendiriyor. yani bizim hep söylediğimiz, eğer osmanlı soykırım yapmak isteseydi, bunu neden dört bir yanda savaş yaparken, imkanları yetersizken yapsın ki sorusuna aklınca cevap veriyor )
ayrıca konuyla ilgili özdemir ince'nin bir yazısı ; http://hurarsiv.hurriyet....?id=297542&yazarid=72
yazar, 1. kitabın beşinci bölümünde, enver paşa'yla papaz johannes lepsius arasındaki konuşmalara yer vermiş. yazarın iddiasına göre geçen konuşmalar gerçektir ve aynen verilmiştir. oysa bana pek inandırıcı gelmedi. ayrıca böyle bir konuşmanın yapıldığına da inanmıyorum. ek not : yazar çeşitli konferanslarda konuşma metni olarak bu bölümü seçmiştir. bu bölümden bazı satırlar ;

+ Türk halkı kırk milyon. Şimdi kendinizi sadece bir an için bizim yerinize koyun bayım ! Bu kırk milyonu birleştirip, Almanya'nın Avrupa'da oynadığı rolü, günün birinde Asya'da oynayacak bir ulusal imparatorluk kurma fikri büyük ve onurlu bir politik plan değil mi ? imparatorluk bekliyor. Sadece uzanıp almamız gerek. Ermeniler arasında gerçekten de korkutucu miktarda aydın var. Siz gerçekten de bu tür aydınların dostu musunuz Bay Lepsius ? Ben değilim ! Bizim içimizde fazla aydın yok. Buna karşılık biz, büyük imparatorluğu kurma ve yönetme yeteneğinde olan kahraman, eski bir ırkız. O nedenle engelleri aşacağız. "
Enver Paşa, ilk kez şimdi çıplak gerçeği açıklıyor. Artık yüzündeki çekingen gülümseme değil, gözleri sabit ve soğuk bakıyor, iri, ürkütücü dişlerinden ağır ağır sıyrılıyor dudakları :
+ insanlarla veba mikrobu arasında barış olmaz.
Hemen atılıyor Lepsius:
- Demek ki siz, harbi, Ermeni milletini tamamen yoketmek için kullanmak istediğinizi kabul ediyorsunuz ?
+ benim kişisel görüş ve amaçlarım, hükümetimizin bu konuya ilişkin yayımladığı resmi bildiride yer almıştır. uzun süre göz yumup bekledikten sonra, savaş ve önsavunma koşulları altında hareket ediyoruz. devletin yıkılması için faaliyet gösteren yurttaşlar, her yerde yasaların sertliğine maruz kalırlar. buna göre hükümetimiz yasalara uygun hareket etmektedir.
sayfa 120, 121.
kitaptan bazı satırlar :

arılar bu balı musa dağ'ın çiçeklerinin özünden, onu ülkenin bütün efkarlı dağlarından ayıran o büyüleyici rahmetten üretirler. neden sadece musa dağ, çoğu gizli çağlayanlar olarak düşen sayısız kaynak gönderiyordu denize ? neden o da, diğer müslüman dağları naulu dağ ve cebel akra değil ? gerçekten mucize gibiydi; sanki gizemli, eski çağlarda, çöllerin oğlu islam tarafından incitilen su tanrısı, hıristiyan dağını bereketli kılmak için bu yalvaran çıplak dağlarından çekilmişti.

sayfa 40.

yaşlı barışçıl binbaşı, askerlerine yönelik ateşli konuşmalar yapmıyor, kendi kendisine sessizce küfredip duruyordu. kaymakama, yüzbaşına lanet okumakta, parçalanabilir dağ topları yerine bu ağır ve hantal obüsleri gönderen bölge komutanına, öncelikle de uğursuz, kambur üçkağıtçı dediği ordu komutanı cemal paşa'ya sövüp sayıyordu. ona göre ittihatçı politik subayların tümü küstah birer vatan hainiydiler. eski sultana karşı komploya girişmişler, yenisini de sarayda tutsak etmişlerdi. kendi kendilerine general, ekselans ve paşa rütbelerini veren gülünç alt rütbeli subaylardı hepsi. eskiden o çapta insanlar yüzbaşı bile olamazlardı. ermeniler konusundaki rezalet de, bu ittihatçı domuzların sayesinde yaşanmıştı. abdülhamit'in saltanat sürdüğü o altın zamanlarda, hıristiyan köpeklere karşı birçok kez katliamlar yapılmış, ama bunların hiçbirini kendisi gibi yüksek rütbeli bir kurmay subay yürütmemişti. (yazar birçok kez karakterler ağzından ittihatçılara hakaret ettirmekte, bu da onlardan biri. ayrıca enver paşa için de kadın gibi kirpikleri benzetmesini kullanmakta).

sayfa 334.
ayrıca sayfa 133, 210 ve 230 arası, 182 ilk paragraf birçok sakıncalı sözlerin olduğu yerlerdir.