bugün

mezara girdiğimi hayal ederek kurmaya çalıştığım empati.

balkondayım.
başımı sağa çeviriyorum.
deniz ve gökyüzünün aynı tondaki maviliği açıla açıla ufukta parlak bir beyaza dönüşüyor.
o beyazın içinde bir mezar düşünüyorum.
kimsenin olmadığı bir yer, sadece küçük dalgaların sesi.
başımı alıp giriyorum o mezara.
sonra sola dönüyorum.
ve o mezardan burayı gördüğümü düşünüyorum.
mutfaktaki ev ahalisi.
kulaklığımdaki müzik suyun sesi kadar derin.
yüksek volumla kanıma karışmış.
bedenimde çalıyor sanki başka bir şey duymuyorum.
televizyonda dönen anlamsız resimler,
annemle eşimin koyu sohbetinin mimikleri gördüklerim.
ve mama sandalyesindeki yaşını yeni dolduran kızımın kaşlarını çatmış halde cep telefonuyla cebelleşmesi.
olmuyor buradayım hala.
tekrar mezarıma bakıyorum dikkatlice.
ve sevdiklerime dönüyorum yattığım yerden.
kızım farkediyor beni kafasını kaldırıyor.
gamzelerini göstererek gözlerimin içine gülüyor.
şimdi oluyor sanırım.
mavi gözlerinde kayboldum.
üçümüz bir doğru üzerindeyiz.
kızım, ben ve mezarım.
kendimi kaldırdım ortadan.
mezarımda uzanıyorum hareket kabiliyetsiz.
başımı bu tarafa yatırmışlar.
ufuktan izliyorum kızımı.
o beni görmüyor ama biliyor gibi bakıyor.
yüzümde hüzünlü bir tebessüm.
yanağımda sevinç gözyaşları tadında bir ıslaklık.
bakmaya doyamadığım bir resim bu.
bitmemesi için mezara girmeye can atacağım bir an.
kulağımda müziğim, gözümde sevdiklerim eksik olmasın.
çok uzaklardan, sesimi çıkarmadan yalnızca izleyeyim.
yeter ki bitmesin.
yıllarca aynı evin içinde boşa ömür tüketmektir. mezardasınız işte, ne güzel.*
hala nefes alıyorsanız çok kötü bir durumdur.
beklemektir.
babamın durumudur. muammadır.
kıçını solcanların yiyecegi anlamınada gelir.
ölü gibi olmaktır.