Medeniyetin Temelleri, ünlü Amerikan tarihçisi Will Durant ve eşi Ariel Durant’ın birlikte kaleme aldıkları on ciltlik “The Story Of Civilization” (Medeniyetin Hikâyesi) isimli dev eserin önsözünden müteşekkil iken ayrı bir kitap olarak basılmıştır.

Kitap, medeniyet kavramı üzerinde düşünerek başlıyor. Will Durant medeniyet için şu tanımı yapıyor, “Medeniyet kaos ve güvensizliğin sona erdiği yerde başlar. Çünkü korku üzerinde galebe çalındığı vakit, merak duyma ve yaratıcılık hisleri serbest kalır ve insan, tabii içgüdüleriyle hayatın mana ve süslerini anlama yolunda harekete başlar.”

Medeniyetin bağlı olduğu bazı şartlar var. Bunlar; Jeolojik, Coğrafi, Irki ve Psikolojik şartlar. Kitapta, bu şartların gereken açıklamalarını yapıldıktan sonra medeniyetin ekonomik, siyasi, ahlaki ve zihni temellerine göz atılıyor.

görsel

Mutlaka okunması, kütüphanede bulunması gereken bir kitap. Ara ara buradan kitaptaki bölümleri paylaşmayı düşünüyorum.
Medeniyetin ilk “temel”i ekonomik temel. insanlar, avcılıktan medeniyete nasıl geçtiiar?
Hayvanların ehlileştirilmesi ne zaman başladı?
Yiyeceğin pişirilmesi medeniyet yolunda niye belki kaçınılmaz bir merhale idi?
Ateş, sanayii nasıl başlattı?
Özel mülkiyetin orijini nedir?
Kölelik müessesesi nasıl teşekkül etti?
Bunlar ve bu tür soruların cevaplarını “medeniyetin ekonomik temelleri”nde etraflıca ve hayret uyandırıcı misâllerle anlatan Will Durant, böylece bilgi kilerimizi de ziyadesiyle arttırıyor.

Hükümetin, devletin, kanunun ve ailenin orijinleri nelerdir?
Gayri-sosyal içgüdülerin hâkim olduğu ilkel anarşi çağından klan ve kabile vasıtası ile günümüzün devlet kavramına nasıl geçildi?
Ailenin, medeniyetin gelişmesindeki fonksiyonu ne oldu?
Kadınların, medeniyete olan büyük katkıları nelerdir?
Babanın hiç önem taşımadığı anaerkil aile tarzından ataerkil ve günümüzün aile tarzına nasıl gidildi?
Amerikan tarihçisi, bu suallerin cevaplarını “medeniyetin siyasi temelleri” başlığı altında ele alıyor.

Medeniyetin üçüncü temeli “ahlâk”tan oluşuyor. Ve ahlak da, her şeyden önce, seksüel ahlâkla ilgili olduğundan, yazar, okuyucuyu, evlilik müessesesinin en ilkel tarzından ve seksüel komünizm'den alıyor, asırlar ve asırlar boyunca adım adım yürüterek, cinsi ahlâkın çağlar boyunca ne gibi değişikliklerden geçtiğini gösteriyor ve günümüzün evlilik müessesesine getiriyor.
Cemiyetin ahlâk temelinde, elbette “sosyal ahlak” da var. insanlar, hırs, tamah ve şiddetin hâkim olduğu en ilkel topluluklardan başlayarak, günümüzün sosyal ahlâk kavramına ulaşmak için hangi yollardan geçtiler?
Ve bu yolda ilerlerken, kendilerine “kutup yıldızı” vazifesini hangi müessese gördü?
Yazar, işte bu noktada, insan ve cemiyetin tekâmülünde dinin oynadığı rolü etraflıca gösteriyor.

Will Durant, medeniyetin dördüncü temelini “zihnî temeller” başlığı altında inceliyor. Dil, edebiyat, ilim ve sanat nasıl ortaya çıktı?
ilme neler önderlik etti?
Matematik, astronomi, tıp ve cerrahî nası gelişti?
“Güzellik” nedir?
Vücudunu rengarenk boyayan, kesen, dövme yaptıran ilkel insan, resim, dans ve musikiyi nasıl geliştirdi, güzel sanatlara nasıl öncülük etti?
Mimarlığın orijini nedir?
Bunların ve bunlar gibi zihnimizi kurcalayan birçok sorunun cevabını Will Durant, berrak ve akıcı üslûbuyla önümüze seriyor.
SEKSÜEL AHLÂK

AHLÂK telâkkilerinin en büyük görevi, her zaman için, seksüel ilişkileri düzenlemektir; çünkü insanın kendi kendini çoğaltma içgüdüsü, sadece evlilik yolunda meseleler yaratmaz, evlilikten önce ve sonra da birtakım problemler doğurur, ve bu problemler de, devamlılıkları ile, yoğunluğu ile, kanunlara sırt çevirmeleriyle, ahlâk değerlerini altüst etmeleriyle herhangi bir ânda cemiyet düzenini bozabilir. Birinci mesele, evlilik-öncesi ilişkilerle ilgili; kısıtlanmalı mı, yoksa serbest mi bırakılmalı?

Seks, hayvanlar arasında bile tamamen başıboş değildir; dişilerin, kızışma zamanlan dışında, erkekleri reddetmeleri, hayvanlar âlemindeki seksüel ilişkileri, behimî ihtiraslarını dizginlemesini bilemeyen kendi aramızdaki yaratıklardan çok daha mütevazi bir seviyede tutar. Beabarchais’in dediği gibi, insan hayvandan, karnı acıkmadan yediği, susamadan içtiği, ve her zaman seks yaptığı için ayrılır. ilkel insanlar arasında, hayvanlardaki kısıtlamanın bir benzerini, veya aksini, âdet gördüğü zaman kadınla ilişki kurulamayacağım belirten tabularda görüyoruz. Bu genel istisna dışında, en basit cemiyetlerde evlilik-öncesi cinsî temaslar, çok defa tamamen serbest bırakıldı. Kuzey Amerikalı Kızıl Derililer’i arasında, genç kız ve erkekler serbestçe çiftleşti, ve bu ilişkiler de evlilik yolunda bir engel teşkil etmedi. Yeni Gine’nin papuanları arasında seks hayatı çok erken yaşta başladı, ve evlenmeden önce başıboş cinsiyet ilişkileri bir kural idi. Siberya’da Soyotlar, Filipinler’deki igorotlar, Yukarı Burma’da, Afrika’nın Kâfirleri ve Orman Adamları, Nijer, Uganda, Yeni Georgia, Murray Adaları, Andaman Adaları, Tahiti, Polinezya, Assam, ilh. yerlileri arasında da aynı tarz bir evlilik-öncesi hürriyeti görülür.

Fuhuş bu yüzden ilkel cemiyette yaygın değildir. Dünyanın “en eski mesleği,” gerçekte oldukça yeni; ve ancak, mülkiyetin görünmesinden ve evlilik-öncesi hürriyetin kaybolmasından sonra medeniyetle birlikte ortaya çıktı. Şurada burada genç kızların başlık paralarını biriktirmek veya mâbedlere para toplamak için kendilerini sattıkları müşahade edilirse de, mahallî ahlâk anlayışının, tutumlu ebeveynlere veya açgözlü tanrılara yardım yolunda bir vasıta olarak kabul ettiği yerler dışında, pek görülmez.
iffet ve saflık da geç bir gelişme olarak ortaya çıktı. ilkel bir genç kızı korkutan şey, sâfiyetinin bozulması değil, adının kısır çıkmasıydı; evlilik-öncesi gebelik, bir koca bulmak için çok defa bir handikap değil vasıtaydı, zira böylece, hakkındaki bütün şüpheler dağılıyor, ve kâr sağlayacak çocuklar doğuracağı vaadini yerleştiriyordu.

Mülkiyetin ortaya çıkışından evvel, daha basit kabileler, genç bir kızın evlenmeden önce bâkire kalmak istemesinden alayla bahsettiler, sâfıyet bir genç kız için arzu edilir bir şey değildi. Kamchdal’da, karısının kız çıktığını gören erkek, kızın anasına çıkışıyor, “kızının yetiştirilmesinde ihmalkâr davrandığını” söylüyordu.

Bekâret, birçok yerlerde, evlilik yolunda bir engel olarak kabul edildi. Çünkü erkeği, kendi kabilesinden birinin kanını akıtamayacağını ihtar eden tabuyu çiğnemekle başbaşa bırakıyordu. Genç kızlar bazen, yollarını tıkayan bu tabuyu devirmek için, kendilerini bir yabancıya teslim ettiler. Tibet’te analar, kızlarının çiçeklerini koparacak erkekleri endişe ile aradı; Malabar’da, kızlar, sâfiyetlerini bozmalarını yoldan geçenlerden rica ettiler, “zira bâkire kaldıkları müddetçe koca bulamayacaklardı.” Bazı kabilelerde gelin, kocasının yanma gitmeden önce kendisini, düğün misafirlerine bırakmaya zorlandı; bir diğerlerinde, damat, gelinin bekâretini ortadan kaldırması için birini kiraladı; ve Filipinler’deki bazı kabileler arasında da, koca olacakların bu fonksiyonlarını yerine getirmek üzere yüksek maaşla özel bir görevli tayin edildi.

Bekâreti bir kabahat olmaktan çıkarıp bir fazilet haline getiren, ve onu bütün yüksek medeniyetlerin ahlâk anlayışlarında bir unsur yapan ne idi?

Hiç şüphesiz, mülkiyet müessesesi idi. Evlilik-öncesi sâfiyet, ataerkil erkeğin, kendi karısı üzerinde hissettiği sahip olma duygusunun kızlarına da uzatılmasıydı. Evliliğin bir alım-satım işi olduğu zamanlarda, bâkire gelinin zayıf kız kardeşinden daha fazla para getirdiği anlaşılınca, bekârete verilen prim arttı; bâkire, malını, nesebi belli olmayan çocuklara bırakmak endişesi içinde yaşayan erkeklere şimdi, kendi mâzisiyle bu çok önemli vaadi veriyordu.
Erkekler, aynı kısıntıları kendi üzerlerinde uygulamayı hiçbir zaman düşünmedi; tarihte hiçbir cemiyet evleninceye kadar erkeğin de saf kalmasında ısrar etmedi; bâkir bir erkek için hiçbir dil kelime yapmadı. Bekâret ruhu sadece kız çocukları için muhafaza edildi, ve binbir yolla kabul ettirildi.

Tuareg’ler, bir kız evlâdın veya kız kardeşin gayri-muntazamlığım ölümle cezalandırdı; Nubia, Habeşistan, Somali, ilh. Zencileri, kız çocuklarına zalim bir kilitleme sanatım uyguladı, yâni onların cinsî temasta bulunmalarını engellemek için tenasül uzuvlarına bir halka veya kilit asıldı; bu tür bir teamül Burma ve Siyam’da günümüze kadar uzandı. Bazı aşiretlerde genç kızların, erkeklerin iğvalı tezahürlerine cevap verememeleri veya işveli tavırlarla erkekleri tahrik etmemeleri için, kapalı yerlerde büyütüldüklerini görüyoruz. New Briton’da zengin ebeveynler, kızlarım, tehlikeli beş yıl süresince bir kulübeye kapattı ve kapıya da sadık bir kocakarı diktiler; kızın hiçbir zaman dışarı çıkmasına müsaade edilmedi, sadece akrabaları ziyaret edebilirdi. Borneo’da bazı aşiretler, evlenmemiş kızları tek kişilik hücrelerde muhafaza ettiler. Bu ilkel âdetlerden Müslüman ve Hintlerin purdah’ı [peçe, örtünme, harem] için bir adım yeterli, ve bu da “medeniyet’in, “vahşi”liğe ne kadar yakından temas ettiğini gösterir.