bugün

Çiçek sevgisi birçok insanın, birçok ulusun kanına karışmıştır. Japonlar çiçeğe gösterdikleri saygı oranında ruhlarının yüceliğine inanırlar. Onlara göre, doğanın özüne yakın olmak, insana da yakın olmaktır. Onlar yolları üzerinde rastladıkları çiçeklere de hiç dokunmazlar. Çocuklar bile ormanda oyun oynamaya gittikleri vakit dalları yolmaktan, bitkileri sökmekten kaçınırlar. Japon yazıtlarından birinde şöyle bir uyarı vardır:
"Bu ağaçtan tek bir dal koparanın parmağı kesilecektir."
Diyeceğim, Japonlar çiçekleri kendi çevrelerinden ayırmak istemezler. Onları saksılarda, evlerin içine kapatılmış ya da limonluklarda yapma saksılarla bunaltılmış görmek kendilerini üzer.
Bir imparatoriçe korka korka dokunduğu bir çiçeğe şöyle demiş:
"Seni koparırsam, elim seni kirletir."
Çiçekçiler de çiçekleri rastgele koparmazlar. Her dalı, her sapı özenle seçerler. Çayname yazarı Okakura Kakuzo gereğinden çok çiçek koparan çiçekçilerin utançtan yüzlerinin kızardığını yazar.
Çiçek sevgisinde Çinliler de Japonlardan geri kalmaz. Onlar da doğaya bir sağlık evi gözüyle bakar.
Doğanın hiçbir hastalığı iyileştirmese de kendini beğenmişlere iyi geldiğine inanırlar. Yazarlar ise anılarında, mektuplarında en çok doğa güzelliklerinden söz açarlar. Onlara bakılırsa bir doğa parçasını dile getirmeyen yazı, hayatı gitmiş, bayatı kalmış bir nesneden başka bir şey değildir.
Çiçek, Türk yaşamının da içine sokulmuştur. Hele istanbul, iyisinden çiçek ve ağaç vurgunudur. 17. yüzyılın ilk yıllarında istanbul'a gelen Polonyalı Simon, istanbul'daki her bahçenin bir selvilik olduğunu söyler. Fransız gezginlerinden Jean Thevenot da ondan 60 yıl sonra bütün Boğaz'ın bahçelerle dolu olduğunu görecektir. Bayram yerlerinde kurulan salıncaklar bile çiçek ve ağaç dallarıyla süslüdür.
Sâlâh Birsel'in denemelerden oluşan ve sizleri adeta dünya turuna çıkaran bir eseridir. ilk okumaya başladığınızda daldan dala atlıyormuş izlenimi verse de okudukça ısınacağınız mükemmel bir eser diyebilirim.
Salah Birsel'in onbir tane denemesinden oluşan harikulade bir deneme kitabı.

Denemeler sırasıyla:
istanbul'dan Roma'ya ayakla yolculuk
Yitik kuşak
Aynalar
Ziya Osman fotoğrafçıda
Okumak okumaya karşı
Kurutulmuş felsefe bahçesi
Fırıldak sarısı
ibsen neden denemeci değildir
Saman çöpleri
Üzünçlü boğalar
Beyaz balina beyazı

Hepsi harikulade güzelliktedir ve okudukça büyük keyif verir. Bir gezintiye çıkmak gibi bir etki bırakır insanda, bütün dünyayı dolaşır anlatıları.
Hem de yazarların, şairlerin hayatlarından güzel anlatılar sunar.

Misal, aynalar adlı denemesinde önce aynaların tarihinden başlar anlatmaya. Avrupa'da, Türkiye'de ne zaman kullanılmaya, neden kullanılmaya başladığını anlatır. Aynanın tarihi hakkında bilgiler serer önünüze. Dönüp dolaşa dolaşa en sonunda vardırmak istediği noktaya getirir sözü:

"Ey kendi havasında okur! Bil ki insanlar berberlere aynalar için gider.
Şunu da belle ki, Oktay Akbal yaşadığını berber aynalarıyla ilk karşı karşıya geldiği an çakmıştır.
Akbal işlere girer ve çıkar, kadınlar sever ve unutur, acılardan sevinçlere, sevinçlerden yoksunluklara, yoksunluklardan mutluluklara atlar. Ama topu da yaşadığını duymadan, yaşarken yaşamadan olur ve biter. Kendi yüzünü acımasız ve çinko beyazı bir berber aynasında yakaladığı vakit ise birden kendini buluverdiğini, bir elmanın bin elma tadında olduğunu, bir gökyüzü parçasının bütün dünya gülücüklerini taşıdığını anlayıverir."

görsel