bugün

ihsan oktay anar'ın kanımca en zayıf eseri olmasına rağmen sizi alıp tekrar masal diyarlara götüren kitap. sadece karakter isimleri başlı başına bir romandır.
aslında en zayıf eseri gibi görünmesine rağmen iyi bir kitaptır. en azından alet ve edevat icadı bakımından, ya da işin muhayyile kısmının ufkunu açması açısından. keyiflidir ne olursa olsun üstadın anlatımı bambaşkadır. suskunlar üzerinden 4 yıl 2 ay geçmesine rağmen yeni kitabı ile okurlarına halen daha bir jest yapmamış olması başlıbaşına üzüntü kaynağıdır.
--spoiler--

debbabenin içinin gösterildiği resimle güldürmüştür. ayrıca calud'un çifte malafat isterken avucundakini de kaybetmesi "aza kanaat etmeyen çoğu hiç bulamaz." atasözünün en güzel örneğidir.

--spoiler--
gayet güzel, sürükleyici ve keyif verici aynı zamanda güzel fikirlerin de işlendiği ihsan oktay anar eseri.

eğer kitaptaki makina çizimleri anar'a aitse bu zat-ı muhteremin ne kadar zeki biri olduğunun kanıtıdır. ayrıca kullanılan kelimelere, terimlere bakılırsa çok ciddi bir araştırma yapmış ve ciddi miktarda bilgi biriktirmiştir anar.

açıkçası kitabın üç bölümü içerisinde gerek konunun ilerleyişi gerek karakterler gerek makina fikirleri olarak en beğendiğim bölüm ilk bölümdü, hatta anar'a saygısızlık etmek gibi olmasın ama ilk bölümden sonra diğer iki bölüm zorlama gibi bile kalabiliyor.

vehasıl-ı kelam, okuyun efendim güzeldir. lakin calud'un maslahatının üzerinde fazla durulması yer yer rahatsız edebilir. *
Kitab-ül Hiyel, ihsan Oktay Anar’ın ikinci, benim ise okuduğum üçüncü kitabı olma özelliğini taşıyor. ihsan Oktay Anar, Kitab-ül Hiyel’in kaleme alınmasını 10 Mart 1993 yılında tamamlamış. Kitabın ilk baskısı 1996 yılında iletişim Yayınları tarafından yapılmış.

--spoiler--
ihsan Oktay Anar, yine bir Kostantiniye macerasına atıyor bizleri… Hayatında boyunca üç sefer gittiği istanbul’u onun kadar iyi tasvir edebilecek biri daha olmadığını bir kez daha kanıtlıyor. Üstelik bu sefer zamanı da belli etmeyi ihmal etmiyor. Kitap Vaka-i Hayriye, Tanzimat Fermanı gibi olayları kitaba serpiştirerek olayların hangi zamanda geçtiğini bize gösteriyor. Kısaca kitap üç nesil hiyelkârların yaklaşık 120 senelik bir öyküsünü anlatıyor. Yâfes Çelebi, Kara Calud ve Üzeyir Bey iktidarın kaynağını hiyel ilminde arıyor.

Üç hiyelkârın izinde, çağımız silah teknolojisinin Osmanlı’ya özgü çıkış hallerini görüyoruz. Tank ile özdeşleştirebileceğimiz Debbâbe; denizaltı ile kıyas Tahtelbahir gibi icatları ve bunun Osmanlı saltanatına kabul ettirilme hikayesini okuyoruz. Okurken Osmanlı’nın teknolojiye ne kadar açık olduğunu da Uzun ihsan Efendi yoluyla gözlemlemiş oluyoruz.

ihsan Oktay Anar, icatları hem herkesin anlayabileceği bir üslupla anlatıyor, hem de kendi elinde çıkma çizimlerle anlaşılır olmasını sağlıyor. Makine işlevlerinin ayrıntılı bir şekilde, üstelik çizimlerle okuyucuya sunulması, karmaşık bir yapıya sahip olan makinelerin anlaşılabilir olmasını sağlarken, ihsan Oktay Anar’ın da mekanik konusuna ne kadar hakim olduğunu gözler önüne seriyor.

ihsan Oktay Anar söz konusu olunca hikayenin tabanında felsefi bir metaforun olması kaçınılmaz oluyor. Yazar, Hiyel aleminden bahsederken bunu iktidar ile özdeşleştiriyor ve insanın iktidar hırsının manasızlığını gözler önüne seriyor. iktidarın para, son teknoloji icatlar ve büyük bir ordu ile değil de, hayal gücü ile sağlanabileceğini anlatıyor, yani bir nevi “hiyel”i, “hayal”e dönüştürüyor. iktidar taşına da sadece bunu düşleyenlerin ve masumların ulaşabileceğini vurguluyor. Davud’un demirler ile oyun hamuru gibi oynayabilmesi, hayal ederek demirden kuşlar yapması ve demirden yapılan bu kuşların sonunda canlı bir varlığa dönüşmesi bu durumu gözler önüne seriyor.

ihsan Oktay Anar, daha önceki kitaplarında olduğu gibi filozoflara, bilim adamlarına da yer veriyor. El-Ceziri ve Galilei bu isimlerden bazıları. Galilei karşımıza Gailevi olarak çıkıyor. El-Ceziri ise tam adıyla ve kitabıyla karşımıza çıkıyor.

--spoiler--

ihsan Oktay Anar, her zaman ki anlatım tarzıyla, yine bir Kostantiniye hikayesi ile karşımızda… daha önce okuduğum Puslu Kıtalar Atlası ve Suskunlar kadar olmasa da, yine hikayenin içene çekmeyi başarıyor ve bir solukta okunulan bir roman ile bizimle buluşuyor. Bu dönem Türk edebiyatının en başarılı isimlerinden olduğu düşüncesini kalbime yerleştiriyor.
lüzumsuz bir sikiş sokuş muhabbeti var. varlık-yokluk üzerine kurduğu, sonsuz gücü anlattığı kısmı gölgede bırakacak gibi olmuş. farklı fantezileri varsa demek...
kara calud karakterinin fiziki halleri ve üreme olaylarıyla dolu olan bölümleri nedense kitabı daha bir canlı okumama sebep oldu. ve keşke yafes çelebi en azından bir iki mahsülünü görebileceği icadını sunabilseydi padişaha da adam eli boş gitmeseydi dedirtti. kitabın arkasında yazan 'okuyanın okumayana anlatamayacağı bir kitap' şeklindeki yazıyla şu paylaştığım yazının ne kadar da benzer olduğunu belirtmeme sanırım gerek bile yok..
kitaplığımda yer alan ama beni açmayan bir kitaptır.
kitabın beğendiğim kısmı ilk bölümü olmuştur.
hatta marmaraya doğru sürüklenirken "aha yazık oldu" diyerek kendimi bir an onun yerine koydum. zaten diğer iki bölümün şahsımca ilk bölüm kadar sevilmemesinin sebebi de benim kitaplarda bulunan karakterleri ve olayları film şeridi gibi sayfalarda resmetmemden geliyor.

kitabın ikinci bölümünde celud'un maslahatı şöyle şükela böyle şükela diye diye zamanının brazzers'taki kel adamı olduğunu düşündürmüştür ancak bunun saçları var.
kitabın üçüncü bölümünde ise zavallı üzeyir'in kafasında döllenmesi gereken kısmın tasviri "hadi az kaldı* bitecek" dememi sağladı. o nasıl bir duygu / düşünce...

tabii kitaptır, emek harcanmıştır, değerlidir.
ihsan oktay anarın bir kitabı.
Özellikle yafes çelebinin uzun ihsan efendiyi tehdit için gönderdiği çocuğun u.ihsan efendi ve yeniçeriye yefes çelebinin olduğu yeri göstermesi boşluğuma gelip beni kahkahaya boğmuştur. Uslubunu hiç bozmasın dediğim adam sıradan olaylar bu kadar güzel anlatılabilinir herhalde.Anneanne yatağı gibi huzurlu ve aksi bir dede gibi sert.
Hiyle ilmîni, teferruatı ile yazdırılan kitab-ı Mukaddes...
güncel Önemli Başlıklar